Yeni Şafak yazarı Süleyman Seyfi Öğün, 7 Haziran seçim sonuçlarını değerlendirirken "AK Parti küskünleri, bizzat AK Parti'nin var ettiği orta sınıflardan geldi" ifadelerini kullandı. "Endişeli ve gayrı memnun seçmen"in başkanlık sistemini kabul etmediğini ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın siyâsete müdâhil olma imkanının sona erdiğini yazan Öğün, "Eğer siyâsete müdâhil olmayı sürdürürse, ister AK Parti'li olsun, ister olmasın kurulacak bir koalisyon hükümeti ile Külliye arasındaki ilişkiler zora girmiş olacak; yürütme krizleri yaşanacaktır. Doğru olan; 'düşük profil' vermeyi tercih etmesidir" dedi.
Süleyman Seyfi Öğün'ün Yeni Şafak'ta "2015'in karılmaları(1)" başlığıyla 11 Haziran 2015'te yayımlanan yazısı şöyle:
Her siyâsal seçimden sonra “Seçmen hangi mesajları veriyor?” soru-başlıklı değerlendirmeler yapılır. Bunun çok anlamlı bir soru ve değerlendirme tarzı olduğunu düşünmüyorum. Seçmenler, “Haydi oturalım, şu siyâsîlere bir mesaj vereyim”, diye oy kullanmazlar. Oy verme davranışı, özellikle de Türkiye gibi memleketlerde “hissi” yönelişlerle gerçekleşir. Seçmenlerin kendi dertleri vardır. Herkes derdince bir tercihte bulunur. Bunun elbette bir “aklı” vardır ama, bu aklın sağduyu temelinde “akılcı” olmasını bekleyemeyiz. Seçimlerin ardından çıkan tablo, soyut ve sağduyulu bir seçmen ideal tipinin eseri değildir. Homo Economicus ne kadar masalsa, “Zoon Politicon” da o kadar efsânedir.
2015 seçimlerinin sonuçlarını çok kaba hatlarıyla değerlendirmek mümkündür. Bunu AK Parti ile başlatarak tek tek, partiler temelinde yapalım:
1)AK Parti'nin “hâkim parti” olma niteliği ortadan kalkmıştır.
2)AK Parti'nin istediği “Başkanlık” rejimine geçiş rafa kalkmıştır. Kurumları çürümüş; ama şöyle böyle hâlâ işleyen 12 Eylül “hukuksuzluğu”nu, Kurucu Yasa vizyonu ile aşmak irâdesi yerine, belki onun bir sonucu ya da unsuru olabilecek Başkanlık rejimini odağa almak sorunluydu. Endişeli ya da gayrı memnun seçmen kitleler bunu sahiplenmedi.
3)Sayın Cumhurbaşkanı'nın siyâsete müdâhil olma pratiği imkânı sona ermiştir. Eğer siyâsete müdâhil olmayı sürdürürse, ister AK Parti'li olsun, ister olmasın kurulacak bir koalisyon hükümeti ile Külliye arasındaki ilişkiler zora girmiş olacak; yürütme krizleri yaşanacaktır. Doğru olan; “düşük profil” vermeyi tercih etmesidir. Karizmatik kültürün gereği olarak, ne düşündüğü bilinmeyen, ama merak edilen bir lider; konuşan, üstelik istediğini konuşamayan; bu yüzden de inandırıcılığı tartışmalı hâle gelen bir liderden daha fazla enerji ve güç biriktirir.
