E. Barış Altıntaş*
Cumhuriyet’e yönelik operasyonlarda gözaltına alınan ve iddianamede sanık olarak geçen Cumhuriyet yazarı Aydın Engin’le, 24 Temmuz’da başlayacak Cumhuriyet davasının hemen öncesinde görüştük. Yorgun olduğunu söyleyen ancak oldukça enerjik görünen 76 yaşındaki gazeteciye göre, iddianamenin özünü “Cumhuriyet’in yayın politikasındaki radikal değişiklik” oluşuyor.
İddianame savcısı Murat İnam’a göre “ ...yaklaşık olarak son 3 yıllık dönemde bilhassa da 15 Temmuz kanlı darbe teşebbüsüne uzanan süreç ve sonrasında gazetenin yayın politikası, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulunda yaşanan değişikliklerle eş zamanlı olarak, 90 yıllık geçmişinin ve kuruluş felsefesinin tam aksi yönde değişime uğramıştır.”
İddianamede düşüncesini belirten kimi tanıklara göre yönetimde el değişikliği sonrası gazete, “FETÖ/PDY,PKK/KCK ve DHKP/C lehinde çalışan bir yayın organı haline getirilmiştir.”
Peki bu nasıl bir suçlama?
“Bir gazetenin yayın çizgisini değiştirmesi bir iddianamenin konusu olamaz. Dahası, bir savcının, ‘niye yayın çizgisini değiştirdiniz’ diye suçlamaya ne hakkı ne haddi vardır. Her gazete yayın çizgisinde yetkili organları veya yönetimi kararıyla köklü ya da köksüz, az ya da çok değişiklik yapar,” diyor Engin.
Engin’in haklı olarak dile getirdiği gibi, yayın politikasını değiştirmek bir suçsa, Cumhuriyet’e gelinceye kadar birçok gazete bu konuda soruşturmaya uğrayabilirdi. “Eğer yayın politikasını değiştirmek bir suç olarak algılanıyorsa, Cumhuriyet’e böyle bir soruşturma açılacaksa, önce bizim havuz medyası dediğimiz Sabah’tan Akşam’a, Star’a, bilmem neye kadar uzanan gazetelere sorması lâzım çünkü onlar ufak tefek değil büyük değişiklikler yaptılar; tam tersine döndüler. Parti organı haline geldiler.”
“‘Bu nasıl bir gazete?’ diye sormaları gerekir”
Ancak Cumhuriyet neden yayın politikasını değiştirdi? Bu adım, savcının iddia ettiği gibi FETÖ/PDY-PKK/KCK-DHKP/C’yi desteklemeye yönelik olarak mı gerçekleştirildi?
Engin’e göre sorgulanması gereken, yayın politikasını bermutat sabit devam ettiren gazeteler olmalı. “Her gazete yayın çizgisinde hayat ilerlediği için dünya değiştiği için düzeltmeler yapar. Cumhuriyet de bunu yapmıştır ve iyi ki yapmıştır. Yapmasa zaten, örümcek bağlamış bir gazete olurdu. 70’li , 80’li hatta 90’lı yılların, savcının; savcının tanıklarının çok övdüğü Cumhuriyet’le bugünkü arasında fark varsa, bu fark olmalıydı. Örneğin Türkiye’nin en yakıcı sorunu olan Kürt sorununda 90’lı yıllarda sözü bile edilemeyecek olan barışçıl çözüm olanağı belirmiştir. Buna duyarsız kalan bir gazeteyi, olsa olsa kapatırlar. Kapatılması gerekir. Tabii ki bunu mesleki anlamda söylüyorum. 'Bu ne biçim gazete diye?' sormaları gerekir. Cumhuriyet bunu yapmıştır. Türkiye’de yükselen özgürlükler, artan insan hakları talepleri ve sivil toplumun gitgide güç kazanmasına ayak uydurmuştur. Kürt sorunun barışçıl çözümü olasılığını iyi değerlendirmiştir, Kürt sorununa duyarlı bir gazeteye dönüşmüştür. Bu değişiklikler alkışlanması gereken değişikliklerdir.”
“Koskoca profesör söylüyor”
Cumhuriyet’in yönetici ve yazarlarına yönelik iddianamede, gazetenin yayın politikasını değiştirdiğine dayanak olarak önceki dönemlerde Cumhuriyet Vakfı’nda yöneticilik yapmış olan bazı isimlerin gözlemleri gösteriliyor. Elbette, bu kişiler iddianamede tanık sıfatıyla yer alıyor.
Bu insanlar tam olarak kim? Ve ne istiyorlar? Engin şöyle açıklıyor: “Savcı yayın politikasının değiştirilmesini iddianamesinin gizlemeye çalıştığı omurgası hâline getirdiği zaman başvuru kaynağı bir zamanlar Cumhuriyet’te bulunmuş ama gazeteci olarak bulunmamış olan kişiler.. Örneğin Alev Coşkun gibi. Doğal bir seçimle artık Cumhuriyet’le ilişkisi kalmamış olan birisinin söyledikleri önümüze sayfa sayfa geldi ve biz bu şekilde bitmek tükenmek bilmeyen bir Alev Coşkun ifadesini cevaplamak zorunda kaldık.”
