Gündem

Yetkin: Ergenekon ve 15 Temmuz aynı zincirin halkaları olarak görülüyorsa, devamının geleceği de hesaba katılmalıdır

04 Temmuz 2019 15:27

Gazeteci-yazar Murat Yetkin, "Eğer Ergenekon ve 15 Temmuz aynı zincirin halkaları olarak görülüyorsa, devamının geleceği de hesaba katılmalıdır" yorumunda bulundu. 

"Ergenekon davaları görüntüde AK Parti’yi askeri darbeden koruma, 15 Temmuz ise askeri bir cuntayla AK Parti’yi devirmek amacındadır. Oysa her ikisindeki iki ortak nokta, baş aktörlerinin Cemaatçi olması ve Orta Doğuda kritik gelişmeler yaşanırken Türk Silahlı Kuvvetlerini zayıflatmasıdır" yorumunda bulunan Yetkin, "Ortadoğu’da bugünlerde de (Irak ve Suriye’den sonra) Türkiye’nin bir başka komşusu İran’a yönelik müthiş bir enerji birikimi yaşanıyor ve bu defa İsrail ve Suudi Arabistan gibi iki bölge ülkesi de oyun planının asli aktörleri arasında görülüyor" değerlendirmesinde bulundu. 

Yetkin'in "Ergenekon hesaplaşması: devamı gelebilir, dikkat" başlıklı yazısının ilgili bölümü şöyle:

Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in üç kuvvet komutanıyla birlikte istifası bir dönüm noktası sayılabilir. Koşaner, Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan dahil AK Parti yönetiminin ordunun üzerine Cemaat yönlendirmesi altında gelmesine tepki olarak istifasını 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ardından Meclis’te kurulan komisyona ifade verirken şunları söylemiştir:

“Son 8-9 yıldır aşağı yukarı silahlı kuvvetler kendini koruyamaz duruma geldi. Koruyamayınca ne oldu? Bu kişiler yerleştiler, güçlendiler, rütbe de aldılar, yetkili makamlara da geldiler.”

Koşaner’i söyledikleri aslında yaşananların özeti sayılabilir.
AK Parti ile Cemaat arasındaki paraziter ilişkinin aldığı ilk ağır darbe 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, Erdoğan’ın talimatıyla PKK lideri Abdullah Öcalan ile doğrudan (yani ABD dâhil üçüncü ülkelerin bilgisi dışında) kurduğu ilişkiyi PKK soruşturmasına konu etme girişimi sayılır. Ama onun hemen öncesinde, 6 Ocak’ta Erdoğan’ın atadığı önceki Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un tutuklanması vardır; buna Erdoğan’ın dahi itiraz ettiği biliniyor.
Sonrasını, 15 Temmuz’a giden yolu az çok biliyoruz. Bu yolda, şimdiye dek pek irtibatı kurulmayan olan gelişme, ABD Başkanı Barack Obama’nın 2014 Ekim ayında (artık Cumhurbaşkanı) Erdoğan’ı arayarak Kobani’de IŞİD’e karşı savaşan PKK’nın Suriye kolu PYD milislerine silah yardımı yapacağını bildirmesi ve engel olunmamasını istemesidir. Türkiye sınırlarını açarak Iraklı Kürt savaşçıların da Kobani’ye takviye olarak gitmesine izin vermiştir. Bu aslında 7 Haziran 2015 seçimlerinden önce İmralı ile diyalog sürecinin fiilen kopuşu sayılabilir; PKK o noktadan sonra kendisini ABD’nin ortağı sayarak yeni koşullar istemiştir. Bunun öncesinde Ocak 2014’te (aslında o dönem Türkiye ve ABD’nin, özetle MİT ve CIA’nın birlikte yürüttüğü) Suriyeli rejim muhaliflerine silah ve cephane taşıma operasyonunun daha sonra “FETÖ üyeliğinden” mahkûm olan jandarma, savcı ve hâkimlerce deşifre edilmesi söz konusu olmuştur. O günlerde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun odasının gizlice dinlenmesi ve ifşa edilmesindeki sorumlunun, 15 Temmuz gecesi Genelkurmay giriş kapısındaki çatışmada öldürülen (şimdi Genelkurmay Başkanı olan) Yaşar Güler’in yaveri olduğu bilgisi vardır.


Konuya dönersek ABD, 2014’ten itibaren Suriye coğrafyasında PKK ile işbirliğine başlamış durumdadır ve bu da AK Parti ile Cemaat ilişkilerinin koptuğu döneme denk gelmektedir.
15 Temmuz askeri darbe girişimi, evet halkın da desteğiyle ama ordunun tuzağa düşmeyen çoğunluğunca bastırılmış, ama ordu da bölündüğünün görülmesi suretiyle ağır bir darbe almıştır. Darbe girişiminden sadece beş hafta sonra Suriye’de yürütülen Fırat Kalkanı harekâtında, Rusya’nın desteği önemlidir; keza daha sonra Afrin’deki Zeytin Dalı harekâtında da. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, Ergenekon soruşturmalarının başladığı 2008 yılında, o dönem Erdoğan hükümetinin çok desteklediği Cemaat okullarının ülkesindeki faaliyetini “Amerikan faaliyeti” olarak yasakladığı bu vesileyle hatırlanmalıdır.

ABD’de önce Obama, sonra Donald Trump yönetimi ne Fethullah Gülen’e yönelik bir adım atmakta, ne de Suriye’de PKK ile işbirliğine son vermektedir. Trump, Japonya’da Erdoğan ile ortak basın toplantısında Rus S-400 füzelerinin alımı konusunda Erdoğan yönetimine sahte umutlar dağıttıktan hemen sonra düzenlediği basın toplantısında, Erdoğan’ın IŞİD’le savaşan Kürtleri kırmak için askeri hazırlık yaptığını, ama kendisinin bunu bir telefonla durdurduğunu söylemiştir; söz ettiği bir ara “bugün-yarın” denilen “Fırat’ın Doğusu” harekâtıdır. Kongre’nin Trump’ı S-400 ve yaptırımlar yetkisinin kısıtlı olduğunu açıklaması ardından 3 Temmuz’da ise Trump muhalifi Washington Post gazetesi, “PKK’nın beş kurucusundan biri” olarak tanıttığı Cemil Bayık imzasıyla “Ortadoğu’ya barışı biz getiririz” mealinde bir makale yayınlamıştır. Cemil Bayık daha önce Murat Karayılan ve Duran Kalkan ile birlikte ABD’nin başına ödül konan teröristler listesinde yer almış durumdadır; bu listenin PKK’nın İran’a karşı eyleme geçmemesi sonucu yayınlandığı bilgisi vardır ve demek ki şimdi İran pazarlıkları da devrededir.
Ergenekon davaları görüntüde AK Parti’yi askeri darbeden koruma, 15 Temmuz ise askeri bir cuntayla AK Parti’yi devirmek amacındadır. Oysa her ikisindeki iki ortak nokta, baş aktörlerinin Cemaatçi olması ve Orta Doğuda kritik gelişmeler yaşanırken Türk Silahlı Kuvvetlerini zayıflatmasıdır. 
Ortadoğu’da bugünlerde de (Irak ve Suriye’den sonra) Türkiye’nin bir başka komşusu İran’a yönelik müthiş bir enerji birikimi yaşanıyor ve bu defa İsrail ve Suudi Arabistan gibi iki bölge ülkesi de oyun planının asli aktörleri arasında görülüyor.

Eğer Ergenekon ve 15 Temmuz aynı zincirin halkaları olarak görülüyorsa, devamının geleceği de hesaba katılmalıdır.