Eski HEP milletvekillerinden Mahmut Alınak, yarın dokuzuncu kez “polise hakaretten” cezaevine girecek. “Devletin gözünde sicilim bozuk” diyen Alınak, “Yıllar sonra Kürt kimliğimin farkına vardım ben. Dilimin yasaklı olduğunu yıllar sonra fark ettim ve bunun bedelini de çok acı bir biçimde ödedim. Ne zaman ki özgürlüklerden, insan haklarından söz ettim, devletin balyozu tepeme indi. Cezaevlerine atıldım, hırpalandım” diye konuştu.
Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel’e konuşan Mahmut Alınak, cezaevine girmesinin sebebini ve geçmiş yaşadıklarını anlattı. Çamlıbel’in “Devletin restini kabul ediyorum” başlığıyla yayımlanan (15 Eylül 2014) röportajı şöyle:
Devletin restini kabul ediyorum
Eski HEP milletvekillerinden Mahmut Alınak, yarın dokuzuncu kez cezaevine girecek. Geçmişte sivri dilli bir Kürt siyasetçi olduğu için genelde düşünce ve ifade suçlusu olarak sekiz kez çektiği hapisliği bu kez polise hakaretten çekecek gibi gözüküyor. Ancak hikâyesini okuyunca meselenin bu kadar basit olmadığını göreceksiniz. Kendi teşhisine göre bütün bunların tek sebebi var: Sistem karşıtı bir muhalif olmak. İşte tam da bu yüzden denetimli serbestlikten faydalanmamayı seçmiş. ‘Düşünce suçlusu olarak ayağıma elektronik prangayı kabul edemem’ diyor. Devletin restini kabul ediyor! Cezaevindeki koğuş arkadaşlarına her gün aksatmadan yaptığı ‘Tibet’in 5 hareketini’ öğretmek istiyor. 150 yaşına kadar yaşamaya kararlı, kendisine yoldaş arıyor. Cezaevine girmesine günler kala Kars'ta buluştuk.
İşkenceci polisler yerine bana soruşturma
Yarın dokuzuncu kere cezaevine girecek olmanızın yolunu açan olayın aslı nedir?
2008 senesi nisan ayının ortalarıydı. Bir teyze geldi, oğlunun eşiyle tartışmasının ardından polislerin geldiğini ve zorla karakola götürdüklerini anlattı. Çok kötü bir biçimde işkence edilmiş. Teyze “Ne olursunuz bize yardım edin” dedi. Adliyeye gittim, savcılığın bulunduğu katta gencecik bir insan banka yığılmış halde oturuyordu. El sıkıştık. İsminin Tahsin Orman olduğunu söyledi. “Hemşeriyiz, Digorluyum” dedi. Burnu balon gibi şişmişti, gözleri kapanmıştı, giysilerinde kurumuş kan izleri vardı. Polisleri baş hareketiyle gösterip “Beni dövdüler” dedi. Çok sarsıldım. “Bu canavarlık, hayvanca bir uygulama” gibi sözler söyledim. Eşinin şikâyeti üzerine karakola alınmış fakat ortada herhangi bir darp olayı olmadığı için polise mukavemetten adliyeye getirilmiş. Savcı ifadesini aldı, ben avukat olarak katıldım, şahıs polise mukavemetten tutuklandı.
Meğerse konu sizin açınızdan kapanmamış ama haberiniz yok.
Ben tabii polislerin gidip savcıyla görüştüklerini, savcının da benim sözlerim hakkında tutanak tuttuğunu bilmiyorum. İfadeye çağrıldım. Savcıya “Ben kimseye hakaret etmedim. Senin işkenceci polisler hakkında soruşturma açman gerekirken onlara bir-iki laf ettim diye benim hakkımda soruşturma açman hukuk katliamıdır” dedim. Ama buna rağmen dava açtı ağır cezada. Ağır Ceza hâkimleri de beni hakkımda düşmanca bir tutum sergilediler. Çünkü o günlerde hemen her gün makale yazıyordum ve dava açılıyordu.
