Karar yazarı Yıldıray Oğur, T24 yazarı Murat Belge'nin "Oxford Üniversitesi'nde öğretim üyesi olmak için başvuru yaptığı" yolundaki haber üzerinden hedef alınmasına tepki gösterdi. "Türkiye’de aldanmamış, aldatılmamış aydın, entelektüel yoktur. 'Aldatıldın' diye kimseye taş atabilecek sağlam evi olan da" diyen Oğur, sözlerine "Zaten ulusalcı-sol-Kemalist çevrelerin bir haftadır süren Murat Belge lincinin, törenle ülkeden gönderme ayininin sebebi bu aldatılma hikayesi de değil" diye devam etti.
Yıldıray Oğur, şunları söyledi:
"Murat Belge’nin son politik tutumları tabii ki eleştirilebilir ama bununla yetinmeyip, onu ülkedeki dindarların haklarını savunduğu, onlarla siyaseten yan yana düşmekten çekinmediği için ülkeden kovalamaya çalışan linçci güruha eklenenlerin Murat Belge üniversitelerde başörtülü öğrencileri savunurken, kapılarda cadı avcılığı yapanlarla hangi milli ve yerli müştereklerde buluştuklarını anlamak sahiden zor."
Yıldıray Oğur'un "Mahallenin törelerine ihanet edince..." başlığıyla yayımlanan (21 Şubat 2018) yazısı şöyle:
İçinde bolca “kandırılmış”, “aldatılmış”, “saf”, “liberal”, “yetmez ama evetçi tayfanın önde gideni” geçen bir yazı.
Başlığı “Kapağı İngiltere’ye atmaya çalışan Murat Belge’nin günah galerisi”.
Ders vermek için Oxford Üniversitesi’ne gideceği ‘ifşa’ edilen Murat Belge’yi günlerdir linç etmek için sıraya girmişlerin yazılarından sadece biri bu.
Yayınlandığı site birbirilerini satırla keserek çoğalan Komünist partilerden birine ait, son olarak kızıl bayrağın hangi sağlam elde kaldığı meçhul.
Ama ne tuhaf ki Murat Belge’yle “kandırılmış liberal” diye dalga geçen bu sosyalistlerin, davalarının öncüleri olarak övüp fotoğraflarını sitelerinin her yerine astıkları isimlerin de maalesef ortak bir özellikleri var: Devlet tarafından en az bir kere fena halde kandırılmış olmaları.
Sovyetler’den yardım almak için İstiklal Harbi sırasında bir dönem anti-emperyalist konuşmalar yapan Mustafa Kemal Paşa’nın sözlerine kanıp, kendisine yazdığı mektuptaki “Gerek şahsen ben ve gerekse bütün rüfeka-yı mesaime ekseriyeti rençber ve köylüden ibaret olan milletimizin istiklâlini tesis ve temin gaye-i yeganesini takip etmekteyiz” cümlelerini de davet olarak algılayıp, 1920’de arkadaşlarıyla Kars’a gelen, törenlerle karşılanan, sonra şartlar değişince, Trabzon’da 13 arkadaşıyla bir tekneye bindirilip öldürülmüş Mustafa Suphi örneğin.
Ya da anti-emperyalist destanlar yazdığı rejim tarafından 1938 yılında Harp Okulu öğrencileri, “Benerci Kendini Niye Öldürdü”yü okuduğu için tutuklanıp 12 yıl hapis yatmış Nazım Hikmet.
1938 Dersim Katliamı’nı bile “gericiliğe karşı ilerici bir hamle” olarak alkışlamış,
ısrarla devamı olduklarını iddia ettikleri Türkiye Komünist Partisi’nin sonu hep komünist tevkifatlarıyla biten kandırılma ve aldatılma tarihi ya da...
Ama tarihimizin tek aldatılanları da onlar değil.
“Dincilerin”, “AKP’nin”, “Fethullahçıların” oyununa gelmiş, kandırılmış, aldatılmış ve şimdi de kaçan Murat Belge” yazıları yazan, Belge’nin AK Parti’yi öven yazılarını, Erdoğan tarafından çözüm süreci gibi hayırlı bir iş için “Akil İnsan” yapıldığını alaycı cümlelerde hatırlatan bazı yazarların öncülerinin tarihi de aldatılmışlıklarla dolu.
1922’de bizzat Atatürk’ün davetiyle geldikleri İzmit’te bizzat Atatürk’ten dinledikleri Cumhuriyet projesinden çok etkilenen, övücü yazılar yazan Velid Ebüzziya, Ahmet Emin Yalman üç yıl sonra ayaklarına zincir vurulup İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanmak üzere Diyarbakır’a götürülürken herhalde aldatıldıklarını düşünmüşlerdi.
Ya da İstiklal Harbi’nde cephe cephe gezip, yeni Cumhuriyet’in Ankara’sında propagandadan sorumlu mevkilere getirilmiş Adnan Adıvar ve Halide Edip Adıvar 1925’de İstiklal Mahkemesi’nde idamla yargılanmamak için ülkeden kaçmak zorunda kalırlarken aldatıldıklarını düşünmüş olmalılar.
Türkiye’deki sol-Kemalist fikriyatın öncüsü Kadro Dergisi’ni 1932’de büyük bir heyecanla ve devletin desteğiyle yayınlamaya başlayan Şevket Süreyya, Yakup Kadri, Vedat Nedim de bir süre rejimle aynı ütopyaya inandıklarını düşünmüşlerdi. 1935’de rejim onları tehlike olarak görüp, dergilerinden desteği çekince herhalde bu rüyadan “aldatıldık” diye uyanmışlardı.
