Selin ONGUN / songun@t24.com.tr
"O dedikleri gruplara yaransan ne olacak? Beni Ağrı Postası’nda başyazar mı yapacaklar? Hakkari News Tivi’nin ankor bacısı mı olacağım? Taraf gazetesi 15 bin dolar maaşla transfer mi edecek beni? İslamcısı da kendi kahramanını yaratmak istiyor. Benim gibi arafta dolananı ne yapsın? Şimdi gözde olanlar türbanlı yazarlar. Goy goyu yapan dürüst oluyor, bizler yalancı. Onlar özde laik, milliyetçi biz de sözde liberaliz!”
Bu serzeniş, geçen yıl “Tuğçe Baran” mahlasından sıyrılarak yazılarını kendi imzasıyla kaleme alan Vatan gazetesi yazarı Mutlu Tönbekici'ye ait.
T24'ün sorularını yanıtlayan Tönbekici'nin bir de sorusu var: “DTP konvoyunun İzmir'de taşlanmasının ertesinde, Yılmaz Özdil'in İzmirlileri savunmak maksadıyla Ahmet Türk'ün Çeşme'deki evinin adresini verdiği yazı nedir sizce?”
Özdil'in “Ahmet Türk İzmir'in kaymak tabakasındandır!” başlıklı yazısının Vakit gazetesinin adres gösterme içerikli üslübundan bir farkı olmadığını” ifade eden Tönbekici cevapladı:
“İslamcıların sevdiği yazar” olmaya itirazı var mı? Zaman gazetesinde çalışır mı? “AKP'li oldu” içerikli “mahalle baskısı” yazılarını nasıl etkiliyor? “Genel yayın yönetmenleri damızlık boğa mıdır?” başlıklı yazısını kimler üstüne alınmadı?
- Başbakan ve Tuğçe Baran'ın herhangi bir diyaloğu olmuş muydu?
Hayır.
- Mutlu Tönbekici'nin oldu mu?
Başbakan ile uzaktan yakından hiçbir diyaloğum olmadı.
- Uçağa davet, AKP'nin kadın kollarının düzenlediği bir organizasyonda konuk olma, “Yazınız çok güzeldi” gibi bir tebrik v.s?
Hiç! Hiçbiri olmadı! Hani çok meraklısı olduğum için değil ama olmadı. O taraftan tek bir davet geldi o da Hayrünisa Hanım’dan. Sultanahmet'teki kitap okuma günleri etkinliği için. Kitap okuma şenliğinin pek manalı bir şey olmadığının farkındaydım ama açıkçası Hayrünisa Hanımı merak ediyordum, tanışmak istedim, o nedenle gittim. Bir el sıkışma, bir hatır sormadan öteye de bir sohbetimiz olmadı. Çok sonra Kayseri’de şenliğin bir başka ayağı oldu, oraya da davet ettiler. Başka bir temasım olmadı. AKP rozetli tanıdığım tek adam, Kuzguncuk'taki beni kazıklayan emlakçıdır. “AKP yanaşması” yakıştırması pek manalı değil yani.
- Neden?
Ben hayatımın hiçbir döneminde herhangi bir şeyci olmadım. Kendimci bile değilim. Nasıl Kürtçü olayım, nasıl İslamcı olayım, nasıl AKP'li olayım? Tek derdim haklardan yana olmak. O kadar.
- “İslamcıların sevdiği yazar” olmaya itirazınız var mı?
Hakikaten seviyorlarsa sağ olsunlar, var olsunlar. Bunun neyine itiraz edeyim? Ama “Ha o mu? O da işte oradaki tribünlere oynuyor ne yapsın” intibası beni ürkütüyor.
‘Çok rahatım, kimse umurumda değil, demeyi isterdim ama öyle değilim’
- “Şunu yazarsam acaba adım AKP'liye, İslamcıya çıkar” endişesi mi bu?
E tabii. “Çok rahatım, kimse umurumda değil” demeyi isterdim ama gerçek şu ki, öyle çok rahat filan değilim. Daha henüz kendini kanıtlamış biri değilim. Hasan Cemal'e, Cengiz Çandar'a “İslamcı oldu, AKP'li oldu” dense ne olur, umursarlar mı? Umursamazlar. Bu adamlar yıllardır çizgilerini, kendilerini kanıtlamış insanlar. Ama benim takıldığım şeyler oluyor.