Hangi yasa üzerinden açılıyordu davalar?
Ceza Kanunu’nun Terörle Mücadele Yasası’nın çeşitli maddelerine dayanarak davalar açılıyordu. Ağır Ceza Mahkemesi tutumunu açıkça gösterdi. Ama ben buna rağmen ceza çıkabileceğini tahmin etmedim çünkü polislerin tuttuğu tutanaktan başka bir delil yok ortada. Polisler hem şikâyetçi, hem tanık. Ben yılların hukukçusuyum, böyle bir tutanaktan dolayı ceza verilmesi mümkün değil. Biz kararı temyiz ettik. Yargıtay onayladı.
Devletin gözünde sicilim bozuk
Aslında olayın hapislik boyutuna varmasında polise hakaretin kendisinden yıllardır ortaya koyduğunuz siyasi duruş olduğunu düşünüyorsunuz, öyle mi?
Devletin gözünde sicilim bozuk. Ben hâlâ lağım sularının karıştığı derenin suyundan içilen Mevrek Köyü’nden çıktım. Avukat oldum, milletvekili oldum ama hep Mevrekli olarak kaldım. Doğal olarak bu düzene karşı bir tepki oluştu bende. Eskiden defter tipi turuncu renkte nüfus cüzdanları olurdu. Bir sayfasında ‘Bakanlar Kurulu falan tarihinde yaptığı toplantıda Mahmut Alınak’ın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına kabulüne karar vermiştir’ diye bir cümle vardı. Günlerce o cümleyi okuduğumu hatırlarım. Bakanlar Kurulu toplanmış ve böyle bir onur vermiş bana! Yaşayarak gördüm ki Türkiye Cumhuriyeti devleti aslında beni prangaya vurmuş. Yıllar sonra Kürt kimliğimin farkına vardım ben. Dilimin yasaklı olduğunu yıllar sonra fark ettim ve bunun bedelini de çok acı bir biçimde ödedim. Ne zaman ki özgürlüklerden, insan haklarından söz ettim, devletin balyozu tepeme indi. Cezaevlerine atıldım, hırpalandım.
Bunların ne kadarı Kürt olmanızla ilgili?
Bu coğrafyada evet Kürtler prangaya vurulmuştur. Misak-ı Milli sınırları içinde sadece Kürtler değil, diğer halklar da hapislik hayatı yaşamaktadır. Türk halkı da çok özgür ve mutlu değil. Gezi iddianamesinde Çarşı Grubu için ağırlaştırılmış müebbet istenmesi bir hukuk katliamıdır. Bu, devlet zorbalığıdır. Bu düzen ancak işkenceyle ve zorbalık uygulayarak ayakta kalabilir. Bunları söylemem tabii egemenlerin işine gelmiyor.
Denetimli serbestlik istemiyorum
Sizi dokuzuncu kere cezaevine götüren şey asayiş meselesi gibi görünse de aslında yine düşünce ve onun ifadesi var.
E orada düşüncelerimi ifade etmişim. Ha, orada polisi tokatlasam, cebelleşsem hadi desinler şiddet uyguladın. Polise hakaret etmişim. Mahkeme başka bir şey daha yapmış, kararda diyor ki: Mahmut Alınak suça eğilimlidir. 7 ay ceza verilecekken suça eğilimli olduğum için mahkeme en üst sınırdan veriyor cezayı.
Denetimli serbestlikten neden faydalanmak istemiyorsunuz?
Orada iş yaptırılıyor. Bu gayriinsani bir uygulama. Ben tırnak içinde düşünce suçlusu olmasam bile böyle gayriinsani bir uygulamayı kabul etmem mümkün değil. Diyelim ki ev hapsine dönüştü ayağıma kelepçe takılacak. Böyle bir şeyi kabul edemem. Bu nedenle de devletin restini şerefle kabul ediyorum.
Cezaevine girip bir seneyi aşkın hapislik çekmek ayağınıza kelepçe vurulmasına yeğdir yani öyle mi?
