T24- Yeni Şafak gazetesi kadın yazarları, Selçuk Üniversitesi İlahiyet Bölüm Başkanı Prof. Orhan Çeker'in "dekolte giyene tecavüz sürpriz olmaz" ifadesini sorguladı. Teodora Dani, "O yaşa gelmiş, profesör unvanı almış bir insan bir konuya nasıl bu kadar sığ bakabilir. Kadını suçun mağduru iken suç ortağı ilan etmek İslam'ın hukuk mantığıyla nasıl bağdaştırılabilir" sözleriyle profesörün sözlerini eleştirdi. Fatma Barbarosoğlu ise "Sapıkları koruma seferberliği" başlığıyla biri seküler diğeri ilahiyatçı iki profesörün hadım yasasına karşı çıkmasına gelen tepkileri değerlendirdi. Barbarosğlu, "sapıkların insan hakları korumaya çalışan" profesörlerden İlahiyatçı Çeker'e cephe alınmasını eleştirdi. "Dekolte" açıklmasını gözardı edip hadım yasasına karşı çıkmayı eleştiren Barbarosoğlu, ayrıca soruşturma açılmasını isteyen YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan'ın durumdan vazife çıkardığını ileri sürdü.
Barbaroğlu ve Dani'nin köşelerinde yayımlanan (21 Şubat 2011) yazıları şöyle:
Fatma Barbarosoğlu/ Yeni Şafak
Sapıkları koruma seferberliği ...
İyi ki ölümlüyüz dedim.
Kocaman bir şükür gibi çıktı ağzımdan cümle. Cümle çıkarken ağzımdan, sanki kalbim de yerinden çıktı.
İyi ki ölümlü bir dünyaya bıraktın bizi ey Rabbim dedim.
İyi ki ölümsüzlüğünden bir parça tattırmadın.
Ölümlüyüz .
Bu uzun, sıkıcı, zor, ahlarlarla ahlanmış hayata nasıl katlanırdık yoksa.
İyi ki ölümlüyüz ey Rabbim.
Şükür olsun ölümümüze.
Ya ölümsüz olsaydık!
Ölümün olmadığı bir dünyaya nasıl sığacaktık ey Rabbim!
Şiddetin birinci sırada yer aldığı bir ülkede, yaşamanın acılarına katlanamayan kalbimizi nasıl sustururduk ey Rabbim.
İyi ki ölümlüyüz!
Hasret'in babasının feryadını görürken; görüp de görmelere dayanamazken; ölümlü olduğumuza şükretmekten başka bir şey gelmiyor elden.
Bir çocuğun öldürülmesi değil sadece tanık olduğumuz bela, kafasının taşla ezilerek öldürülmesi.
Üçüncü sayfa haberleriyle ölürken her gün bir parça daha insanlığımız...
Şükrediyorum.
İyi ki ölümlüyüz Rabbim!
Pozitif hukuk kuralları; hunharca planlanıp uygulanmış cinayetlere kurban gidenleri değil de; hunharca cinayet işleyenleri korurken, nasıl sığacağız bu dünyaya Tanrım!
İyi ki ölümlüyüz!
Hırsızlar masum ve karizmatik ekranlarda.
Ev sahipleri salak ve sünepe bütün reklamlarda.
Tecavüz sahneleri raiting malzemesi.
İyi ki ölümlüyüz Tanrım iyi ki.
Nasıl sığacağız kalbini yitirmiş bir dünyaya.
Hasret'in kafasını ezerek öldürmüşler.
Hukuk profesörü 'kimyasal hadım'ı reddediyor. Reddedişine eşlik eden felsefe, zalimlerin de insan hak ve onuru olduğundan boy verip genişliyor.
Fiyakalı bir üniversitenin, hayat tarzının kodları seküler ilmiklerle örülü profesörü, hiç tepki almıyor.
Hangi insanlık hangi onur! Canilerin onuru, sapıkların insan hakları.
Maktullerle işimiz olmaz öyle mi!
Korunacak bir onur varsa evvela ve ahiren önce masumun hakkıdır demiyor kimse.
Profesör telefon ile bağlandığı programda pozitif hukukun kurallarını sayıyor.
Ses yok tık yok. Hukuk kuralları artık aramızda olmayan masumların hukukundan korumak için midir, katilleri, zalimleri sapıkları!
Ölümüne sessiz bütün ağızlar.
Ama bir ilahiyat profesörü! Çağın dilinden bi haber bir ilahiyat profesörü! Sana söylüyorum sen işit gelinim sözünün sırasını şaşırmış bir ilahiyat profesörü!
