Yeni Şafak gazetesi yazarı İsmail Kılıçarslan, "Türkiye’deki seküler-muhafazakâr çatışmasının 'semboller' ve 'gündelik politika' üzerinden derinleşmesini, kökleşmesini, dal budak salmasını Türkiye’nin geleceği açısından sağlıklı da bulmuyorum, sürdürülebilir de." düşüncesini dile getirdi.
Kılıçarslan yazısında, "Madalyonun diğer tarafında ise Taksim Camii’ni açılmasını “Ayasofya’nın açılması ile eşdeğer” gören muhafazakarlık var. Bunu devasa bir politik zafer olarak kutluyorlar ve bu kutlamaya coşkuyla katılmaya davet ediyorlar herkesi. Oysa Ayasofya, Türkiye’nin bağımsız ve kendi kararlarını verebilen bir ülke olduğunu göstermesi bakımından hayati önem arz ediyordu. Aynı önemi Taksim Camii’ne atfetmek, hem bu güzel camiye hem de Ayasofya’ya haksızlık etmek anlamına gelir. Taksim’i kimseden almadık, Taksim’i fethetmiyoruz da, orası net. Ne var ki Taksim Camii’nin açılışı sekülerler tarafından bu denli siyasallaştırılınca cami açılışı muhafazakarlarda bir “fetih duygusu” oluşturuyor. Kaçınılmaz olarak oluşan bir sarmal bu." yorumunu yaptı.
Kılıçarslan şu ifadeleri kullandı:
"İşte benim kendi adıma “tehlikeli” bulduğum yer de burası. Türkiye’deki seküler-muhafazakâr çatışmasının “semboller” ve “gündelik politika” üzerinden derinleşmesini, kökleşmesini, dal budak salmasını Türkiye’nin geleceği açısından sağlıklı da bulmuyorum, sürdürülebilir de. Ben, Türkiye’nin varoluş ve var kalış mücadelesinde feda edebileceği tek bir insan olmadığını düşünen taraftayım. Bütünüyle Batı değerleriyle hareket ederek modern dünyanın inşa ettiği kültürel iktidara köle yazılan sekülerlerin de, Taksim’e cami yapılınca Fetih Marşı okuyan muhafazakarların da, hatta olana bitene belirli bir mesafeden bakabilme kabiliyetini muhafaza etmeye çabalayan bazı diğerlerinin de bu varoluş ve var kalış mücadelesinin bir parçası haline getirilmesinin hayati olduğunu düşünüyorum.
Son zamanlarda sık sık dillendirdiğim ve başkalarından da sıklıkla duyduğum “yeni bir toplumsal mutabakata ihtiyacımız var” cümlesini buradan ve böylece anlamaya, anlatmaya çabalayışım da bu yüzden. Ve bir yanlış anlaşılmanın önüne geçmek üzere ifade etmeliyim ki önerdiğim şey “hayat tarzlarımızı değiştirmek” değil. Tam tersine “hayat tarzlarımızı bir kavga alanı olmaktan çıkarma cesareti”ni gösterebilmek.
2023’e “yeni anayasa” tartışmalarıyla girip, yıl içinde yeni bir anayasayı oylamış olacağız anladığım kadarıyla. Bu anayasanın bahsettiğim “toplumsal mutabakat”a ve “cesaret”e kesin bir katkı vermesi en büyük umudum. Taksim Camii, hayırlı olsun. Banisine kıyamete dek ecir versin. İçinde nice namazlar kılınıp nice güzel dualar edilsin. Dualarımızın ortak noktası Türkiye olsun. Çünkü Türkiye “kabul edilmiş bir dua” olursa dünyanın hikayesi güzelleşecek."