Tabii ki öyle, çünkü o kelepçeyle aşağılanmış olacağım. Bir defasında da bana yaptığım bir konuşmadan dolayı 500 ağaç dikme cezası verildi. Ben doğayı çok seviyorum, bir çiçek benim için bir insan kadar değerli. Ama böyle zorbalıkla ağaç diktirmek istedikleri zaman bir refleks gelişiyor, onu yapamıyorum. Kabul etmedim o cezayı da, 25 günlük bir hapse dönüştürdüm. O dava da şu anda bekliyor.
Hırsızlık yapmış olsam sosyal hizmeti kabul ederdim
Cezaevinde yatmak yerine sosyal hizmet meselesi biliyorsunuz modern cezalandırma rejiminin gözbebeği. Eski İtalya Başbakanı Berlusconi bile cezasını bu şekilde çekiyor.
Ama Berlusconi hırsızlık yaptı. Ben ne yapmışım? İki dönem milletvekilliği yapmışım, yıllarca avukatlık yapmışım, tüm mal varlığım bir işmerkezinde ofis ve bir de ev. Ben düşüncelerimden dolayı değil de, dolandırıcılık yapmış olmaktan ya da oğluma paraları sıfırlatmaktan ceza almış olsam bunun bedeli neyse gider öderim. Yüz kızartıcı bir suç işlemişsem sosyal hizmette de çalışırım, elektronik kelepçeyi de kabullenirim. Ama ben düşüncelerimden dolayı ceza almışsam başımı dik tutmam, onurumu korumam lazım. Benim için o kelepçeyle dolaşmak alçalmadır. Devlet zoruyla, mahkeme kararıyla ağaç dikmek de onur kırıcıdır.
Kürt olduğumu devletin zorbalığı sonucu öğrendim
Kürt olmasanız da aynı ölçüde sistem karşıtı olur muydunuz, bunu hiç düşündünüz mü?
Ben devletin zorbalığı sonucu çok sonradan Kürt olduğunu fark eden bir Kürt’üm. Kürt imajı benim irademle oluşan bir şey değil. Kürt olduğunuzda ağzınızla kuş tutsanız bile her hareketinizin altında bölücülük aranır. Oysa ben olaylara enternasyonal bir gözle baktığımı politik yaşamımda bir çok mücadeleyle ortaya koydum. Kim eziliyorsa ben ondanım. Benim sistemi rahatsız etmemin nedeni bu. Ben şu anda örgütlü bir insan değilim, bireyim. Birey olduğum halde devlet muhalif tavrım yüzünden hışımla üstüme üstüme gelmekte.
Kürt partileri siyasetin hakkını verseydi bugün Karadeniz’de kapılar yüzlerine kapanmazdı
Neden artık bireysel bir kavga vermeyi seçtiniz? Neden BDP/HDP’de siyasete devam etmiyor Mahmut Alınak?
Benim yıllarım o partinin içinde geçti, tüm aşamalarında bulundum. BDP il başkanlığı yaptım. DTK üyesiydim. Cansu Hanım, bana yetmiyor! Ortada cennetle cehennemin yan yana durduğu bir tablo var. Ben o cehennem ateşinin nasıl söndürüleceği konusunda Kürt partisi olarak tabir ettiğiniz o partilerde epey çaba harcadım. Ama şunu gördüm: Sözü edilen partilerin o cehennem ateşini söndürecek ve cennette yaşayan kesimlerin egemenliğine son verecek durumu yok. Kürdistan-Lazistan ve Türkiye’de, bu 3 coğrafyada yaşayan halkları kucaklaştıracak bir niyetleri de projeleri de yok. İddiayla söylüyorum: O partiler siyasetin hakkını verebilseydi bugün bu noktada olmazdık. Bu belki bir ütopyadır ama o partiler hakkını verseydi bugün Karadeniz halkı kapılarını Kürt siyasetine kapatmak yerine Kürtlerin halkı verilsin diye ayağa kalkardı.
Neden bahsettiğiniz kucaklamayı henüz gerçekleştirebilmiş değil Kürt partileri? Silahlı kanadın hâlâ güçlü olmasından doğan bir vesayet mi var ortada?