Söylediğim kimedir, hele benim söylediğimden sapıkların payına düşen nedir diyerek kendine sorular soramamış bir ilahiyat profesörü!
Üç cümleyi arka arkaya getirince kıyamet kopuyor.
Üç gün üç gece her saat başı haberlerde temcit pilavı olarak ikram ediliyor.
İkram dediysek yememe hakkı olmayan bir ikram. Burundan, kulaktan tıkıştırılan bir ikram.
Oysa ilahiyat profesörünün söylemi kendini bağlamaktadır sadece.
Özgür üniversitede özgürce ifade etmiştir düşüncelerini.
Düşüncelerinin yaptırım gücü yoktur.
Soruşturma açılması emrini veren YÖK Başkanı durumdan vazife çıkarmakta acele etmiştir.
Lakin Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, profesörün görüşlerine tepki koymakta haklıdır. Cümlenin sahibi ilahiyat profesörü olduğu için sözlerinin kendisine ait olduğunu, İslam ahlakını temsil etmediğinin altını çizmek için tepkisini dile getirmelidir DİB.
Pozitif hukukun kurallarını sapıkların insan onurunu korumak üzerinden ifadelendiren hukuk profesörünün söylemi gibi değildir ilahiyat hocasının söylemi. Ama yine de birleşmiştir iki ERKEK profesörün söylemi. Birisi ayağını seküler ahlaka basarak konuşmuştur, öteki ayağını dine koyduğunu sanmaktadır.
Çemberin en uzak noktası birleşmiştir "sapıkların insan onuru"nu koruma seferberliğinde.
Birisi pozitif hukuka aykırı demiştir sapıkların kimyasal yöntemlerle hadım edilmesi tepkisine, öteki Hz. Peygamber'in sünnetinde hadım yoktur diye itiraz etmiştir.
Esas tepki gösterilmesi gereken hukuk profesörünün cümleleri iken neden "Bütün Türkiye" ilahiyat profesörüne cephe almıştır!
Çünkü hukuk profesörünün "düşünce hürriyeti" vardır.
Necip ülkemizde sadece ayağını seküler ahlaka basanların düşünce hürriyeti vardır.
Teodora Doni/ Yeni Şafak
"Kadının bütün musibetlerin sebebi olduğunu düşünenler"
"Sorunun odağında kadın var. Sen dekolte giyinirsen bu tür çirkinliklerle karşılaşman sürpriz olmaz. Tahrikten sonra sonucundan şikâyet etmen makul değil" diyen İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı ise ve konuya ilişkin açıklamalarını İslam'ın görüşü olarak sunuyorsa buna karşı tepkisiz kalmak, ses çıkarmamak mümkün değil.
Söz konusu açıklamalar herhangi bir kişinin kendi görüşü olsaydı, fikir özgürlüğü var, beğenmesek de kendi fikri veya "zırva" deyip geçerdik. Lakin konu bu kadar basit değil... Nitekim Sayın İlahiyat Profesörü eleştirilere karşı hâlâ ısrarla sözlerinin doğru olduğunu ancak yanlış anlaşıldığını iddia ediyor.
Şu anda artık kendisi değil "avukatı " konuşuyor. Sayın Orhan Çeker'in avukatı "müvekkillim kendi adına konuştu, fakültesi, üniversitesi, sivil ya da siyasi herhangi bir kurum adına konuşmadı" diyor ki bu doğru değil bence. Hangi kişi veya kurum adına konuşursa konuşsun, konuşan Müslüman bir İlahiyat Profesörü olunca konuşmasının da İslam adına ve Müslümanlar adına olduğunu düşünür herkes. Ki beklenti de ona göre çok farklı olur ve tabii ki tepkiler de.
Ben kendi payıma bir Müslüman ilahiyatçıdan konu ile ilgili olarak çok daha farklı, en azından "Müslüman bir toplumda böyle suçların olmaması eğer oluyorsa toplumun İslam'dan nasıl ve neden uzaklaştığının tartışılması gerektiği" gibi açıklamalar beklerdim. Çünkü ne yazık ki toplumda Prof. Dr. Orhan Çeker'in dile getirdiği görüşün çok ciddi bir karşılığı var. Nitekim konudan haberdar olmamı sağlayan bir okuryazar(!) kendi çapında bir araştırma yaptığını; eşi, annesi, arkadaşları ve yakın çevresinin ilahiyatçı profesör gibi düşündüğünü söyledi bana.
