Gazeteci Yıldıray Oğur, Osman Kavala ve 15 kişi hakkında ağırlaştırılmış müebbet talebiyle hazırlanan ve İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen iddianamenin, 2013 yılında, sonradan FETÖ ile bağlantılı oldukları gerekçesiyle meslekten atılan savcılar tarafından hazırlanan Gezi Parkı soruşturmasında yer alan iddialar üzerine kurulduğunu belirtti.
2013’te Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığınca hazırlanan Gezi Parkı eylemleriyle ilgili polis fezlekesinin altında imzası bulunan İstanbul Emniyeti KOM Şube Müdürü Nazmi Ardıç’ın ‘FETÖ’ iddiasıyla tutuklu yargıladığını ve Ardıç’ın raporuna dayanarak, firari savcı Muammer Akkaş’ın 2014 yılında açtığı ilk Gezi Parkı davası, paralel savcı ve polis tasfiyesinden sonra 2015 yılında beraatla sonuçlandığını hatırlatan Oğur, “Peki, nasıl oldu da beş yıl önce FETÖ’cü polis ve savcılar tarafından hazırlanan ve 2015 yılında beraatla sonuçlanmış bir soruşturma, aynı içerikle 2019 yılında yeniden açılabildi?” sorusunu dile getirdi. Oğur, “İddianamede yer alan 2013 yılının Haziran ile Kasım ayı arasında yoğunlaşan yüzlerce telefon tapesi ve bir kısmı yasal derneklerin toplantıları hakkındaki muhtemelen hukuksuz fiziki takip kayıtlarının hepsi, altı yıl önceki FETÖ’cü polis ve savcıların arşivinden ve yürüttükleri soruşturmadan alınmış” ifadesini kullandı.
İddianamede, aynı tarihlerde (07-15 Temmuz 2012) Mısır’da bulunmaları bilgisine dayanılarak Memet Ali Alabora ile ‘birlikte hareket ettiği şahısların’ OTPOR yöneticisi olduğu belirtilen İvan Maroviç’ten “halk ayaklanması ile ilgili eğitim aldıkları” iddiasına da değinen Oğur, konuyla ilgili görüştüğü Maroviç’in “Ne Alabora ne Kavala ne de başka bir sivil toplum liderleriyle buluştum. Onlarla hiçbir zaman tanışmadım ve karşılaşmadım” dediğini aktardı.
Yıldıray Oğur’un serbestiyet.com’da “Hayır, öyle anlaşılmamaktadır” başlığıyla yayımlanan yazısı (6 Mart 2019) yazısı şöyle:
Önce 2014 yılından bir haber okuyalım:
“Gezi Parkı gösterilerini 'Otpor' adlı Sırp gençlik hareketinin organize ettiği iddiasıyla bir soruşturma açıldığı ortaya çıktı. Emniyet'ten gönderilen yazıda; Otpor lideri İvan Maroviç'in tiyatrocu Mehmet Ali Alabora ve ekibiyle Kahire'de görüştüğü, görüşmeden sonra Türkiye'ye dönen grubun 'Mi Minör' adlı oyunun provalarına başladığı ve böylece Gezi Parkı eylemini başlattıkları ileri sürüldü İşadamı Osman Kavala'nın Alabora ve ekibini finanse ve organize ettiği iddia edildi.”
Bundan beş yıl önceki haberde bahsedilen Gezi soruşturmasını açan savcı Muammer Akkaş’tı. Yani daha sonra 17/25 Aralık soruşturmalarının, adliye binası önünde bildiri okuyan savcısı. Halen FETÖ’den firari.
Haberde soruşturmanın açılmasına neden olan “Emniyet’ten gönderilen yazıdan” kasıt ise Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığınca 15.06.2013 tarihinde hazırlanan Gezi Parkı eylemleriyle ilgili polis fezlekesi.
Fezlekenin altındaki imza ise dönemin İstanbul Emniyeti KOM Şube Müdürü Nazmi Ardıç’a aitti. Ardıç da halen 17/25 Aralık operasyonlarıyla ilgili FETÖ davasında tutuklu yargılanıyor.
Ardıç’ın raporuna dayanarak, Akkaş’ın 2014 yılında açtığı ilk Gezi Parkı davası, paralel savcı ve polis tasfiyesinden sonra 2015 yılında beraatla sonuçlanmıştı.
Ve dört yıl sonra.
Savcılık 16 aydır beklenen Osman Kavala ve 15 kişi hakkındaki iddianamesini tamamladı. Mahkeme de, avukatlara verilmeden önce bazı medya organlarında ön gösterimi yapılan iddianameyi kabul etti.