“Onun yanı sıra, Cumhuriyet’ten mesleki yetersizlikten ve gene etik sorunlar yüzünden çıkarılmış ve Aydınlık’ta köşe bulmuş olan Mehmet Faraç, kezâ Cumhuriyet’te bir zamanlar şirkette denetçi olarak çalışmış olan, Aydınlık’ta yazı yazan ve tanımadığım Mustafa Pamukoğlu adlı bir zat; kendi kendini CMOK (Cumhuriyet Okurları) temsilcisi tayin etmiş ve ilan atmış olan Namık Kemal Boya adlı bir 68’li.”
“Bunların tanıklıklarından örülmüş iddianame. Daha da var... Bedri Baykam var örneğin; Rıza Zelyurt var. Bedri Baykam’ın Cumhuriyet’te yazılarına son verildiği için bitmeyen bir öfkesi var, Rıza Zelyurt’u tanımıyorum ama Cumhuriyet üstüne çok bilgiç yazılar yazıyor. Gene savcının önem verdiği ve sarıldığı bir isim var, ‘Can Dündar Cumhuriyet’i FETÖ organı haline getirdi’ diye tweet atan Profesör Halil Berktay. Bu ‘değerli kanıt’, savcı; ‘Koskoca profesör de mi bilmeyecek abi?’ diyor. Ben savcıya öbür tanıklar için ‘Bunlar mesleki itibarları sıfırlanmış adamlardır, bu adamların ifadelerine niye cevap vereyim dedim?’ Bana bunu gösterdi.”
Davanın ilk duruşmasından beklentiler
Cumhuriyet davasının ilk celsesinin sonucuna ilişkin bir öngörüde bulmak gerçekten zor. Aydın Engin’in dediği şekliyle: “Bu konuda tahmin bile yapmak istemiyorum. Çünkü bu bir hukuk davası değildir, bu bir siyasal davadır. Dolayısıyla, umarım ve dilerim öyle değildir ama, korkarım karar başka yerlerde veriliyor ve mahkemeler ‘bu karar hukuki değildir’ diyecek dirence sahip değiller.”
“Çok şiddetle ihtiyacım var Cuma günü [tahliyeye] kişisel olarak” diyor Aydın Engin. Tanıkların kim olduğu ortada, ama cezaevindekiler gerçekten kim?
“Gazetemiz için çok önemli çok kilit arkadaşlarımı var içerde Akın Atalay, bu işin CEO’sudur ve gazeteyi nasıl ayakta tuttuğunun ben dolaysız tanığıyım. Murat Sabuncu tanıdığım haber refleksi en gelişmiş iki-üç gazetecilerden biridir. Bunlar çok önemli arkadaşlarımız. Adı duyulmamıştır: Önder Çelik, 35 yıldır Cumhuriyet’te; tiraj raporlarını değerlendirmek, matbaa ilişkileri, kağıt fiyatları gibi konularda ustalaşmış bir adamdı. Dolayısıyla, biz yarı felciz. Çok istiyorum bunların bırakılmasını ama hayal kurmak istemiyorum.”
Cumhuriyet için kilit isimlerin cezaevinde olması gazetedekiler için de oldukça yıpratıcı. Aydın Engin içerideki meslektaşlarını anlatırken telefonu hiç susmuyor. Bir noktada The Guardian gazetesi Türkiye muhabirinin ve Alman bir gazetecinin de söyleşi için beklediğini öğreniyoruz.
“Yaratılmak istenen hava” diye başlayıp sözlerine devam ediyor Aydın Engin. Bu noktada elinde bir kâğıtla birisi giriyor içeriye; imza istiyor. “Ne imzalıyorum ki ben?”
“Görüyorsun, niye yapıyorum ben bu işi, anlamadığım bir iş, dediği adamı tanımıyorum ama imza atıyorum.”
İddianamede kendisi için de TCK 314. Maddeden 15 yıla kadar hapis cezası istediklerini hatırlatıyorum. “Bilmiyorum; inan bakmadım, çünkü gayrı ciddi bir şey...” diyor.
24 Temmuz hakkında en son düşüncelerini soruyorum. Engin, çok açık söylüyor: “Hukuk davası değil, siyasî bir davadır. Cumhuriyet bağımsız tek kalmış bir dikendi, çok acıtıyordu susturmak istiyorlardı. Eğer yurt içinden ve yurt dışından bizim de beklemediğimiz bu dayanışma dalgası patladı-- ben içerdeyken yaşamadım ama Gezi direnişi günlerini hatırlatan bir hâle gelmiş gazetenin önü -- o yüzden bir kayyum atayarak kestirmeden gitme adımını atamadılar. Bu dayanışma çok büyük oldu. Şimdi böyle yavaş yavaş boğazımızı sıkıyorlar. Şimdilik ayakta duruyoruz ama….”
* Bu yazı Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'te yayınlanmıştır