T24 - Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yardımcısı Yasemin Çongar, ABD Başkanı Barack Obama'nın tüm sağlık bilgilerinin kamuoyuna verilmesini örnek göstererek, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ameliyat edildiği haberinin iki gün sonra verilmesini demokratik kültürün gerektirdiği şeffaflık ve bilgilenme hakkının ihlaline girdiğini söyledi.
Yasemin Çongar'ın Taraf'ta "Başbakan'ın sağlığı ve Brejnev sendromu" başlığıyla yayımlanan (29 Kasım 2011) yazısı şöyle:
Başbakan'ın sağlığı ve Brejnev sendromu
Geçmiş olsun, Allah acil şifa versin. Umarım Başbakan Erdoğan hızla ve tamamen iyileşir, ameliyat olmasına neden olan maraz her ne idiyse bedeninde herhangi bir iz bırakmadan, hayatına herhangi bir olumsuz etki yapmadan çarçabuk geçer gider ve biz de Erdoğan’ın her zamanki yorulmak bilmez enerjisiyle çalıştığını yeniden görür, onu eleştirmek ya da alkışlamak istediğimizde bunu, aklımızda sağlığıyla ilgili herhangi bir endişe taşımadan yapabiliriz.
Şimdi izninizle, biraz ABD Başkanı’yla ilgili bildiklerimden söz etmek istiyorum. Ağustosta ellinci yaşgününü kutlayan Barack Obama halihazırda 1.86 boyunda ve 82 kilo. Akciğerleri temiz, herhangi bir enfeksiyon ya da solunum sistemi sorunu yok. Kalp atışları normal, aritmisi yok; tansiyon problemi de yok. Kolon kanseri testi kasım başı itibariyle “negatif.”
Obama’nın sigara tiryakisi olması zamanında çok eleştirilmişti malum, hatta bu alışkanlığının ona seçimlerde en az bir puan kaybettirdiği yönünde bir araştırma sonucu bile var. Ama ailesi, doktorları ve kamuoyu onu zorlayınca ABD Başkanı, nihayet bu yılbaşından itibaren sigarayı tamamen bıraktı; anladığım kadarıyla bunun birtakım olumlu sonuçlarını da gördü. Zira Şubat 2010’da sigarayı azalttığını ama daha tam olarak bırakmadığını itiraf ettiği bir sırada yapılan “check-up”ı ile kasım başındaki sağlık kontrolü arasındaki bazı farkları, doktorlarına göre, “dumansız hayata borçlu.”Mesela kolesterol düzeyi Şubat 2010’da 209’du; şimdi 193. “Kötü kolesterol” denen LDL düzeyi ise 138’den 110’a düştü. Buna karşın Obama’nın kilosunun son bir ayda 450 gram arttığını da biliyoruz.“Eyvah, bu bir şişmanlama trendinin başladığını mı gösteriyor” diye kaygılanması muhtemel seçmene ise, doktorları şunu hatırlatıyor: “Başkan, hemen her gün koşu bantında koşmak ve ağırlık kaldırmak dahil kırk dakika kadar egzersiz yapıyor, ayrıca fırsat buldukça golf ve basketbol oynuyor.”
İtiraf edeyim, ben Amerikalıların ya da herhangi birilerinin sağlıklı hayata ve genç görünmeye olan aşırı düşkünlüklerini hiçbir zaman tam anlayamadım; öyle her an her tarafına baktıranları, sıhhatinin yerinde olduğunu sürekli tescil ettirme ihtiyacında olanları ya da arkadaşlarıyla yemekte buluşup karşılıklı kolesterol düzeylerinden, kaç kilo alıp kaç kilo verdiklerinden, en son hangi doktoru ne amaçla gördüklerinden filan konuşanları hep biraz garipsedim. Ama bu tavrımın “doğru tavır”olduğunu savunmuyorum; insanın kendine titizlenmesinde ve bunu başkalarıyla paylaşmasında yanlış bir şey yok kuşkusuz, sadece ben kendime o kadar titizlenemeyecek kadar sabırsız ve galiba biraz kaderciyim. Bir de, sağlık meselelerini kişisel mahremiyet sınırları içinde sayan “muhafazakar” bir yanım var.
Böyle düşünmek ve yaşamakla birlikte, kendilerine toplumun verdiği bir görev ya da üstlendikleri işlev itibariyle, hayatiyetleri, işlerinin başında olmaları, tam performans gösterebilmeleri bütün bir ülkeyi ilgilendiren kişilerin, unvanlarını alırken mahremiyetlerini de bir ölçüde yitirdiklerini düşünüyorum. ABD Başkanı’nın ya da Türkiye Başbakanı’nın sağlık durumları kendilerinden ve ailelerinden çok daha geniş bir çevreyi ilgilendiriyor; onların konumundaki kişilerin, sağlıkları konusunda hem titiz ve sorumlu davranmaları hem de belli ölçüde şeffaf olmaları gerekiyor.