Şimdi de iddianameyle ilgili medyada çıkan haberlerden birini okuyalım:
“Savcılığın tespitlerine göre, Memet Ali Alabora'nın tutuklu Osman Kavala'nın talimatlarıyla Gezi Kalkışmasının örgütlenmesini gerçekleştirdiği, Gezi'nin provası olarak değerlendirilen ve Türkiye'de olaylar öncesinde sahneye konan Mi Minör isimli tiyatro oyununun ekibiyle Alabora'nın Mısır'a gittiği sırada kalkışmanın beyinlerinden Otpor'un kurucusu Sırp Ivan Marovic'in de Mısır'da olduğu anlaşıldı.”
Peki, nasıl oldu da beş yıl önce FETÖ’cü polis ve savcılar tarafından hazırlanan ve 2015 yılında beraatla sonuçlanmış bir soruşturma, aynı içerikle 2019 yılında yeniden açılabildi?
657 sayfalık iddianamenin sondan bir önceki paragrafı aklına haklı olarak bu soru gelenlere cevap olarak yazılmış :
“İddianamemizin tanzim edildiği dönemde şüpheliler, şüpheliler vekilleri ve bazı basın organlarında bu soruşturma evrakı ile ilgili olarak olayların yaşandığı dönemde devlet birimleri içerisine kanser hücresi gibi sızmış olan FETÖ/PDY silahlı terör örgütü militanı oldukları daha sonrasında tespit olunan şahıslar tarafından bu soruşturmanın başlatıldığı ve yönlendirildiği yönünde bir kısım iddialar ileri sürülmüşse de Cumhuriyet Başsavcılığımızın soruşturma safahatı sonunda ve özellikle 2016 yılı sonrasında soruşturmaya konu tüm delillerin ve özellikle de tapelerin tamamının yeniden kıymetlendirilmesinin yaptırıldığı, bu nedenle de iddia edildiğinin aksine dosyanın dış etkilerden ve bahsi geçen örgüt militanlarının dosya üzerindeki tüm etkilerinin ortadan kaldırıldığı hususunun da izahı zaruret arz etmiştir.”
“Yeniden kıymetlendirilmek” kavramı herhalde adli çevrelerde çokça konuşulacak.
Çünkü bu anlayışla, 17/25 Aralık, Selam/Tevhid gibi soruşturmaların dosyaları ve yasadışı delilleri de bir gün başka savcılar tarafından yeniden kıymetlendirilebilir.
Eğer bu telefon tapeleri, dinleme kayıtları, fiziki takip raporları hukuki değilse bunların ileride bir gün “yeniden kıymetlendirilebilir” diye arşivlerde tutulmaması, yok edilmesi gerekirdi.
Peki, FETÖ’cü polis ve savcıların Gezi olayları ile ilgili altı yıl önceki soruşturma dosyası ve topladıkları deliller, 2019’daki iddianamede yeniden “kıymetlendirilmiş” mi?
Son iddianamenin üzerine oturduğu temel iddia şu; Osman Kavala ve Memet Ali Alabora ve diğer 14 isim, Sırp Otpor-Kanvas’dan eğitim ve Soros’dan para alarak Gezi Parkı olaylarını organize ettiler.
Şimdi iddianamede bu iddianın uzun uzun anlatıldığı bölümün girişine bakalım:
“Gezi Kalkışması ilgili 15.06.2013 tarihinde Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Daire Başkanlığı tarafından gönderilen yazıda özetle”
Peki bu yazıyı kim hazırlamıştı? FETÖ’den tutuklu dönemin İstanbul Emniyeti KOM Şube Müdürü Nazmi Ardıç.
Yani biraz sonra ayrıntılarına bakılacak Gezi-Otpor-Kavala-Alabora ilişkisi üzerine iddianamenin belkemiğini oluşturan iddialar, kopyala yapıştır şimdi FETÖ’den tutuklu polis şefinin fezlekesinden alınmış.
Soruşturmanın üzerine oturduğu ikinci büyük iddiaya yani Kavala’nın Soros’tan para alarak Gezi’yi finanse ettiği iddiasına iddianamede gösterilen en somut delile bakalım şimdi de:
“26.09.2013 tarihinde İstanbul Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğüne yapılan 11167 nolu ihbarda; “Gezi eylemleriyle ilgili önemli bir bilgi paylaşmak istediğini taksimdeki olaylar büyümeden önce Açık Toplum Vakfı’ndan Osman Kavala’nın yönlendirmesiyle M.Ö’nün birkaç kişi üzerine banka hesabı açtırdığını bu hesaba para yardımı toplanarak, eylemcilere gaz maskesi, sargı bezi, deniz gözlüğü gibi ihtiyaçlar dağıtıldığını, bu olayların mali yönlerinin araştırılması gerektiği” beyan edilmiştir. Bu konuyla ilgili İstanbul Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğünün araştırma yaptığı ve Açık Toplum Vakfıyla ilgili rapor hazırladığı ancak bu iddialarla ilgili tanzim olunan iddianamemize konu delillerin o süreçte göz önüne alınamadığından iddiaları doğrular yeterli delillerin tespit edilemediği anlaşılmıştır.”