Ben öyle düşünmüyorum. Faydacı davranıldı. Eğer siyasetin hakkı verilseydi, PKK dikkate almak durumunda kalacaktı. Benim şu anda kimseden bir adaylık talebim yok. Bana cumhurbaşkanlığını bile verseler ben yokum. Bu düzenin hiçbir makamında yokum artık.
KCK üyesi olsaydım Kandil’deydim, burada işim ne
PKK çizgisindeki siyasetle ters düşmüş durumundasınız ama en son KCK davaları kapsamında hapis yattınız. KCK üyesi değil miydiniz?
KCK üyesi olsam ben burada olmazdım, açık söylüyorum. Ben PKK’li olsam çok net söylüyorum şimdi Kandil’de olurdum ve mücadeleyi orada sürdürürdüm. Ben ısrarla sivil siyaset diyorum. Sivil siyaset projesi mutlaka ama mutlaka gündemin baş sırasına geçecek. O zaman diktatörler yataklarında böyle rahat uyuyamayacaklar.
O alkışlar Roboski ve Gezi katliamlarının failineydi
HDP cumhurbaşkanı adayı çıkardı diye onu da eleştirdiniz, ‘Düzene teslim olmak’ dediniz. Peki el taşın altına konmadan nasıl siyaset yapılacak?
Tayyip Erdoğan tek başına kalmış olsaydı Çankaya’da o kadar rahat oturamazdı. HDP’nin cumhurbaşkanı adayı çıkarmış olması Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını meşrulaştırdı. Seçime katılıp sonucunu onaylamışsanız eğer artık Meclis’te ayağa kalkmak zorundasınız. Selahattin Demirtaş’ın alkışı oydu zaten. Farkında mıydı bilmiyorum ama o alkışlar aslında Gezi katliamlarını selamlamaydı. Tayyip Erdoğan Gezi katliamlarının failidir, Roboski’nin failidir.
Kürt siyasetinin sizin tasvirinizle düzene teslim olmasının arkasında ne var, bir pazarlık mı?
Devletle PKK arasında herhangi bir pazarlık falan yok. Dümen AKP’nin elinde, direksiyonda Tayyip Erdoğan var.
Öcalan’ın mektupları geçmişte de Kandil’e gidiyordu
Öcalan da en azından co-pilot (yardımcı pilot) değil mi?
Yok o şekilde de tanımlamam. Öcalan aktör değil. Co-pilot da değil. Öcalan’la görüşmeler yapılıyor ama bu meselenin çözümüne dair bir masaya oturma değil.
Ama mektupları sayesinde bir buçuk yıldır silahlar susmuş durumda.
Geçmişte de, Genelkurmay’ın sisteme hâkim olduğu zamanlarda da mektupları Kandil’e gidiyordu. Bunu biliyorum. Eskiden bunlar gizli gizli yapılıyordu, şimdi açık açık yapılıyor.
Bu devlet tuzak kurar
Siz de görüştünüz 2011 yılında İmralı’da Öcalan’la. Hangi girişimin parçasıydı o görüşme?
‘Gençler Ölmesin Ocaklar Sönmesin’ girişimi adına gitmiştim. Tabii o gidişim de cezaevine girmeme neden oldu. Bir defa gittim, sonra tutuklandım, bir daha da gidemedim.
Devlet sizin bir sivil toplum inisiyatifiyle İmralı’ya gidişinize izin verdikten sonra neden bu yüzden tutukladı?
Bu devlet böyle tuzakçı bir devlet. Devletin bir taktiği var. Size bir alan açar, özgür olduğunuzu sanarak o alanda bir çalışma yaparsınız. Ondan sonra tepenize biner sizi hapse atar.
1000 tane Kürdistan versinler
bir damla kan akacaksa ben yokum
Kürt siyasi hareketi ne yapmalıydı ama yapmadı ya da yapamadı?