İşin aslı şu ki, her dünya vatandaşı gibi ben de ABD Başkanı’nın en son “check-up” raporlarını okuyabilirken, Türkiye Başbakanı’nın sağlık durumu hakkında pek bir şey bilmiyorum. Erdoğan’ın sıhhati – sadece bu son ameliyatı değil, genel sağlık durumu – kamuoyuyla paylaşılmıyor. Kuşkusuz bu Erdoğan’a özgü bir durum değil; Ecevit, Çiller, Demirel, Özal, Bayar, İnönü, Atatürk, eski liderlerden aklınıza kim gelirse, hepsi hakkında da aynı bilgisizlik geçerliydi. Özal’ın ve hatta Ecevit’in ölümüyle ilgili olarak hâlâ devam eden şüphelerin, “Atatürk sirozdan mı öldü, yoksa aşırı dozda kininden mi” gibi soruların bugün hâlâ soruluyor olabilmesinin bir ucu da bu bilgisizliğimize, daha doğrusu devletin bu bilgisizliği besleyen gizlilik kültürüne dayanıyor.
Devletin gizlilik kültürü ile demokratik düzenin ve toplumdaki demokrat zihniyetin olgunlaşması arasında ters orantı var elbet. Demokratlaşan rejimler şeffaflaşıyor; liderlerin kişisel sağlık verileri de, bu şeffaflığın ilk ve en önemli unsurları olmasa bile, kaçınılmaz bir parçası.
Esasen, dünya bu gizlilik kültürünün en uç örneklerinden birini Sovyet deneyimiyle yaşadı, gördü. Üstelik orada, sadece liderlerin değil, doğrudan halkın sağlığını ilgilendiren konularda da bilgilenme hakkı, çoğu zaman kaskatı bir devlet sırrı zırhına tosluyordu. 1986’daki Çernobil felaketini mesela, dünya Sovyet yetkililerin açıklamalarından değil, İsveç’in yaptığı radyasyon ölçümlerinden öğrendi. Kremlin’deki liderlerin kişisel bilgileri konusunda da gizlilik hep esastı. Brejnev ve Andropov’un ölümlerinden sonra ortaya çıkan gerçekler, her iki liderin sağlık durumlarının ne kadar kritik olduğunun toplumdan ve dünyadan gizlendiğini gösterdi. Hasta olduğu yönündeki haberler,“kapitalist Batı’nın kara propagandası” olarak damgalanan Brejnev sonra bir gün “pat” diye ölüverdi. Andropov’un ölümünden iki gün önce basına yapılan açıklamada da, “durumunun gayet iyi olduğu” bildirilmişti. Çernenko’nun öldüğü ise, son nefesini vermesinden yirmi saat sonra duyuruldu.
Bütün bunları yazmak içimi sıkıştırıyor aslında ve Başbakan’ın ciddi olmadığını bütün kalbimle ümit ettiğim sağlık sorunundan yola çıkıp, ölümlerden bahsetmenin yakışıksız bir tarafı olduğunu da biliyorum. Ancak dün öğleyin, Erdoğan’ın ameliyat olduğu söylentisi “kanser” gibi yüklü kelimelerin de eşliğinde gazetelerin haber merkezlerinde dolaşmaya başladığından beri aynı şeyi düşünüyorum. Bu gizlilik bir yere kadar “anlaşılabilir” olsa bile, sonuç itibariyle zararlı bir şey. Bir başbakanın bir cumartesi günü sessiz sedasız ameliyata girmesi, o ameliyatla ilgili resmî açıklamanın ancak 48 saat sonra, söyl entinin yayılması üzerine yapılması ve iki-üç satırla sınırlı kalması, kişisel mahremiyete saygının sınırlarını aşıp, demokratik kültürün gerektirdiği şeffaflık ve bilgilenme hakkının ihlaline giren bir şey.
Dün öğleden sonra, yazıişleri masamızda, televizyon haber kanallarının bu konuda tek cümle bilgi aktarmadığı, aradığımız yetkililerin ya “Yok böyle bir şey” ya da “Bekleyin” dediği saatlerde, gazetemizin hazırlıklarını yaparken, aramızda konuşuyorduk; “Brejnev sendromu” bu dedim, liderinin ne durumda olduğunu bilmemeye mahkûm edilmek, kafamda en fazla Sovyet toplumuyla özdeşleşmiş bir durumdu zira. Tabii, günümüzden Kuzey Kore gibi, Çin gibi örnekler de verilebilir.
Oysa mesela şu anda kolon kanseri olmadığını ve kolesterol seviyesini bildiğimiz Başkan Obama, ciddi ya da hafif herhangi bir ameliyat geçirecek olsa, Amerikan kamuoyu, kuşkusuz Beyaz Ev’in ince delikli süzgecinden geçip, siyaseten en uygun cümlelere dökülmüş ama kafalarda büyük soru işaretleri de bırakmayacak netlikteki açıklamalarla hızla ve düzenli aralıklarla bilgilendirilecektir. Dahası, sadece bürokratlar değil, ameliyatı yapan cerrah da dahil olmak üzere ilgili hastanenin tıbbî ekibi topluma açıklama yapacaktır. Onlar bunu başkanı “başkan” yapan seçmene karşı temel bir görev sayarlar zira. Brejnev sendromundan uzak durup, şeffaf olmayı demokrasinin gereği sayarlar. Darısı başımıza.