Bu isimsiz ihbar da 2013 yılının Eylül’ünden. Yani İstanbul Emniyeti’nin FETÖ kontrolünde olduğu zamanlardan. İhbar yine beş yıl önceki Muammer Akkaş’ın dava dosyasından. Ayrıca, bu ihbar üzerine zamanında Vakıflar Müdürlüğü soruşturma yürütmüş ama iddialar doğrulanmamış.
Yani iddianamenin iki temel iddiası, altı yıl önceki FETÖ’cü polis ve savcıların soruşturmasından alınmış.
Peki diğer deliller?
İddianamede yer alan 2013 yılının Haziran ile Kasım ayı arasında yoğunlaşan yüzlerce telefon tapesi ve bir kısmı yasal derneklerin toplantıları hakkındaki muhtemelen hukuksuz fiziki takip kayıtlarının hepsi, altı yıl önceki FETÖ’cü polis ve savcıların arşivinden ve yürüttükleri soruşturmadan alınmış.
Geriye kaldı tanık ifadeleri ve ihbarlar.
Bu ihbarlardan ikisi emaille Temmuz 2013’de yapılmış. Yani yine FETÖ’cü polislerin dosyasından.
İhbarlardan biri 2014’ün Haziran’ında Bimer’e yapılmış, içinde Soros’un geçtiği bir yığın komplo teorisinden ibaret.
Dosyaya 2016’dan sonra girmiş yani yeni savcı tarafından eklenmiş yeni üç tanık ifadesi var.
Bunlardan ilki daha önce yazdığımız gibi, eski TKP’li emekli asker Murat Papuç’un Gezi’nin arkasında Soros ve Kavala olduğunu iddia ettiği 2016’daki ifadesi. Zaten Kavala soruşturması da herhangi bir delile, tanıklığa dayanmayan bu emekli askerin, daha sonra bir açıklama yaparak “benim ruhsal rahatsızlıklarım var, niye ciddiye aldılar ki” dediği ifadesinden sonra başlamıştı.
Esas ilginç olanlar ise dosyaya en son eklenen iki tanığın ifadesi. Onlardan biri olan Ercan Orhan Aydın, Gezi sırasında İstanbul Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdür Yardımcısıydı. Darbenin ardından FETÖ’den tutuklanıp, daha sonra etkin pişmanlıktan yararlanmış bir isim.
İkinci tanık Hasan Gül de İstanbul Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdür Yardımcısı. 5 Ekim 2016’da FETÖ gerekçesiyle açığa alınmış.
İkisi de ifadesinde sanıkları tanıdıklarını, Gezi’de aktif olduklarını anlatmışlar. İddianamenin temel suçlamalarıyla ilgili bir bilgi vermemişler.
Yani özetle karşımızda altı yıl önce şimdi tutuklu olan FETÖ’cü polisler ve firari olan FETÖ’cü savcı tarafından toplanmış deliller ve üretilmiş iddialar üzerine kurulmuş, 2016’dan sonra da bir eski TKP’li emekli asker ve FETÖ’den yargılanan iki eski polisin tanıklığının eklendiği bir iddianame var.
Bu durumda “yeniden kıymetlendirme” den kasıt herhalde altı yıl önceki dosyanın yeniden alınıp kıymetlendirilmesi olabilir.
Bir an için savcının dediği gibi olduğunu düşünelim. Yani FETÖ’cü polis ve savcıların altı yıl önceki dosyası “yeniden kıymetlendirilmiş” olsun.
Peki, bu iddianamedeki deliller Gezi’nin Soros’un parası, Otpor-Kanvas’ın eğitimi ile Osman Kavala, Mehmet Ali Alabora’nin da aralarında olduğu bu 16 isim tarafından organize edildiğini ispatlıyor mu?
Çok basit olarak söylersek; bunun için iddianamede yüzlercesi yer alan tapelerde, fiziki takiplerde, para akışlarını gösteren MASAK raporlarında Gezi’nin bu isimler tarafından hazırlandığını ve finanse edildiği gösteren bir delil ortaya konmalıydı.
Bu delilin de 28 Mayıs 2013, yani Gezi Olayları’nın başladığı günden önceki bir tarihe ait olması gerekirdi.
