Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, aralarında Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın da bulunduğu 6 sanık hakkında hazırladığı tebliğnamede, sanıklara verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarının bozularak, “örgüte bilerek ve isteyerek yardım” suçundan ceza verilmesini istemesi, davanın seyrini değiştirebilecek. Yerel mahkemenin “ağırlaştırımış müebbet cezası” kararlarının bozulmasının talep edildiği başsavcılık tebliğnamesinde, Altan kardeşler ve Ilıcak’a atfedilen “anayasal düzenin değiştirilmesine teşebbüs” suçunun “cebir ve tehdit” koşuluyla mümkün olduğu, bu suçun da ancak darbe teşebbüsüne somut biçimde, icrai olarak katılarak işlenebileceği vurgulandı. Tebliğnamede, darbe girişimine katıldıkları iddiasıyla mahkûm edilen sanıklar hakkındaki kararın “yeterli hukuki ve yasal gerekçeden yoksun olduğununun” altı çizildi.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 28 sayfalık tebliğnamesinde yapılan değerlendirmeler, yerel mahkemede yaşamlarının sonuna kadar cezaevinde kalmalarına hükmedilen Ahmet ve Mehmet Altan ile Nazlı Ilıcak ve diğer sanıklar için tahliye olasılığını bir kez daha gündeme getirdi.
Yargıtay, başsavcılık tebliğnamesini yerinde bulursa, bu tespitler başka davalar açısından da emsal oluşturacak.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından 30 Temmuz 2016’da Nazlı Ilıcak, 22 Eylül 2016’da Mehmet Altan, 23 Eylül 2016’da da Ahmet Altan tutuklandı. Altan kardeşler ve Ilıcak ile birlikte Fevzi Yazıcı, Şükrü, Tuğrul Özşengül ve Yakup Şimşek hakkında “ağırlaştırılmış müebbet hapis” istemiyle dava açıldı. İddianamede, sanıklara, “cebir ve şiddet kullanarak anayasal düzeni değiştirmeye çalışmak” suçu isnat edildi. Yargılama sürerken Anayasa Mahkemesi, gazeteci Şahin Alpay’la birlikte Mehmet Altan için “hak ihlali” kararı verdi. Haksız biçimde tutuklandığı belirtilen iki isim, karara rağmen yerel mahkeme tarafından önce tahliye edilmedi. Büyük tartışma yaratan bu karardan aylar sonra mahkeme Mehmet Altan ve farklı davanın sanığı Alpay için tahliye kararı verdi. Diğer 5 sanık ise tutuklu yargılanıyor.
İndirim yapılmadı
“Fetullahçı Terör Örgütü”nün ( FETÖ) 15 Temmuz'daki darbe girişimini önceden bildikleri iddiasıyla yargılanan sanıkların İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davaları, Şubat 2018’de sonuçlandı. Mahkeme, Ahmet Altan, Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak, Fevzi Yazıcı, Şükrü Tuğrul Özşengül ve Yakup Şimşek’in üzerlerine atılı suçun sabit olduğuna hükmetti. Mahkeme, "cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs etme" suçundan sanıkların “ağırlaştırılmış müebbet hapis” cezasına çarptırılmasına karar verdi. Mahkeme, bu cezada herhangi bir indirim de yapmadı.
İstinaf da onadı
İtiraz edilen karar İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi’ne gitti. “FETÖ’nün medya yapılanması içinde olduğu” iddia edilen sanıkların cezası burada da değişmedi. Duruşmalı yapılan yargılama sonunda, daire, "anayasayı ihlal" suçundan verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarının onanmasına hükmetti.
Yargıtay Başsavcılığı tebliğnamesi değiştirebilir
Sanıklar, bu kararı temyiz ederek Yargıtay’a taşıdı. Mevzuat gereği, Yargıtay Başsavcılığı, her ceza davasında kendi değerlendirmesini içeren bir tebliğname hazırlayarak, ilgili daireye gönderiyor.
Başsavcılık, söz konusu dava ile ilgili 28 sayfalık tebliğnamesini de Yargıtay 16. Ceza Dairesi’ne gönderdi.Tebliğnamede, Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan ve Mehmet Altan’ın mahkûmiyetinin “anayasal düzeni ortadan kaldırma” suçundan değil, “örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme” suçundan değerlendirilmesi istendi. Diğer üç sanığın da “örgüt üyeliğinden” yargılanması talep edildi.
Kritik tespit: Yeterli hukuki gerekçe yok
Tebliğnamede, sanıkların eylemlerinin atılı suç bakımından “vehamet” arz ettiği konusunda yerel mahkemenin kararında yeterli hukuki gerekçe bulunmadığı, “sanıkların cebir ve şiddet kullanarak ne şekilde bu suça iştirak ettiklerinin açıklanmadığı” vurgulandı.
“Bu suç basit bir tokat ya da tehditle işlenmez”
Tebliğnamede, “anayasal düzeni değiştirmeye yönelik teşebbüsün ancak cebir ve şiddet kullanılarak, bireylerin iradeleri zorlanmak suretiyle işlenebileceğine” de dikkat çekildi. Anayasa ve yasalarda bu suçla ilgili tanımlamalar yapıldığına dikkat çekilen tebliğnamede, darbe suçunun “cebir ve şiddet yoluyla işlenebileceği, kastedilen cebrin de ancak maddi cebir olduğu” belirtilerek, şu görüş dile getirildi:
“Basit bir tokat atma ya da tehdit yoluyla bu suçun işlenemeyeceği ortadadır. Dosya kapsamından sanıkların eyleminin maddi cebir kapsamında kalmadığı anlaşılmaktadır. Her ne kadar sanıkların basın yolunu kullanarak atılı suça cebren iştirak ettikleri kabul edilmiş ise de suçun ne zaman işlenmeye başladığı, sanıkların hangi anda iştirak ettikleri ve ne şekilde cebir ve şiddete başvurdukları açıklanmayarak, genel bir kabulle karar kurulmuştur.”
