Yeni Şafak yazarı ve iletişim uzmanı Ali Saydam, Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK), Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'da geçersiz sayılan mühürsüz pusula ve zarfları son anda geçerli sayması ile başlayan tartışmalarla ilgili olarak "Bu iş de sadece 'Ben haklıyım, kanunlara dayanarak karar veriyorum' demekle olmaz. Hakikati algı ile buluşturmakla, o süreci yönetmekle olur" dedi.
Ali Saydam'ın "YSK mühür iletişimini yönetmeli …" başlığıyla yayımlanan (20 Nisan 2017) yazısı şöyle:
Bu sefer karpuz efekti Batı'da… Ortadan ikiye bölünmüşler sanki… Bir kısmı kendilerine 'acı gelen gerçeği' (!) kabullenmiş vaziyette. Bir kısmı da çemkirmeye devam ediyor… Türkiye'ye hele de Cumhurbaşkanı Erdoğan'a düşmanlık hâlâ had safhada…
İşte bir örnek: Dün iki derecelendirme kuruluşundan, iki farklı referandum yorumu geldi.. Moody's, Türkiye ile ilgili yayınladığı raporunda referandum sonucunun başa baş olmasının belirsizliği artırdığını ifade ederken, diğer bir kredi derecelendirme kuruluşu olan Fitch ise referandumun ekonomik reformların yapılması için alan açabileceği değerlendirmesini yaptı.
Uluslararası Para Fonu (IMF) Türkiye'nin 2017 yılı için ekonomik büyüme beklentisini yüzde 3'ten 2.5'e düşürdü. IMF, 2018 yılı için ise Türkiye ekonomisinin yüzde 3.3 büyüyeceğini öngördü. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek de Twitter'dan paylaştığı mesajda, “IMF'nin Türkiye ekonomisine ilişkin tahminleri muhtemelen yine yanlış çıkacak” dedi.
Batı basınını şöyle bir izlerseniz, sağlıklı bir fikir vermekten çok uzaklarda, birbiriyle tamamen ters öyle aykırı yorumlarla karşılaşırsınız ki, ne diyeceği başından belli olan en Batı hayranı en ecnebi Türk aydını bile ne düşüneceği konusunda apışır kalır.
Bu arada Sayın Kılıçdaroğlu'nu da anlamak gerek. Ayağının altından halı çekiliyormuş gibi davranıyor. Haklı bizce. Liderliği sallantıda… CHP'nin önündeki büyük fırsatı görememesini, iyi bir 'kaybeden' olamayışını, fırsatları kaçırdığı her 8 seçimde yarattığı bahanelerle kendisini galip gösterme refleksini, bu kez 'tanımıyorum!' şeklinde zirveye taşıyarak ortaya koyduğu agresif kışkırtıcı tutumuyla her türlü tahrike başvurmasını anlamak lazım. Kendisi için yolun bittiğini görüyor çünkü…
CHP'nin ve özellikle Genel Başkanının dayandığı asker – sivil – aydın bürokratik cephesi son kurşunlarını da attı… Bir tek Avrupa kaldı Kemal beyin sırtını yaslayacağı; Batı üzerinden tahrik edip harekete geçireceği kanalların da terör odaklarıyla bağlantılı olmasına bile aldırmadan meydanlara yönelmekte buluyor son umudu…
Ancak bu zemin üzerinden sonuç alması artık mümkün değil… Bir süre sonra öncelikle hırçınlığı, Kemal beye zarar verecektir. Kimsenin şüphesi olmasın. Mecliste HDP ile aynı dili konuşmak bu toplumun en CHP'li kesimlerinin bile uzun süre taşıyabileceği bir yük değildir…
Peki Yüksek Seçim Kurulu açısından bakıldığında ne söylenebilir?
Söylenecek çok şey var.
Bir: Burada onlarca defa yazdığımız şeyi tekrarlayalım: Müphemiyet yaratmak iletişimin bir numaralı düşmanıdır. YSK'nın referandum uygulamaları konusunda iletişimi doğru dürüst yönetememekten kaynaklı pek çok sorunun yanıtı hâlâ verilememekte; bu da ciddi bir algı boşluğu (müphemiyet) yaratmaktadır. Kaç zarf mühürsüz olarak kabul edilmiştir. 2,5 milyon mu 2 bin 500 mü? Yoksa daha mı az?
İki: Ortada bir kriz var mıdır? Bu sorunun yanıtı ikinci bir sorunun yanıtında yatmaktadır: Ortada bir hasar var mıdır? Bizce vardır. AK Parti itibarı, hükümetin itibarı ve en önemlisi YSK'nın itibarı yara almaktadır.
Durduk yerde yaratılmış bu krizi kimin yönetmesi gerekmektedir? Tabii ki YSK'nın. YSK iletişim yönetimi konusunda inanılmaz bir amatörlük sergilerken (bir tek referandum gecesi YSK Başkanı'nın yaptığı o kısa ve yetersiz konuşma vardır ortada) oluşan iletişim boşluğunu CHP lideri inanılmaz tezvirat ve abartı ile doldurmak için çaba harcamakta; YSK'nın yarattığı iletişim boşluğunu ise Sayın Başbakan kapatmaya çalışmakta, bu şekilde AK Parti kesinlikle tarafı olmadığı bir çelişkinin içine çekilmektedir.
Üç: YSK yasaların kendisine verdiği yetkiler çerçevesinde aldığı kararlarda tamamen haklıdır. Ancak her zaman ifade ettiğimiz gibi algılamada hakikat ile gerçeklik (realite), yani hakikatin algılanan kadarı, hiçbir zaman üst üste gelip, eşit ve özdeş olmaz. İletişimin görevi gerçekliği hakikate yaklaştırabilme konusunda tezahür eder. Algı, hakikate ne kadar yaklaştırılabilirse, iletişim o kadar başarılı olmuş sayılır. İşte bu noktada YSK'ya ciddi bir iletişim sorumluluğu düşmektedir. Müphemiyet ve tereddüt yaratacak bilgileri mümkün olduğu kadar izale etmek, algının düzelmesine de imkân verecektir.
Bu iş de sadece 'Ben haklıyım, kanunlara dayanarak karar veriyorum' demekle olmaz. Hakikati algı ile buluşturmakla, o süreci yönetmekle olur.