Ama iddianameye giren en eski tapenin tarihi 30 Mayıs 2013.
Yani Gezi Olayları’nın başlamasından iki gün sonrasına ait. Diğer tapelerdeki telefon görüşmelerinin hepsi bu tarihten sonra Kasım 2013’e kadarki zaman diliminde yapılmış. Yani iddianamede Gezi’nin önceden organize edildiğini gösteren bir telefon tapesi ya da fiziki takip delili yok.
Peki, iddianamede Gezi olaylarını Soros, Açık Toplum Vakfı ve Osman Kavala’nın finanse ettiğine dair bir delil var mı?
İddianamede, MASAK raporlarına dayanarak, Açık Toplum Vakfı ve Kavala’nın sahibi olduğu Anadolu Kültür’ün 2005’den 2016’lara kadar bütün nakit akışı, aldığı bağışlar, verdikleri fonların dökümü verilmiş.
Fakat bu dökümlerde Romanlar için çalışan derneklerden Ankara Üniversitesi Vakfı’na, içinde AK Partili kadın siyasetçilerin de olduğu Kader’den TESEV’e kadar onlarca dernek ve vakıfa çeşitli projeler için verilmiş fonlardan ya da paralardan bahis varken, Gezi’ye aktarılmış bir kaynakla ilgili bir delil ya da döküm yok.
Dökümlerde ve tapelerde görünen projelerden biri Açık Toplum Vakfı’nın Türkiye’nin AB adaylığını desteklemek için kurduğu, başkanlığını eski Finlandiya Cumhurbaşkanı Marti Ahtisari’nin yaptığı Bağımsız Türkiye Komisyonu.
2004’ten 2014’a kadar çalışan heyet, defalarca Ankara’da Başbakan Erdoğan tarafından da kabul edilmiş. Son görüşme Soros’un arkasında olduğu iddia edilen Gezi’den sonra yapılmış. Türkiye’de kapanmak zorunda kalan Açık Toplum Vakfı’nın desteklediği heyetin 2014 yılına ait raporu hala AB Genel Müdürlüğü’nün sayfasında yer alıyor.
İddianamede Osman Kavala’nın, yani Soros’un Gezi’yi finanse ettiğine delil olarak ise üç tape gösterilmiş.
Bunlardan ilki 30 Mayıs 2013 gününe ait.
Yani Gezi olaylarının başlamasından üç gün sonra.
M.Ö. adlı bir kişi Osman Kavala’yı arayıp “Gaz maskesi alıp, gençlere dağıtılsın gibi teklifler geliyor. Bunlar için destek yapmak isteyen insanlar var. Böyle bir şeye sen de katkıda bulunur musun” diye soruyor. Kavala da “Bulunurum katkıda tabii. Bunun için bir kişi hesap açtırmalı ya da nakit para toplamalı” diyor.
Ama 11 Haziran 2013 günkü başka bir tapeden bu paranın toplanıp, gaz maskesi alınama işinin de pek başarılı olmadığı anlaşılıyor
Ö: Ya bir şey söyleyeceğim şimdi bilmiyorum Twitter’dan falan takip etmiyorsundur sen burada bu uyduruk gaz maskesi de olsa gaz maskesine ihtiyaç var ya.
Kavala: Napalım nerden bulabiliriz?
Ö: Ya işte bilmiyoruz ki acaba şeyde KOÇTAŞ da belki vardır ama emin değiliz yani hery erlerde bitiyor.
Kavala: Bu şeylerden diyorsun değil mi yani en uydurukları var onlar işe yaramaz zaten.
İddianamede Kavala’nın Gezi’nin sponsoru olduğuna delil gösterilen tapelerden biri de şu:
Kavala: İyi iyi, Yani Gezi’deki durumu normalleştirmek lazım artık.
T : Evet evet, işin en iyi tarafı Gezi’de şeyler yok.
Kavala: Örgütler yok
T: Yani o örgütler yok.
Kavala : Ortada bir masa var mı? Böyle plastik pasa bulup çok çok faydalı oluyor. Plastik büyükçe bir masa ve 10-15 tane iskemle olursa...Bi bak da ben Cezayir (Cezayir Lokantası) ayrılmadan söylersen ben şu açılır kapanır masalardan buradan getirebilirim.
Ve son olarak savcının Kavala’nın Gezi’nin sponsoru olduğuna delil olarak koyduğu son tapeye ve bu sonuca nasıl vardığına bakalım:
“Kavala: ...Poğaça ama dur bak onları söyle sen de...
Ö: ...Küçük meyve suyu olur su olur süt süt önemli küçük süt
Kavala: Peki tamam” şeklindeki görüşmelerden şüphelilerin bahse konu eyleme katılan şahısları finanse ettiği...”
