Gündem

Yeni YÖK Başkanı Saraç: Üniversitelere 'susturulmuş' demek siyasi söylem, ama bir isteksizlik var

'Bizler siyasetçi değiliz, YÖK'te bulunanlar popülist yaklaşımlardan uzak durmalı'

16 Kasım 2014 12:37

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından YÖK başkanlığına getirilen Prof. Dr. Yekta Saraç, üniversitelerin toplumsal meselelerle ilgili konuşmada isteksiz olduğunu "Üniversiteler 'susturulmuş’ diyemem; bu siyasi bir söylem, ama isteksizlik var" sözleriyle kabul ediyor ve ekliyor: “Fakat üniversite hocaları eleştiri ile hakareti de iyi ayırmalı.”

Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya’nın ardından boşalan YÖK Başkanlığı koltuğuna oturan Saraç, YÖK üyeliğine ilk olarak 2005’te Bakanlar Kurulu kararıyla atanarak kurum tarihinin en genç üyesi olmuştu. Üç dönem üst üste atanan tek üye unvanına da sahip Saraç, Prof. Dr. Ahmet Necdet Sezer ve Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı döneminde atandı. İsmi 10 yıldır bu koltuk için geçen Saraç, son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından YÖK Başkanı olarak seçildi. 

Hürriyet gazetesinden Nuran Çakmakçı'ın sorularını yanıtlayan(16 Kasım 2014) Saraç'ın açıklmalarından bazı blümler şöyle:

* Devletin diğer kurumlarında ‘Paralel Yapı’ operasyonları yapılıyor. Yükseköğretim’de ise bu operasyonların olmadığı, sizin bu görev için seçildiğiniz yönünde iddialar var. Bu konuda bir telkin aldınız mı?

Belki bu sorular, dışarıdan YÖK’e başkan olarak atanan birine sorulabilirdi. Bana sorulduğunda yanlış oluyor. Zira ben 10 sene önce YÖK’e üye seçildim. Bugün farklı anlamda kullandığınız ‘paralel’in o zaman sözlük anlamı dışında bir anlamı yoktu. Evet, elbette bizim düşündüğümüz operasyonlar da var. Temel bilimlerle ilgili mevcut sorunlara karşı operasyon yapacağız, akademik yükseltilmelerin adil ve meşruiyet zemininde olmasını sağlamak için operasyon yapacağız. Orta vadedeki en önemli operasyonumuz ise kalite kurulu kurulması için olacaktır. Bizim gündemimizdeki operasyonlar bunlar ve benzerleridir. Bu operasyonlar da kesin olacak, zamanlı olacak, kamuoyu önünde cereyan edecek. Biz yükseköğretim kurumlarında bulunan öğretim elemanlarının huzursuzluğunu değil, huzurunu istiyoruz. Bize yapılan telkinler ise yükseköğretim çıtasını yükseltmek için gayret sarf etmemiz ve sonuç almamız yönündedir.

* Başkanlık koltuğuna oturur oturmaz 14 üniversitenin rektör seçimiyle ilgileneceksiniz. Kriterleriniz ne olacak?

Rektör seçimi 3 aşamada yapılır. Üniversitelerde seçim yapılır, meşrudur. Yükseköğretim Kurulu’nda seçim yapılır, meşrudur. Cumhurbaşkanlığı tarafından seçim yapılır, meşrudur. Her 3’ü de yasal zemine dayanmaktadır. Bu aşamaların sadece ilkini meşru zemin kabul etmek yanlıştır. Olur ki bir üniversitede öğretim üyeleri şu veya bu sebeple, mesela insani ilişkilerinin iyiliği dolayısıyla bir kişiye rektör olarak teveccüh edebilir. Fakat ikinci aşamada seçim yapılırken öğretim üyelerinin memnuniyetinin yanı sıra mesela o üniversitede kamu kaynaklarının doğru harcanıp harcanmadığına da bakılır. Bu sadece bir örnek. Dolayısıyla her aşamada aynı bakış açısının korunmasını beklemek doğru olmayabilir. Kaldı ki Yükseköğretim Kurulu’nun performansını sadece rektör seçimleri ile değerlendirmek çok yanlış. Fakat rektör seçimine dair uygulamanın tekrar gözden geçirilmesi gerektiği hususunda herkes hemfikir.

* Tıp ve hukuk eğitimine önem veriyorsunuz. Bu konuda bir planınız var mı?

Sağlıkla ilgili iki önemli program var: Tıp ve hukuk programları. Bireyin sağlığı ile ilgili tıp fakültelerimiz var. Devletin sağlığı ile devlet kurumlarının sağlıklı şekilde yürütülmesi, kurumların ahenkli bir işleyişe sahip olması, devlet kurumları ile bireylerin sağlıklı bir ilişki kurabilmeleri ile ilgili hukuk fakültelerimiz var. Biri devletin, diğeri bireyin sağlığıyla ilgili. Bu iki programın en iyi şekilde yürütülmesine dikkat etmeliyiz. Ayrıca her iki programla da ilgili paydaşlarımız var. Hukukta Adalet Bakanlığı, sağlıkta Sağlık Bakanlığı’nın görüşlerini ve kendi yetki alanlarındaki planlamalarını dikkate almak durumundayız. Bu programların sosyal ayağında ise Tabipler Odası ve barolar var. Onların da görüşleri önemli. Bireyin ve devletin sağlığıyla ilgili bu iki programın sıhhatli bir şekilde yürütüldüğünden toplumun bütün kesimlerinin emin olması lazım. Zaten bu iki programda işler iyi gitmiyorsa yükseköğretimin diğer alanları ile ilgili konuşmaya gerek kalmaz.