- Ahmet Arsan'ın “Demek İslami kesim beni seviyor, al sana bir minare yasağı yanlısı yazı demene gerek yok. Rahat oyna Mutlu” satırları gibi mi?
Minare yazısını her halükarda yazardım. İsviçre’de doğmuş büyümüş bir insanım, hem ülkeyi tanıyorum hem insanlarını. O bütün kadınlarını fahişe yapan yazılar tahammül edilir gibi değildi. Fakat öte yandan Ahmet Arsan'ın söylediği doğru aslında. Gereksiz bir hassasiyet yaptım. Son paragrafa gerek yoktu. Rahat ol, değil mi? Elbette İslamcılar seni seviyor diye İslamcı sayılmazsın. Ama böyle kategoriler de her zaman iyi niyetli olmuyor. İnsanı sarıyor, sizi hiç olmadığınız bir kılıfa sokabiliyor. Ahmet Arsan’ın böyle bir niyeti yok belki ama bu tip sınıflamaların indirgemeci bir tarafı olduğunu da inkâr edemeyiz değil mi!
‘Kavga köşecinin PR’ı aslında’
- Sonra da başlıyor köşe kavgaları, öyle mi?
Ben kavga etmeyi sevmiyorum. 8 yıldır bir kavgam oldu. Ama kavga da bir nevi köşecinin PR’ı aslında. Medyatavalarda çıkarsın, gazeteler “polemik” sayfalarına koyar, seninle röportaj yaparlar. Merak ediyorum Washington Post'taki yazar New York Times'daki ile bu kadar meşgul müdür acaba?
'Ruhat Mengi'ye karşı kantarın topuzunu kaçırdım'
- Şimdi burada, “Ama siz kendi gazetenizdeki yazarla da (Ruhat Mengi) kapıştınız” diyenler olabilir.
İşte onu diyorum. O çok şahsi bir durumdu. Ve evet, kesinlikle çok gereksizdi.
- Mengi için “Fazla botoksun beyne zararları, dunkofların yazarı” gibi ifadeler kullanmıştınız. Kantarın topuzunu kaçırmadınız mı sizce?
Tabii, canım kesin kaçmıştı. Doğruya doğru. Yeniden yazmam öyle bir şey. Fakat şunu da söylemeliyim; oradaki durum ideolojik değil, sahiden şahsi bir şeydi. Görüşlerimiz ayrı olduğu için sanki ideoloji kavgası gibi de algılandı.
‘Köşe yazarlığı esnaflık, Beyaz Türk’e oyna, beş günde kral ol! Kısa ve acısız’
- O halde hemen hatırlatarak soralım: “İzmirlilerin kendilerinin iddia ettiği gibi çağdaş, ilerici, demokrat ve hoşgörülü olmadığını” yazmanızın ertesinde Yılmaz Özdil'in “Ne yapalım arkadaş, bizim kızlar senden güzel” diyerek bir İzmir yazısı kaleme alması ideolojik mi?
Yüzde yüz! Ben “İzmir kokuyor, İzmir batıyor” diyorum o bir İzmir kahramanı olarak fil Pak Bahadur’dan söz ediyor! Kızların bacaklarını anlatıyor! Sığ bir kıskançlık mantığı kuruyor. İzmirli kızları kıskanmışım da ondan sanki öyle kafadan uydurmuşum, iftiralar atmışım gibi. Şunu anladım ki, köşecilik bir “show business”. Esnaflık. Ve işadamı kafasında bir esnaf olarak yapman gereken tek şey kesinlikle beyaz Türk’e oynamak. Goy goya oyna, milliyetçiliğe oyna, laikçiliğe oyna, “İzmirli sen ne şahanesin”e oyna. En kısa zamanda kâr getiren kâğıt budur! Üç gidiş üç geliş asfalt yoldur. Otobandır. Çünkü beyaz Türk okur, beyaz Türk tüketir, beyaz Türk kadir bilir. Sokakta yazarını tanır, mailini atar, telefonunu eder. Kendine güveni tamdır, sevmez kurcalanmayı. Kimin umurunda tarihi gerçekler! Kimin umurunda mezrada havanla parçalanan Allah’ın Kürt kızı? Kimin umurunda karakolda dövülen eşcinsel? Kimin umurunda Ermeni’yi kimin niye öldürdüğü? “Atam, Atam! Başımıza bidon kafalılar geldi” de al alkışı! Kolay, hızlı ve acısız… Beş günde kral olursun!