İddianamedeki ne tapeler ne de para akışlarını gösteren deliller, Gezi öncesine ait bir organizasyonu, hazırlığı ispatlamıyor.
İşte bu noktada iddianame 2013 yılında FETÖ’cü polis şefi Nazmi Ardıç’ın fezlekesindeki Occupy Wall Street- Otpor-Kanvas kartını açıyor.
Hem de iddianamenin girişinde.
İlk satırlarda savcı Gezi ayaklanmasını, AK Parti iktidarının da büyük destek verdiği Arap Baharı’na benzetirken, siyasi rengini de belli ediyor:
“Halklar, özgürlük mücadelesi adı altında hükümetleri resmen devirmiştir... Bu süreçte İslami demokrasi talepleri artmıştır.”
“Ülkemiz dışında benzer biçimde sahneye konulan ‘renkli devrimler’ ve ‘Arap baharı’ olarak anılan akımlar”a savcının verdiği bir sonraki örnek Ekim 2011’de New York’ta başlayan kapitalizm karşıtı Occupy Wall Street hareketi.
Hareketle eş zamanlı bütün dünyada yapılan eylemlerden biri de Kasım 2011’de İstanbul Taksim’de yapılmıştı. Bu eyleme, aktivist kişiliğiyle bilinen Memet Ali Alabora’nın katılması savcıya göre Gezi Ayaklanmasının öncülüydü.
İddianame 2012’de ODTÜ’deki öğrenci eylemlerini de bu hazırlıklara eklemiş ve şu kanaate varmış:
“Kısaca ülkemizde 2012 yılı içerisinde OTPOR/CANVAS denetiminde, şüphelilerin oluşturduğu kollektif yapı tarafından bir halk hareketi için defalarca nabız yoklanmıştır.”
“Nabız yoklanmak” gibi pek hukuki olmayan sözlere takılmayıp, bu OTPOR/CANVAS’ın ne yaptığını önce yine iddianameden okuyalım:
“Gezi kalkışması sürecinde ülkemizde gelişen olaylar bir arada değerlendirildiğinde; OTPOR veya türevlerinin giriştiği eylemlerin amacının demokratik bir yönetim oluşturmak olmadığı, Mısır ülkesinde Hüsnü Mübarek’in devrilmesi sonrasında ülkede demokratik biçimde yapılan ilk seçimler sonrasında Cumhurbaşkanı seçilen Sn. Muhammed Mursi’nin çok kısa sürede bir darbe ile devrilmesi örneğinde olduğu gibi OTPOR veya türevlerinin bu yöndeki anti demokratik uygulamalara karşı herhangi bir tepkide dahi bulunmadığı gibi darbeye direnen, şiddet gören ve hatta ölümlerle sonuçlanan birçok müdahaleye maruz kalan demokratik yönetim yanlısı halkın yanında yer aldığına dair herhangi bir açıklamada dahi bulunmadıkları görülmektedir. Buradan da OTPOR veya türevlerinin arkasında yer alan küresel sermayeye hükmeden odakların, kendileri gibi düşünmeyen, kendilerinin emellerine hizmet etmeyen veya kendilerinin dünya ülkelerine dayatmaya çalıştıkları Ortadoğu coğrafyası gibi bölgelerin siyasi haritalarını kabul etmeyen yönetimlere yönelik kalkışmalara giriştikleri, bu odakların amacının demokratik yönetimler oluşturmak olmadığı anlaşılmaktadır.”
Bir köşe yazısı gibi duran bu değerlendirmede savcının epey kızdığı anlaşılan OTPOR! (Direniş) kim peki?
2000 yılında Bosna katili, savaş suçlusu Sırbistan Devlet Başkanı Miloseviç’i deviren protesto hareketine öncülük eden gençlik hareketi Otpor!
CANVAS ise yine bu protestolardan doğmuş, “Şiddetsiz Eylem” taktikleri üzerine eğitimler veren Belgrad merkezli “Uygulamalı Şiddetsiz Eylem Stratejileri Merkezi”nin kısaltılmışı.
Peki bütün bunlar nasıl Gezi Olayları’na bağlanmış?