Ayrıca son yıllarda hukuk, tıp programlarına kaydolan öğrencilerdeki başarı sıralamalardaki makas gittikçe açılıyor. Tıp artık ilk 60 binden öğrenci alıyor. Bu değerlendirilmesi gereken bir durum. Ayrıca devlet üniversitelerindeki hukuk fakültelerindeki kapasite daralmaya, vakıf üniversitelerinde ise artmaya başladı. Bu böyle giderse yükseköğretimin kamusal hizmet yönünün tartışılması gündeme gelir. Bizim bunların üzerine gidip, çözmemiz lazım.

* Sizden önceki Başkan Çetinsaya, üniversitelerin suskun olduğundan, tepki göstermediğinden şikâyet ediyordu. Siz ne düşünüyorsunuz?

Kabul edelim, üniversitelerimizde toplumsal hadise ya da meselelerle ilgili konuşma isteksizliği bulunuyor. Bunun birden fazla sebebi var. Fakat bunun susturulma ile ifade edilmesini yanlış görüyorum. Bu durum dün de vardı, bugün de var. Bu, bizim üniversite geleneğinin tam yerleşmemesiyle ilgili. Aslında eğitim tarihimizin kadim bir geleneği var ama üniversite kültürü dediğimiz olgu daha yeni Türkiye’de. O kültür daha henüz yerleşmedi. Elbette üniversite hocasının, bir toplumsal meseleyle ilgili görüş açıklama ve eleştiri getirme ile siyasi figürlere hakaret etmeyi iyi ayırması gerekir. Kısacası ‘Susturulmuşluk’ ifadesi ancak siyasi bir söylem olarak değerlendirilebilir.

* YÖK’ün imaj sorunu olduğunu düşünüyor musunuz? İmajı değiştirmeyi düşünüyor musunuz?

Çok büyük beklentilerin ve birbirinden çok farklı taleplerin olduğu bir kurumun imaj sorunun olmaması zaten düşünülemez. Fakat bazı yanlış uygulamaların bu imaj sorununu daha da derinleştirdiğini de kabul etmek gerekir. Yine de meselelerin çözümünde imaj endişesi karar alıcıları popülizme de yöneltmemelidir, diye düşünüyorum.

İlk YÖK üyesi atamam Sayın Ahmet Necdet Sezer, sonra Sayın Abdullah Gül zamanında iki defa daha atamam yapıldı. En nihayet YÖK Başkanlığı’na Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından seçildim. Dolayısıyla 3 cumhurbaşkanının tensiplerine mazhar olduğum söylenilebilir. Sanırım 3 dönem üst üste YÖK üyesi atanan bir başka öğretim üyesi yok. Ayrıca uzun süredir YÖK’te olmanın insana kazandırdığı bir tecrübe de söz konusu. Sayın Erdoğan Teziç, Sayın Yusuf Ziya Özcan ve son olarak Sayın Gökhan Çetinsaya zamanında YÖK’te bulundum. Çeşitli komisyon başkanlıkları ve başkanvekilliği görevlerini yaptım. Hem Teziç Hoca’dan, hem de Yusuf Ziya Hoca’dan öğrendiğim şeyler oldu. Her ikisinin de çalışma üslubu birbirinden farklı olmakla birlikte, onların dönemlerindeki üyeliğimin bana katkı sağladığını düşünüyorum. Teziç Hoca’nın konulara yaklaşımdaki ciddiyetine, Yusuf Ziya Özcan Hoca’nın da en sıkıntılı zamanlardaki rahat, hoşgörülü tavırlarını hâlâ hatırlarım. (Erdoğan Teziç ise Prof. Dr. Yekta Saraç için şunları söyledi: Yekta Saraç, benim YÖK Başkanlığım sırasında Genel Kurul’da her zaman inanç ve ideolojik zemine kaymadan akademik ölçülere bağlı olarak eleştirilerini yapardı. Görüşlerimiz pek çok noktada farklı olmasına rağmen onun bu yönünü hep takdir ederim. Kendisi bu konuda öteki arkadaşlara da öncülük etti.)

 

'Popülist yaklaşımlardan uzak durmalı'

 

Kurallara riayet etmeliyiz. Kuralları doğru bulmayabiliriz, eleştirebiliriz. O takdirde bu kuralları dejenere etme, dolanma, muvakkaten unutma yerine usulüne uygun olarak değiştirme seçeneğine yönelmemiz lazım. Özellikle eğitim öğretim konularında bizim bütünüyle keyfilikten uzak durmamız gerekiyor. İdarenin ‘evet’ deme görevi olduğu kadar, ‘hayır’ deme görevi de var. Kamu yararı bazen taleplere ‘evet’ demekten, bazen de ‘hayır’ demekten geçer.

Bizler siyasetçi değiliz. YÖK gibi kurumlarda bulunanların popülist yaklaşımlardan uzak durması lazım. Ayrıca adil olmalıyız. Elbette en önemlisi bütün kararların meşruiyet temelleri üzerinde yükselmesi lazım. Fakat bu düşüncelere sahip insanlar nedense artık günümüzde kuralcı ve katı olarak algılanıyor.

Söyleşinin tamamı için tıklayın.