‘O dedikleri gruplara yaransan ne olacak? Ağrı Postası’nda başyazar mı olacağım?’
“Sizin yaptığınız da insan haklarına oynamak ey Mutlu Hanım” diyenler olursa?
Benim yaptığım otobanı bırakıp karanlık bir ormanda dikenli bir keçi yolunda yürümek! Alkışlayanın yoktur çünkü haklarını savunmaya çalıştığın insanlar çoğu zaman senin farkında olamayacak kadar zavallıdır. Farkında olanlar da ya çekingendir, ya kırılgandır, zaten herkese ve her şeye küsmüştür veya tamamen başka dünyanın insanıdır, sana kuşkuyla bakar. Yetmiyormuş gibi otobanda gidenlerin de alay konusu olursun. “Sözde liberal”, “O gruplara yaranmaya çalışıyor” falan filan … O dedikleri gruplara yaransan ne olacak? Beni Ağrı Postası’nda başyazar mı yapacaklar? Hakkari News Tivi’nin ankor bacısı mı olacağım? Taraf gazetesi 15 bin dolar maaşla transfer mi edecek beni? İslamcısı da kendi kahramanını yaratmak istiyor. Benim gibi arafta dolananı ne yapsın? Şimdi gözde olanlar türbanlı yazarlar. Goy goyu yapan dürüst oluyor, bizler yalancı. Onlar özde laik, milliyetçi, biz de sözde liberal! DTP konvoyunun İzmir'de taşlanmasının ertesinde, Yılmaz Özdil'in İzmirlileri savunmak maksadıyla Ahmet Türk'ün Çeşme'deki evinin adresini verdiği yazı nedir sizce? Beyaz Türk’e besin zincirindeki yerini hatırlatmak! Sağa dön, 100 metre git, orada bir ev var. “Fazla taşınız varsa oraya da gidin” muamelesiyle karışık “Zaten onun annesini de babası öldürmüştü”lü çamaşır sermeceler. Ne demek bütün bunlar? “Bunlar ilkel barbar insanlardır, analarını öldürürler bir de utanmadan İzmir'e gelip ev alırlar. Hem de tam 300 milyara! Sonra da kalkıp İzmirlilere faşist derler.” Bu içerik, bu adres gösterme bana dehşet verici geldi. Vakit'in ikide bir yaptığından herhangi bir farkı yok. Cip ve villaya dikkat çekmece, zengin olma hiyerarşisi kurmaca. “Önce beyaz Türkler zengin olacak sonra diğerleri” mantığını kurmaca.
- Ertuğrul Özkök'ün, bu yazının hemen ertesinde Özdil'i “Sapına kadar bir İzmirli'nin, damardan bir yazısı” diyerek güzellemesini nereye koymak gerek?
Ertuğrul Özkök benim hep denge unsuru olarak gördüğüm bir yazar, yönetici aslında. Hiç sesini çıkarmamasını tercih ederdim. Bu tüyler ürpertici yazıyı zekâ ve mizahla harmanlanmış bir bakış açısı olarak ambalajlamaya çalışmak bana çok tuhaf, acayip, ve açıkçası üzücü geldi. Genel yayın yönetmenliğinin de böyle zorlukları var demek ki.
‘Zaman'da çalışır mıyım? Öncelikli tereddüdüm mahalle baskısı olur'
- Sembolik bir soru: Zaman'da çalışabilir misiniz?
Aynı soruyu ben de dün kendime sordum. Zaman'da yazabilir miyim?
- Mesela “Minare yasağı” yazınızı Zaman'a gönderebilir miydiniz?
Ben gönderirim de onlar basar mı; bilmiyorum. Benim bir yere bir şey göndermekle ilgili sorunum yok. Vatan'ın çizgisine de uymayan çok yazı yazıp gönderiyorum. “Zaman'da çalışabilir misiniz?”e gelince öncelikli tereddüdüm “Oynadı o tribünlere, gitti sonunda” gibi sevimsiz bir mahalle baskısı olur.
- Bu daha çok okurdan mı, köşedaşlardan gelen bir baskı mı?
Her ikisi de.
- Medyadaki “twitter baskısı”nı da ekler misiniz buna?