Yine ilk olarak 2013 yılında FETÖ’cü polis şefi Nazmi Ardıç’ın yazdığı şu paragraftaki iddialarla:
“Ülkemizde gerçekleşen kalkışmada ön plana çıkan şahıslar ile farklı ülkelerde meydana gelen olayları organize ettikleri bilinen OTPOR/CANVAS eğitmenleri arasında irtibat olduğu tespit edilmiş olup, bu bağlamda; OTPOR yöneticilerden İvan MAROVİÇ’in, 18-21 Haziran 2012 tarihleri arasında ülkemizde bulunduğu, devam eden süreçte şahsın Mısır ülkesinde olduğu sırada Gezi Parkı Eylemlerinde ön planda bulunan Memet Ali ALABORA ve birlikte hareket ettiği şahısların 07-15 Temmuz 2012 tarihleri arasında Mısır’ın başkenti Kahire’de bulundukları anlaşılmıştır. Aynı zaman dilimi içerisinde Açık Toplum Vakfı yönetim kurulu üyesi olan Mehmet Osman KAVALA’nın da yaklaşık 25 günlük süreç içerisinde önce Belçika ardından Almanya ülkesine ardından da Amerika Birleşik Devletlerinde ve sonrasında da yeniden Almanya ülkesinde olduğu tespit edilmiştir. Dolayısıyla şahısların Kahire'de bulundukları bu dönemde OTPOR yöneticisi İvan MAROVİÇ'ten halk ayaklanması ile ilgili eğitim aldıkları, yine Mehmet Osman KAVALA’nın ise bahsi geçen seyahatleri ile kalkışma hareketinin bir başka ayağının koordinesi maksadıyla Belçika, Almanya ve Amerika Birleşik Devletlerinde bulunduğu tespit edilmiştir.”
2013’teki fezlekede olduğu gibi 2019’daki iddianamede de OTPOR ve CANVAS eğitmenleri ile Kavala ve Alabora arasında bir ilişki olduğuna gösterilen tek delil, seyahat dökümleri.
Tanıştıkları, görüştükleri hatta eğitim aldıkları ise daha önce polis şefinin şimdi de savcının varsayımından ibaret. Seyahat dökümleri dışında elde hiçbir delil, tespit ya da tape yok.
Yani savcı özetle; İvan Maroviç 2012’de üç günlüğüne Türkiye geldiğinde ve Mısır’a gittiğinde kesin Memet Ali Alabora’ya halk ayaklanması eğitimi vermiştir diyor.
Kavala’nın o tarihlerde başka ülkelerde olduğunu bizzat kendisi yazdıktan sonra ise “şahısların Kahire'de bulundukları bu dönemde” diye devam ediyor.
Yani iddianamenin en iddialı ama en tuhaf kısmına geldik.
İddianamede Otpor liderlerinden İvan Maroviç’in 2012’den 2015’e Türkiye’ye giriş ve çıkışlarının listesi var. Bunlardan altısı Maroviç’in halen çalıştığı Kenya’ya Sırbistan’dan gidiş gelişlerinde İstanbul’dan yapılan transfer giriş-çıkışları.
2013 yılının eylül ayındaki Atatürk Havalimanı’na girişi ise fotoğraflı yer almış. Ama Maroviç yalnız değil:
“Türk Hava Yollarının TK608 sefer sayılı uçağı ile İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan yurda giriş yaptıkları bilgisi edinilen 1973 doğumlu Ivan MAROVIC ve 1976 doğumlu Marija MAROVIC’in Atatürk Havalimanı giriş görüntüleri temin edilmiştir. Ivan MAROVIC ve Marija MAROVIC isimli şahısların yanlarında bulunan ve çocukları olabileceği değerlendirilen Relja MAROVIC ile birlikte 30.08.2013 günü saat: 10.25 sıralarında (210) numaralı körük kapısından çıktıkları görülmüştür”
İddianamede Maroviç ailesini çocukları kucaklarında görüyoruz.
Fakat, savcılığa göre bu aile boyu ziyaret ayaklanma eğitimi için. Savcı Maroviç’le de yetinmemiş, internet sitelerinden OTPOR ve CANVAS’ın diğer üyelerinin de isimlerini bulup, Türkiye’ye giriş çıkışları olup olmadığını kontrol etmiş.
Ve ortaya Sırpların da tatil için Antalya’yı tercih ettiği çıkmış:
“Slobodan DIJINOVIC, CANVAS çalışanı Breza RACE, Jelena DJİNOVİC ve Sham ELKWASHASSAYAD isimli şahısların birlikte Antalya İlinde bulunan HİLLSİDE SU isimli konaklama tesisine 01.06.2012 tarihinde giriş yaptıkları ve 07.06.2012 tarihinde çıkış yaptıkları”
“Slobodan DIJINOVIC, CANVAS çalışanı Bojana Kristic MARKOVIC CANVAS üniversite direktörü Breza RACE, Jelena DJİNOVİC, Sham ELKWASHASSAYAD ve Geric ALEKSANDRA isimli şahısların birlikte Antalya İlinde bulunan Hotel SU isimli konaklama tesisine 28.06.2013 giriş yaptıkları ve 05.07.2013 tarihinde çıkış yaptıkları.