İddiayla söylüyorum, Türklerin bir kısmının da desteklediği Kürt halk muhalefeti iyi değerlendirilebilseydi... Gezi–Botan buluşması sağlanabilseydi AKP iktidarı gitmek durumunda kalırdı. Hakkâri, Siirt, Şırnak gibi illeri düşünün. Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadığı yerlerde insanların ihtilaflarını siyasal iktidarın güdümüne girmiş yargıya taşımadığını düşünün. Evlilikler, doğan çocukların nüfusa kaydedilmediğini düşünün. Adliyeler tamtakır. Ve hiç kimse kimlik taşımıyor. Devlet sizi sorguladığında varsayın tüm kadınlar Lorin, tüm erkekler de Jan adını kullanıyor. Devlet nasıl kontrol edecek? Bence düzenle ilişkilerin askıya alınması lazım. Düzene kan taşıyan damarlar kesildiğinde hiçbir iktidar orada kalamaz. Kürt siyasal hareketinin yapmadığı bu. HDP bir seçim partisine dönüştü. Halkın makûs talihi değişmedi.
Kan akmıyor olması kendi içinde bambaşka bir kazanım değil mi?
Elbette gençlerin ölmemesi çok çok önemli. Ben kendi hesabıma bir damla insan kanını 1000 tane dünyaya değiştirmem. Bana 1000 tane Kürdistan versinler, bir damla insan kanı akacaksa ben yokum. Kürt siyasal hareketi sivil siyaseti yükseltmiş olsaydı bugünkü tablo yıllar önce gerçekleştirilebilirdi. PKK silah kullanamaz, devlet operasyon yapamaz hale getirilebilirdi. Şu an bütün inisiyatif Tayyip Erdoğan’da. Ama Kürtlerin haklarının verileceğine dair siyasal iktidardan tek bir açıklama gelmedi. BDP’den de duymuyoruz. Demokratik özerklik dedikleri içi doldurulmayan ve altyapısı olmayan bir proje.
Sizin reçeteniz nedir?
Demokratik siyaset için genel anlamda Türkleri, Kürtleri kapsayacak bir talepler listesi ortaya konmalı ve fiili referanduma gitmeli. Bu referandumdan çıkacak sonuçları sivil siyasetle kurumlaştırmaya çalışmalı. Referandum kaçınılmaz.
Öcalan 5 yılı aşmadan serbest kalır
Bu referandum sadece haklar üzerine mi olacak, yoksa bu bölgenin özerkliği ya da bağımsızlığını mı kapsayacak?
Demokratik bir devlette üçlü bir cumhuriyet öneriyorum. Bu 3 cumhuriyet eşit hak ve sorumluluklara sahip olacak. Bu bugün olmasa bile gidişat bu yönde. Yaş itibarıyla ben görmem siz görürsünüz. 20 yıl da geçse 30 yıl da geçse halkların kendi kendilerini yönettikleri cumhuriyetler oluşacak. Sınırlarla ilgili bir problem yok. Ben Misak-ı Milli’yi şu an için bir cendere olarak görüyorum. Ama halklar kendi cumhuriyetlerini kurduklarında Misak-ı Milli bir ateş çemberi olmaktan çıkacak. Halklar o zaman bu sınırlar içinde özgür ve mutlu yaşayabilir.
Özetle ‘Sistem dönüşecek ama ben göremeyebilirim’ diyorsunuz. Peki Öcalan’ın özgür kaldığını göreceğinizi düşünüyor musunuz?
Tabii Öcalan’ın özgür kaldığını göreceğim ama yakın vadede değil. Öcalan’ın hapiste oluşu AKP için bir avantaj. Gerçi Öcalan bunu kabul etmeyecek ama hapishanede olan bir insan ister istemez oranın psikolojisiyle değerlendirme yapacaktır. Bu nedenle AKP elinden geldiği kadar Öcalan’ı içeride tutmaya çalışacaktır. Ama gidişat Öcalan’ın serbest kalmasını gerektirecek. Ben Öcalan’ın 5 yılı aşmadan dışarıda olacağını düşünüyorum.
Meşru siyaset yapanlar arasına katılır mı?
Katılır. Ben olsam katılmam şahsen.