Ekşi Sözlük bitti, twitter başladı. Artık oraya bakılıyor kim, kim için ne demiş. Böyle çok güzel “topaçlama” ekipleri kurulmuş. Hepsini birden takip ettiğin zaman şahane bir maç dönüyor, görüyorsun. Top niyetine de işte artık kim varsa ortada müsait. Ece Vahapoğlu faciası da böyle başladı. Topaçlama ekibi bir haftadır döndürüyordu kızı. Okan Bayülgen de oradan mı etkilendi nedir; “Bir darbe de ben vurayım” dedi ama o kadar kaba saba yaptı ki topaç ekibi bile mutlu olamadı.
- Ya şimdi siz de topaçlanırsanız?
Mukadderat derim ne diyeyim. Bekliyorum ben de ortada top olacağım güzel bir maç.
‘Köşeler yataktan geçiyorsa, Ertuğrul abi, Sedat abi, Zafer abicileri ne yapacağız?’
- “Genel yayın yönetmenleri damızlık boğa mıdır?” yazınızdan sonra arayan yayın yönetmeni oldu mu? (Akşam yazarı Serdar Akinan'ın “Bugün medyada köşe tutan kadın yazarlarımızın kaçı şimdi, bir kısmı rahmetli olan, kudret sahibi yayın yönetmenlerinin yataklarından geçmemiştir” içerikli yazısından sonra Mutlu Tönbekici'nin yayın yönetmenlerine aynı başlıklı soruyu sormuştu.)
Hayır, hiç! Kimse üstüne alınmadı.
- Nedir bu sessizliğin sebebi sizce?
Rahibe Terasa numarası yapmaya gerek yok. Bu sektörde olup da birbiri ile sevişmeyen azdır da ondan! (Gülüyor) “X efendi senin de şununla flörtünü biliyoruz” durumundan çekinmiş olabilirler. Ama bu flört, sevişme, sevgili olma meselelerinin karşılığı olarak “tek taş yüzük” veya bir buket gül yerine köşe verildiği mantığı çok ucuz ve kokuşmuş bir zihniyet. Zamanında var mıydı; bilmiyorum ama vardıysa bile artık yok. Yazılarına ölse bitse bile sırf böyle denir diye vermez hatta. Ayrıca bunun erkek karşılığı hiç mi yok? “Ertuğrul abi, Sedat abi, Zafer abi bilmem ne abici”leri ne yapacağız? Köşelerin yataktan geçtiğini kabul edersek aynı zamanda stadyumlardan, Papermoon’lardan da geçtiğini kabul etmemiz gerek. 35 yıldır her gün aynı yazıyı yazdığı halde var olmaya devam eden erkek yazarların sırrı da bu herhalde… İşte attık bu kıtırları ama kimse yemedi.
‘Ben köşeyi Selahattin Duman’dan dört yıl önce kaptım!’
- “Selahattin Duman'ın sevgilisi kaptı köşeyi” lafları size değmiyor mu?
Diyen oldu da ben köşeyi S.D.’den 4 yıl önce kapmıştım zaten. Sabah’ta köşe yazmaya başladığımda kendisini tanımıyordum. Vatan’a çağrılıp 6. sayfayı teklif ettiklerinde de tanımıyordum. Sonraki 2 yıl da tanımadım. Ondan önce basında çalışarak geçen 13 yıl da tanımadım. Ama o kadar kuvvetli bir inanç ki köşeler yataklardan geçiyor inancı, yazmaya 4 yıl önce başlamış olsan da fark etmiyor. Geriye dönük de işliyor. Maksat kötülük olsun, canlar eğlensin... Ayşe Arman 15 yıl oldu, kızın röportaj yapmadığı insan kalmadı bana hâlâ soruyorlar “O kızı kim getirdi o noktaya? Kimin sevgilisi o?” Yuh! Bir de “Hak etmediği yere geldi! Mutlaka biriyle yattı!” klişesine şuradan bakmak lazım. Biz CERN’de parçacık fiziği deneyleri yapmıyoruz. Kara delikler hakkında müthiş teoremler de üretmiyoruz. Haber, röportaj, yazı yazıyoruz nihayetinde. Yani çok da zor bir iş değil. Abartmayalım. Tamam, elbette iyisi var kötüsü var ama isteyen herkes işin bir ucundan tutup bir şeyler yapabiliyor, görüyoruz. “Hak etmiyorrrr!” diye çığlık çığlığa bağırmanın en gereksiz olduğu meslek bizimki. Sebat eden, okunur bir şeyler yazan illa ki geliyor bir yerlere. Forslu bir sevgiliye gerek yok, hatta galiba en işe yaramayan yöntem o. Ama aabicilik daha çok işe yarayabilir bak!