T24- Yazar Sedat Ergin, Yargıtay üyesi Nihat Ömeroğlu’nun Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK)'nın 102. maddesinde yapılan değişikliğin yürürlüğe girmesiyle Hizbullah üyelerinin tahliye edileceğini Star gazetesine yazdığı bir makalede 5 ay önceden uyardığını aktardı.
Sedat Ergin'in Hürriyet gazetesindeki köşesinde yayımlanan yazısı (11 Ocak 2011) şöyle:
Meğer tehlikeyi uyaran olmuş
Yargıtay üyesi Nihat Ömeroğlu’nun 10 Ağustos 2010 tarihinde Star Gazetesi’nde yayımlanan makalesi “Tutukluluk Süresi ve Toplumu Bekleyen Tehlike” başlığını taşıyor.
Ömeroğlu, tam bir haftadır Türkiye’nin gündemini kaplayan Hizbullah tahliyelerini daha o zaman, yani tam 5 ay önce görmüş. Yargıtay üyesi, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda 2004 yılında düzenlemeye dikkat çektikten sonra bakın neler demiş:
“Bu düzenleme 31.12.2010’da yürürlüğe girerse toplumu büyük tehlike beklemektedir... Adam öldürenler, sabotajlarla toplu ölüme neden olanlar, gaspçılar, tecavüzcüler, PKK veya Hizbullah gibi değişik örgüt suçlularının tutuklularının tümü tahliye edilecektir.”
Görüldüğü gibi, Hizbullah mensuplarının yıl sonunda serbest bırakılmalarının gerekeceğine ilişkin kamuoyuna açık bir uyarı bizzat Yargıtay’ın içinden yapılmış. Gelgelelim Ömeroğlu, Hizbullah kararını alan 9’uncu Ceza Dairesi’nin değil, aynı binadaki 5’inci Ceza Dairesi’nin üyesi.
Ancak öyle anlaşılıyor ki, Ömeroğlu’nun uyarısı, o dönemde ne Yargıtay Başsavcılığı’nda incelenmekte olan dosyanın hızlandırılmasını sağlamış, ne de Adalet Bakanlığı’nın durumu “fark ederek” ufukta beliren bu yol kazasına karşı hukuki bir çare aramasına yetmiş.
Hükümet suçlamalarında ne kadar haklı?
Buradan yüksek yargının Adalet Bakanlığı’nın hâkim ve savcı sınavlarını engellediğine ilişkin hükümetin suçlamalarına gelirsek...
Evet, Danıştay’ın Adalet Bakanlığı’nın hâkim ve savcı sınavlarında uygulanacak esaslarla ilgili uygulamalarını sıkı bir şekilde denetlediği, bakanlığın her seferinde Danıştay’ın olumsuz bir kararıyla karşılaştığı bir sır değil.
Bakanlığın muhtelif açıklamaları da 2006’da başlayan sorunun özellikle 2008 sonrasında uzun bir çekişmeye konu olduğunu ve sözlü sınavların sesli ve görüntülü bir şekilde kayda alınması meselesinde kilitlendiğini gösteriyor.
Hükümet, hazırladığı son Hâkimler ve Savcılar Yasa Taslağı’nda, Danıştay’ın sesli ve görüntülü sınav ısrarının yol açtığı sorunu aşmak için bu sınavların kayıt alınmadan yapılacağı yolunda bir düzenleme getirmiş bulunuyor.
Bakanlığın Danıştay ile yaşadığı sorunları bir faktör olarak kabul etsek bile, bu durum Yargıtay’ın birikmiş iş dosyaları yükünü hafifletmek için 2008 yılında yaptığı ve en çok 40 hâkimin görevlendirilmesiyle hallolabilecek olan 6 yeni daire kurulması yolundaki başvurusunun karşılıksız bırakılmasını izah etmeye yetmiyor.
Ayrıca, bu konuda yaşadığımız bütün polemikler, Hizbullah sanıklarının tahliye edilmiş olmaları keyfiyetindeki sorumlulukların gölgelenmesine yol açmamalı.
Bunda dosyanın Yargıtay’da hızlı ilerlememesi kadar, yaklaşan kazanın Adalet Bakanlığı’nın radarlarına takılmamış olması gerçeği yatıyor. Koruyucu hekimlik müessesesinin burada işlemediği aşikâr.
AİHM içtihadı bilinseydi
Aslında ne Yargıtay ne de bakanlığın çözüm için çok uzaklara gitmelerine gerek yoktu. Geçen cumartesi yazdığımız gibi, bu konudaki AİHM içtihadının uygulanması ya da bunu sağlayacak bir yasal düzenleme yapılması yeterli olacaktı.
Bu hükümet döneminde 2004 yılında yapılan reform çerçevesinde, temel hak ve özgürlükler söz konusu olduğunda uluslararası sözleşmelerle ulusal hukuk çatıştığında AİHM içtihadının uygulanması gerekiyor. AİHM içtihadı da sanıkların temyiz döneminin tutukluluğa sayılmaması gerektiğini söylüyor. Bu içtihat uygulansaydı, Hizbullah mensupları şu an hapishane mesailerine devam ediyor olacaktı.
Temel sorun, aslında ne Yargıtay’ın ne de Adalet Bakanlığı bürokrasisinin AİHM içtihadını henüz içselleştirmemiş olması. Bir felaketin yaklaşmakta olduğu gazete köşelerinde konu edilirken, “AİHM bu konuda ne diyor” diye internette kısa bir arama yapılması bile sorunun içinden çıkılabilmesi için pratik formüllerin üretilmesini sağlayabilirdi.
Yargının kadro açığının kapatılması meselesine gelince, bu konunun belli ölçülerde hükümet ile yüksek yargı arasındaki çekişmeye rehin düştüğü aşikâr. Bunu aşabilmenin yolu ise güven sorunundan geçiyor. Hükümetin bu sınavın gerçekten liyakat esas alınarak objektif ölçütlere uygun bir şekilde yapılacağı konusunda toplumda güven yaratması halinde bu tartışmaların geride kalması işten değildir.