Hiçbir cenahla bağ kurmadan, sisteme karşı adeta yel değirmenlerine karşı tek başına savaşır gibi mücadele vermek çok yorucu ve çoğu zaman moral bozucu değil mi?
Belki megalomanca olacak ama yanlışa alkış tutmadığınız, ortak olmadığınız için kendinize olan saygınız artıyor. Benim söz sahibi olduğum kitlesel bir eylemde molotof atılamaz. İzin vermem. Kolundan tutar ajan olarak damgalar dışarı atarım. Masum Korkmaz heykeli dikilirken ben milletvekili olarak kitleyi toplayıp orada bulunduysam heykel yıkılırken de orada olmalıyım. Orada bir sivil hayatını yitirdi. Oysa ölecek olan ben olmalıyım. Vitrine ben çıkacağım, mikrofonu yırtarcasına nutuk çekeceğim ama bedeli halk öderken ben ortada görünmeyeceğim. Benim felsefem bu değil.
Kürt siyaseti Erdal İnönü’yü değerlendiremedi
Erdal İnönü için ‘devletin oğlu’ derler ama bence kendisi Kürtler için büyük bir fırsattı ama değerlendiremedik. Kürt sözcüğünün bir tabu olduğu bir zamanda Van’da ‘İsyan, bağımsız Kürdistan diyebilmelidir. Tek şart var: Şiddet kullanılmasın’ diyebilmişti. Nevroz katliamından sonra SHP’den istifa edildi. Erdal Bey’le yürünseydi Kürt meselesinde, özgürlükler ve demokrasi meselesinde büyük yol alınmış olacaktı.
Ben 12 Eylül darbesinin demokratikleşme, özgürlükler ve ekonomi üzerindeki tahribatını araştırmak üzere Meclis araştırması istemiştim. Günlerce tartışıldı SHP grubunda. Sonra Kenan Evren’in anılarından öğrendik ki, Kenan Evren, Erdal Bey’i çağırıp ‘Senin bu milletvekilin ne yapmak istiyor, çıkıp sizi halka şikâyet etsem daha mı iyi olur’ demiş. Erdal Bey de ‘Yapabileceğim bir şey yok’ demiş. Erdal Bey o zaman istese beni partiden ihraç edebilirdi. Ama yapmadı.
Mahmut Alınak kimdir?
Ankara Hukuk Fakültesi mezunu. Avukatlığa 1976’da Kars’ta başladı. Cezaevi ile henüz genç bir avukatken ilk 1977’de tanıştı, bildiri basıp dağıttığı için. 12 Eylül’den sonra iki kez tutuklandı, işkence sırasında omurga kemiği kırıldı. 1987’de önseçimle Kars’tan SHP milletvekili seçildi. Paris’te düzenlenen Kürt Konferansı’na katıldığı için diğer altı Kürt milletvekiliyle birlikte SHP’den ihraç edildi. İhraçtan sonra kurulan Halkın Emek Partisi’ne (HEP) katıldı. 1991’deki SHP-HEP ittifakında Şırnak milletvekili seçildi. 1994’te Orhan Doğan, Ahmet Türk, Sırrı Sakık, Hatip Dicle ve Leyla Zana ile birlikte tutuklanıp Ulucanlar cezaevine gönderildi. 1995’te milletvekilliği sona erince Kars’a ve avukatlığa döndü. 2006-2007 yılları arasında DTP Kars il başkanlığı yaptı. 2007’de yapılan milletvekili seçiminde Kars’tan DTP bağımsız milletvekili adayı oldu, kazamadı. 2011’de İmralı’da Abdullah Öcalan ile görüştüğü için KCK operasyonları kapsamında tutuklandı, sekiz aya yakın Kandıra Cezaevi’nde kaldı. Bugüne kadar 7 kitap kaleme aldı: Parlamento’dan 9. Koğuşa, HEP-DEP ve Devlet, Şiro’nun Ateşi, Nazo, Ateşte Yıkanmak, Tarihin Çarmıhında-Güneş Ülkesi ve Köpekler Manifestosu.