"İnsanlık nereye gidiyor" başlıklı yazımın sonunda "Evet, bu memleket nereye gidiyor, siz de hele bir anlatın bakalım ey her şeyi biliyorum diyenler, ey her konuda ahkâm kesenler, insanlık nereye gidiyor" demiştim. Yoksa o yazımda sormakla yanlış mı yaptım, gündemdeki tartışma biraz da o sorularımın ve çağrılarımın sonucu mu? Suça ortak(!) sayılır mıyım öyle bir çağrı yaptım diye ve öyleyse konuşanlar da beni kırmamak adına sağ olsunlar konuşuyorlar işte mi desem.
Gerçekten sinirlerim bozuldu. O yaşa gelmiş, profesör unvanı almış bir insan bir konuya nasıl bu kadar sığ bakabilir ve sonuçları nasıl düşünmez. Birileri çıkıp da o suçu işledikten sonra savunmasında Sayın Çeker'in görüşünden yola çıkarak taciz ettiği kadın için "ama o da suçlu, İlahiyatçı Orhan Çeker öyle diyor" derse o zaman ne olacak. Konu hakkında bir uzman olarak görüş belirtmek böyle mi oluyor. Erkeği söz konusu suçu işleyecek noktaya getiren sürecin bütün aşamalarını görmezlikten gelerek yalnızca dekolte nedeniyle kadını suçun mağduru iken suç ortağı ilan etmek nasıl bir hukuk anlayışıdır. Bu anlayış İslam'ın hukuk mantığıyla nasıl bağdaştırılabilir. Sayın Çeker, yüzyıllardır yapılanı yapıyor, hem suça ortak arıyor ve buluyor hem de en kolay yolu seçiyor. Sistemle, kurumlarla uğraşmak istemiyor, çünkü zor geliyor, göze alamıyor.
Nitekim avukatın açıklamasından da öyle anlaşılıyor ki kurumlar insandan çok daha önemli, aman o kurumlar zarar görmesin. Hem böyle demek istemedi hem de kendi adına konuştu, diyor. Bir de "Milli politika olarak herkes ahlak eğitiminden geçirilmeli" deniliyor ki bu önerinin arka planını ve nasılını anlayabilene aşk olsun.
Bir kadın milletvekili, Sayın Çeker'in bir akademisyen olarak fikir özgürlüğü bulunduğunu, yapılan eleştirilerin gereksiz olduğunu söylerken; bir başka kadın milletvekili de birkaç ay önce bir şehirdeki kız çocuklara yapılan taciz ve tecavüzleri araştırdıktan sonra rahatlıkla "çocuklar kendileri gidiyorlarmış, şeker kraker karşılığı erkeklere elletiyorlarmış" diyordu.
Her nedense suç hep kadınlarda, suç hep kızlarda... Kur'an'da uyarının önce erkeklere yapıldığı hep gözardı ediliyor her nedense. İşte mealen Nur suresi 30. ayet: "Mümin erkeklere söyle: Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Gerçekten Allah, yapmakta olduklarından haberi olandır."
Daha doğumdan itibaren annenin çocuğunu emzirmemesiyle başlayan yanlışlıkları kadının dekoltesine bağlamak nasıl bir anlayış. Eğitim(!) için çocuklarımız daha küçücük yaştan itibaren sistem tarafından ellerimizden alınıyor. Çocuklarımızın kokusuna hasret yaşıyoruz ve çocuklar da annelerin sevgisinden, ilgisinden mahrum kalıyor.
Yaşları çok ilerlemiş ama evlenememiş gençlerin sayısı her geçen gün artıyor, ne yazık ki bunu da umursamıyor erkek egemen toplum ve olanca sevgisizliğiyle bencilliğiyle kadınları hep zayıf bırakmak için elinden geleni yapmaya devam ediyor, bütün refleksleri buna ayarlı. Böyle olunca da tüm dünyada eli kalem tutan birçok kadın, Fransa'nın yaşayan kadın şair ve müzisyenlerinden Zazie'nin "Kadınlar, saf tutalım" şiirindeki gibi erkeklere şöyle seslenmeye devam edecek:
Havva Ana'nın yalnızca/ dem Baba'nın kaburga kemiğinden ibaret olduğuna inananlar./ Ve kadının bütün musibetlerin sebebi olduğunu düşünenler./ Ve yeryüzünde,/ Tanrı'dan sonra, tek yetki sahibi olduğu cüretini gösterenler./ Havva Ana'nın gözü yaşlı kızlarına gülenler... Saf tutalım kadınlar,/ gücümüze güç katan,/gözyaşlarımız olacaktır./
Not: Şiirin Fransızca'dan Türkçe'ye çevirisini yaparak bana ulaşmasını sağlayan ve hatırlatan Sayın Nizamettin Karabenk'e çok teşekkür ediyorum.