4)AK Parti Kürt seçmenler tabanındaki desteğini kaybetmiştir. Muhtemelen, seçim öncesi yapılan araştırmalar, AK Parti'nin karar alıcılarına çift yanlı bir erime olduğu bilgisini veriyordu. AK Parti, MHP'ye kaçan oylarını muhafaza etmeye mâtuf bir kampanya yürüttü. Bununla da iyi yapmadı. Kürtleri kaybetti. Bunun geri dönüşü olur mu, bilmiyorum. Ama tablonun hiç de iç açıcı olmadığını öngörebiliyorum. AK Parti'yi merkeze taşıyan ve onu bir hâkim parti olma noktasına getiren dinamik, CHP, MHP gibi partilerin oy alamadığı bir coğrafyada, bölge partisi olan HDP ve önceki türevleriyle korakor mücâdele edebilecek bir taban tutturmasıydı. Bu, Cumhuriyetin en temel siyâsal mirâsı olan “ulus inşâsı” konusundaki krizin çözülmesi konusundaki en büyük umuttu. AK Parti bütün çelmelere rağmen, hattâ MHP'ye oy kaybetme riskine karşı kampanyasını Güney Doğu ve Doğu'da tutunabilme eksenine taşımalıydı. Bu yapılmadı. Belki MHP'ye kayan bir kısım oylar geri alındı; ama HDP'nin Kürt siyâsal kamuoyunu konsolide etmesinin önüne geçilemedi. Neticede AK Parti, söylemini sağcılaştırarak MHP'ye yakınlaştı.
5)AK Parti'nin alt orta sınıflar başta olmak üzere sahip olduğu desteğin aşındığı anlaşılıyor. AK Parti'nin, paternalizm karşısındaki sorunlu konumunu ve buradan türeyen sağcılaşma riski üzerine daha önce de yazdım. Organik temalarla bezeli paternalist bir söylemin yeni siyâsal kültürde karşılığı olmadığını görüyoruz. AK Parti'nin başarısı yeni bir orta sınıfı var etmekti. Ama orta sınıflarla siyâset götürmek çok esnek bir duruş gerektiriyor. Orta sınıf huzursuzluklarının siyâsetteki etkilerini karşılamak, yatıştırmak ve işlemek hayli hünerli bir yeni siyâsal mühendisliği zorunlu kılıyor. AK Parti küskünleri, bizzat AK Parti'nin var ettiği orta sınıflardan geldi. Orta sınıflara organik bakıp; buradan siyâset üretmenin anlamlı olabilecek yegâne karşılığı; tıpkı 1970'lerde olduğu gibi taşra orta sınıfların ağırlıkta olduğu durumlardır. Halbuki Türkiye'deki yeni orta sınıflar alabildiğine kentlidir ve bu sınıflara özgü olan ve sık sık değişen hassasiyetler, organik baskılamalarla görmeden gelinmemeli; sürekli izlenmeli, ölçülüp tartılmalıdır. Paternalizm yeni siyâsetin dili değildir.
6) AK Parti'nin bir diğer bir sıkıntısı; söylemine derin pozitivizm olarak tanımladığım bir kültürün etkilerine kendisini fazlasıyla kaptırmasıydı. Bu konudaki başarılarını zaten büyük bir kitle gördü ve bugüne kadar da ödüllendirdi. Ama bir seçim kampanyasında yapılmış olanları gereğinden fazla vurgulamak çok güvenilir bir strateji olmasa gerekir. Daha mühimi ise kentli seçmenleri , “Eski Türkiye Kâbusu” ile uyarmaktı. Ben bunun kamuoyunda ters teptiğini düşünüyorum. AK Parti'nin yeni dönemdeki başat ödevi; başarılı, lâkin “neş'esiz, kavgalı ve estetiksiz maddi bir kalkınma”nın yerine neyi koyacağını tâyin etmek olmak durumundadır. Unutmayalım; gülen bir yüzün ardındaki düşünceler buluşçudur ve katı yargılarla gerilen, derin düşüncelere gark olsa da buluşsuz kalan asık bir yüzü ne yapar eder; çözer….
Bütün bunlara rağmen AK Parti yine en büyük parti olma vasfını koruyor. Eksilerek de olsa en büyük kalabilmek, eğer bir fırsata çevrilebilirse sâdece AK Parti'nin değil; Türkiye'nin de önünü açabilir. Diğer partiler üzerinden devam edeceğiz…