Fakat savcı bu açık tatil ziyaretlerini de başka türlü yorumlamış:
“...bu suretle de olayların yaşandığı dönemde OTPOR ve CANVAS hareketinin birçok yöneticisi ve çalışanının ülkemize birçok kez ve yoğun şekilde geldikleri tespit edilmiştir.”
İddiaların merkezinde olan Ivan Maroviç’e emaile ulaşıp, ona hakkındaki iddiaları sordum. Cevapları şöyle
“2012 yazında Türkiye’deydim. Tam zamanını hatırlamıyorum. Ne Alabora ne Kavala ne de başka bir sivil toplum liderleriyle buluştum. Onlarla hiçbir zaman tanışmadım ve karşılaşmadım. Adlarını ilk defa bir kaç yıl sonra bana ulaşıp benzer sorular soran BBC’den duydum. İstanbul’a orada yaşayan eski arkadaşlarımı ziyarete gelmiştim. Onlar Türk vatandaşı bile değil. Ziyaretimin Türkiye politikasıyla hiçbir ilgisi yoktu.
Evet, Kahire’ye gittim ama orada bir tane bile Türk vatandaşıyla karşılaşmadım. Kahire dışında Giza’da Filistinli ünlü aktivist Dr. Mubarek Awad’ın Nonviolence International’ının bir seminerine katıldım. O seminerde hiçbir Türk vatandaşı yoktu.”
İddianamedeki kayıtlardan görüldüğü gibi Osman Kavala, Ivan Maroviç’in İstanbul’da olduğu tarihlerde Almanya’da. Kendisine yakın kaynaklardan aldığım bilgiye göre o tarihlerde eşi Prof. Ayşe Buğra akademisyen olarak Berlin’de bulunduğu için onun yanına gitmiş.
Maroviç’in Kahire’de olduğu sırada ise önce İstanbul’da ardından Güney Kafkasya’da diyalog faaliyetleri yürüten Eurosia Partnership Vakfı’nın Washington’daki toplantısında.
Mehmet Ali Alabora da bundan beş yıl önce bu iddialar ilk kez dillendirildiğinde Kahire’ye gittiğini ama Ivan Maroviç diye biriyle görüşmediğini söylemişti.
Peki iddianamede birlikte yurtdışında eğitimler alıp, Gezi’yi organize ettikleri iddia edilen Kavala ve Alabora arasında bir diyolog, görüşme tespiti var mı?
İddianameye göre ikisi arasındaki tek görüşme 3 Temmuz 2013’de olmuş.
Yani artık Gezi Park’ı olaylarının sönümlendiği bir aşamada.
Görüşmenin içeriği de ortada bir plan, eşgüdüm, üst akıl olduğu iddialarını pek desteklemiyor:
Alabora: "İyi yani hani tam işte bilmiyorum abi biz burada sonuçta ee bir şekilde güvende durmaya iyi olmaya çalışıyoruz yani"
Kavala: “Evet aynen aynen ee ya bir ara bu yani bu hadisenin önümüzdeki şeyleri ne olur hani hep Avrupalılar eee her gördüğüm şey soruyor ki iyi tamam da hanni bu siyasi durumu nasıl değiştirecek ee diye sorup duruyor ee bir ara yani bir kaç arka... kişi oturup bir konuşsak mı?
Alabora: “Yani benim yani şuanda müsait değilim abi ee ya şuan için müsait değilim"
Kavala: "Tamam yani şuan derken zaten bu ... bir hafta sonra 2 hafta sonra falan yapabileceğimiz bir şey"
Alabora: “Anladım yani dediğim gibi şuanda değilim abi ee…Hani şuanda açıkçası öyle bir şeyi de değerlendirebilecek durumda da değilim yani…Ee sonrası için ee ... tekrardan birbirimizle haberleşiriz.
Artık sonuna geldik.
Tekrar başa dönmeden bir şeyi de hatırlatalım. Bu iddianameye göre Gezi’nin arkasında George Soros ve Ivan Maroviç var. Ama her ikisi de bu iddianamede sanık değil. Bu kadar ciddi iddialarla suçlanan bu iki isim hakkında suçluların iadesi anlaşması çerçevesinde bir başvuru var mı? Hayır yok.
O halde en baştaki soruya dönelim.
Altı yıl önce FETÖ’cü polis ve savcıların ürettiği bu zayıf delil ve iddialar nasıl 2019 yılında bir iddianameye girebildi? Ortada yeni bir delil yokken, 2015’deki beraat kararına rağmen yeni bir Gezi İddianamesi neden yazıldı?