Kemalist-sol aydınların aldatılma tarihleri burada da bitmiyor.
Önce 1950’de “hürriyet, demokrasi” sloganlarıyla destek verdikleri Demokrat Parti otoriterleşerek onları aldatmıştı.
Sonra yine “hürriyet, demokrasi” diye destek verdikleri 27 Mayıs darbecileri de darbenin “hürriyet”lerle dolu anayasasını yapan kurulun üyelerini bile(Tarık Zafer Tunaya, İsmet Giritli) 147’lerle birlikte üniversiteden atınca bir kere da aldatıldıklarını anlamışlardı.
Sonra 9 Mart cuntasında onlara “devrimci Türkiye” vaad eden Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur tarafından aldatıldılar. Ama aldatıldıklarını dahi anlamayıp, 40 gün boyunca destekledikleri 12 Mart darbesi rüyasından ancak gözaltı furyasıyla uyandılar.
Laik, Kemalist bir darbeci zannettikleri, ilk zamanlar destekledikleri Kenan Evren tarafından aldatıldıklarını ise ancak Evren meydanlarda Kuran ayetleri okuyup, din dersini zorunlu ders yaptığında farkına vardılar.
Ama Türkiye’de devlet tarafından en az bir kere aldatılmışlar listesi burada da bitmiyor.
Yeni Türk Cumhuriyeti kuruluyor heyecanıyla, Sorbonne’u bırakıp Türkiye’ye gelmiş milliyetçi-Turancı Sadri Maksudi, dünya çapında bir tarihçi olan milliyetçi Zeki Velidi’nin aldatılma hikayeleri daha da üzücü.
1940’ların başında devlet komünist avına çıkınca iktidar olduklarını zannedip, Başbakan’a mektuplar yazan Turancılar da, aldandıklarını uydurma Irkçılık Turancılık davalarında tabutluklara konunca anlamışlardı. Ülkücüler ise bekasını için savaştıklarını düşündükleri devlet 12 Eylül’de onları Mamak zindanlarına koyunca...
Tansu Çiller’in sarı saçlarına kanıp, ondan demokrasi, Avrupa Birliği bekleyenlerin, 28 Şubatçılar tarafından aldatılanların sayfalarına hiç girmeyelim.
Muhafazakar kesimin aldanma hikayesi zaten çok taze.
Yani Türkiye’de aldanmamış, aldatılmamış aydın, entelektüel yoktur. “Aldatıldın” diye kimseye taş atabilecek sağlam evi olan da.
Güç dengelerinin çabuk değiştiği, devletin toplumdan güçlü olduğu zor bir ülke Türkiye ve aydınlar genelde bu güç mücadelelerinde hep arada kalıp, ezilmiş ve çoğunlukla iyiniyetleri yüzünden de kolayca aldatılmıştır.
Zaten ulusalcı-sol-Kemalist çevrelerin bir haftadır süren Murat Belge lincinin, törenle ülkeden gönderme ayininin sebebi bu aldatılma hikayesi de değil.
Esas affedemedikleri ihaneti. Töreyi ihlal etmesi. Düşman aşiretlerle konuşması. Sıkı sıkıya kapalı cemaatin penceresinden dışarıya bakmaya cüret etmesi. Ön-insan olarak gördükleri çevrelerle ilişki kurup, onları insan yerine koyması. Ve yanılma, dışlanma, cemaatten kovulma pahasına yıllardır kendi yolunda yürümekte ısrar etmesi.
Türkiye’deki her kesimin ortaklaştığı liberal düşmanlığının sebebi, liberallerin laik mahalleden dışarıya adım atması, dikenli tellerin ayırdığı mahalleler arasında dolaşması, yanılma, aldanma pahasına risk alması. “Liberal ihanet” dedikleri tam olarak bu.
O yüzden onlar için “liboşluk”, “dinci”likten daha tehlikeli, o yüzden o referandumda doğrudan “Evet” verenler değil, “Yetmez ama Evet” verenler düşman. Çünkü onlar kendi aşiretlerine ve törelerine ihanet ettiler. Töreyi ihlalin affı, kan davaları asla kapanmaz.
Murat Belge, tabii ki aşiret konforunu reddeden, kendi yolundan yürüyen herkes gibi pek çok yanlışlar yaptı, normal bütün insanlar gibi yanıldı, yanılgılarında ısrar etti, öfkeleriyle demokrat pozisyonundan geriye düştüğü anlar oldu.
Ama bütün bunlara rağmen en tuhaf olanı, şimdi onu Türkiye’deki dindarlarla ilişkiye geçtiği, onlarla iş yaptığı, partilerini, hareketlerini desteklediği için linç edenlere, kapı gösterenlere, dalga geçenlere, bazı dindar-muhafazakar yazar ve çevrelerinde de katılması.
Murat Belge’nin son politik tutumları tabii ki eleştirilebilir ama bununla yetinmeyip, onu ülkedeki dindarların haklarını savunduğu, onlarla siyaseten yan yana düşmekten çekinmediği için ülkeden kovalamaya çalışan linçci güruha eklenenlerin Murat Belge üniversitelerde başörtülü öğrencileri savunurken, kapılarda cadı avcılığı yapanlarla hangi milli ve yerli müştereklerde buluştuklarını anlamak sahiden zor.
Ama Türkiye’nin entelektüel hayatının en kıymetli, üretken, renkli, cesur isimlerinden birinin ayrılmak zorunda hissettiği ülke, herkesin kendi aşiretine, mahallesine kapandığı, pencereden bile bakmaya çekindiği, töresinin gereğini yaptığı, tabii ki herkesin canının çok sıkıldığı bir ülke olacaktır.