Aslında bu sorunun cevabı basit; Aslında bu bir Gezi İddianamesi değil. Aslında bu bir Osman Kavala iddianamesi.
Bu iddianame Ekim 2017’de gözaltına alınan Osman Kavala’nın 489 gün yazılamamış iddianamesi. İddianame, Kavala’nın avukatlarının başvurduğu AİHM’in Türkiye’den istediği savunmaya verilen ek sürenin dolmasından bir gün önce mahkemeye yetiştirildi.
Ve en tuhafı. Bundan iki yıl önce Osman Kavala, tutuklandığında sadece Gezi’den değil, darbeyle de suçlanmıştı. İki tutuklama gerekçesi vardı:
"15 Temmuz darbe girişimi ile ilgili 15-16 Temmuz 2016 tarihinde Büyükada Splendid Otel'de yapılan darbe teşebbüsü sürecinde darbenin organizatörlerinden olan Henri J. Barkey ile yabancı uyruklu kişi ve kişilerle olağanın ötesinde yoğun irtibat kurarak darbe teşebbüsüne katılmak suretiyle anayasal düzeni cebir şiddet yöntemleriyle değiştirmek"
"Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile hükümetini ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye yönelik bir ayaklanma olan ve tüm terör örgütlerinin aktif katıldığı Gezi olayları eylemlerinin yönetici ve organizatörü olmak" ve suçlamalarını yöneltmişti.”
O günlerde gazeteler Kavala’nın 15 temmuz darbesi, Büyükada toplantısı ve Henri Barkey’le ilişkisi üzerine manşet haberler yaptılar.
Fakat ne tuhaftır ki 16 ay sonra çıkan iddianamede darbenin, Büyükada’nın, Barkey’in adı bile geçmiyor.
Çünkü 16 Kasım 2018 günü yapılan operasyonla Kavala’nın bir türlü yazılamayan iddianamesi bir Gezi Parkı olayları davasına dönüştürüldü. Yanına davanın iki tutuklu sanığından biri olan sivil toplum profesyoneli Yiğit Aksakoğlu gibi yeni sanıklar bulundu. Eski arşivlerden de Gezi dosyaları indirildi.
Böyle olunca da karşımıza 657 sayfayı bulmuş, esas suçlamaların içinde olduğu 101 cümlesi “anlaşılmıştır”, 97 cümlesi “anlaşılmaktadır” gibi somut delilden çok kanaat bildiren ifadelerle biten bir iddianame çıktı.
İddia makamı iddialarını desteklemek için 48 cümlede “açıkça”, 9 cümlede “adeta” kullanmak zorunda kaldı:
“oyun çerçevesinde adeta Gezi Parkı eylemlerinin provasının yapıldığı anlaşılmaktadır”
“Bu durum söz konusu olayın PLANLI BİR SENARYONUN ürünü olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.”
“Sn. Recep Tayyip ERDOĞAN’a ve hükümete karşı kışkırtmayı amaçladıkları açıkça anlaşılmıştır.”
“..özellikle de Türkiye Cumhuriyeti Sayın Başbakanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ı yıpratmak olduğu anlaşılmaktadır.”
“Bu haliyle; Gezi parkı olaylarının Batı finansörlüğünde, Orta Avrupa ve Sırp profesyonel devrim ihracatçılarının eğittiği Türkiye distribütörleri tarafından organize edildiği anlaşılmaktadır.”
İddianamenin suç tarihi de, yine iddianamelerde alışık olunmadık bir muğlaklıkta yazıldı: “2014 yılı öncesi."
Fakat her şeyin içine doldurulduğu iddianamede bir şey unutulmuştu; İddiaların üzerine kurulduğu Osman Kavala’nın ifadesini almak.
Tutuklanması üzerinden 16 ay geçmiş Osman Kavala’ya polis sorgusu dışında savcılık tarafından bu iddialar doğru mu diye henüz sorulmadı.
Tahliye talebini 19 kez reddeden mahkemeler bile bir kere kendisini dinlemedi.
Tutuklandıktan sonra ilk kez mahkemenin karşısına ise iki yıl sonra 24 Haziran’da çıkabilecek.
Gezi olayları hakkında herkesin ayrı kanaati olabilir. Beğenmeyebilirsiniz. Türkiye için iyi olmadı diyebilirsiniz. Hatta Gezi’de dış parmak olduğuna da inanabilirsiniz.
Ama burada mesele o kanaatler değil, hukuk.
Çünkü bir miktar hukuk fikri, mantık örgüsü olan biri, 657 sayfalık iddianameyi bitirdiğinde “anlaşılmaktadır” diye biten cümleleri şöyle düzeltmek isteyecektir: “Hayır, öyle anlaşılmamaktadır.”