“Sanıklar darbe teşebbüsüne maddi cebirle katıldı mı?”
Tebliğnamede, suç “teşebbüs suçu” olsa bile “fiilin hazırlık hareketinden çıkıp, icraya dönüşmesi gerektiği” vurgulandı ve “somut tehlikenin oluşması gerektiğinin” altı çizildi.
Yargıtay Başsavcılığı tebliğnamseinde, sanıklara yöneltilen suçlamanın “darbe teşebbüsü öncesinde terör örgütünün güdümündeki medyada, darbeye zemin hazırlayacak yazılı ve sözlü eylemler” olduğu anımsatıldı, ancak “darbe teşebbüsü suçunun icrasına başlandığı aşamada sanıkların eylemlere maddi cebirle katılıp katılmadığının, yasal ve yeterli gerekçeyle hükümde esas alınmadığı” vurgulandı.
“Cezalandırılan hareketin anayasal düzeni tehlikeye koyan icra hareketi” olduğunun anlatıldığı tebliğnamede, “dosyada sanıkların bu kapsamdaki maddi icra hareketlerinin ne olduğunun açıklanmadığı” da kaydedildi.
“Bir an için darbe teşebbüsünden haberdar
oldukları düşünülse de, bu suça iştirak sayılmaz”
Tebliğnamede, örgütlü suçlarda, birlikte suç işleme niyeti olsa bile fiil üzerinde müşterek hakimiyet kurulamayacağı, örgüt yöneticileri dışındaki örgüt mensuplarının her suç yönünden müşterek fail sayılamayacağı vurgulandı.
Tebliğnamede, bir an için, sanıkların darbeye teşebbüsten haberdar olduklarının düşünülmesi halinde bile bilginin suça iştirak bakımından öneminin bulunmadığı belirtildi.
Başsavcılık tebliğnamesinde bu noktaya vurgu yaplırken Anayasa Mahkemesi’nin 1963 tarihli, “ihtilal teşebbüsü” konulu kararlarına da atıf yapıldı.
“Kamu görevlisi değiller”
Tebliğnamede AYM kararına atıf yapılırken, “anayasayı cebir ve şiddetle ihlal suçu”nun işlenebilmesi bakımından “kamu görevlisi olma” koşulunun da bulunduğu, ancak sanıklar yönünden bu koşulun da karşılanmadığı anlatıldı.
“Bir kişinin belirtilen amaçlara yönelik bir örgütün kurucusu ya da üyesi olmasının” da “suça iştirak” anlamı taşımayacağının anlatıldığı kararda, söz konusu suç için “hem iştirak iradelerini ortaya koymaları, hem de maddi ve manevi nedensel bir katkıda bulunmaları gerektiği” kaydedildi. Sadece aynı örgüt çatısı altında bulunmanın aynı suçları işlemek anlamı taşımadığı tebliğnamede vurgulandı.
“Karar, yasal ve yeterli gerekçeden yoksun”
Yargıtay Başsavcılığı tebliğnamesinde, bu nedenlerle “anayasayı ihlal suçunun oluşmadığı, katkı sunan eylemlerde bulunmuş olsalar bile icrai ya da garantör harekette bulunmadıkları, kamu görevinin kullanılması suretiyle de bu suçu işlemedikleri, kararın yasal ve yeterli gerekçeden yoksun olduğu, eylemlerinin FETÖ ile irtibat kapsamında değerlendirilmesi gerektiği” kaydedildi.
“Örgüt üyeliği için saygı yetmez”
Tebliğnamede, “örgüt üyeliği için kanunda aranan şartlar sıralanırken, sempati duymanın, ideolojisini benimsemenin, örgüt liderine saygı duymanın örgüt üyeliği için yeterli olmadığı” belirtildi. Örgüt üyeliği için, suçlananların “her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın, teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve ifa etmesi gerektiği” de vurgulandı.
Bu nedenlerle Nazlı Ilıcak’ın, yazı, program ve darbe gecesi attığı Twitter mesajlarının; Mehmet Altan’ın, Ahmet Altan ve Ilıcak ile yaptığı program ve örgüt yöneticileri ile iletişim kaydının bulunmasının; Ahmet Altan’ın Taraf gazetesinin kurucusu olması ve köşe yazılarının, “Söğüt” isimli gizli tanığın ifadelerinin, “örgüte bilerek ve isteyerek yardımda bulundukları sonucunu oluşturduğu” ifade edildi.
“Örgütle hiyerarşik bağ olduğunun kanıtı yok”
Sanıkların örgütle hiyerarşik bağı olduklarına dair de yeterli kanıt olmadığının anlatıldığı tebliğnamede, Altan kardeşler ve Ilıcak’ın bu yüzden “yardım” suçundan yargılanmaları gerektiği vurgulandı.
Şimdi ne olacak?
Yargıtay 16. Ceza Dairesi açısından tebliğnamenin bağlayıcılığı bulunmuyor. Daire, tebliğnameyi yerinde bulur ve cezaları farklı olan suçtan yargılama yapılması gerektiği gerekçesiyle İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararını “usul”den bozarsa, sanıklar için yeni bir yol açılacak.
Bu durumda dosya yerel mahkemeye dönecek. Yerel mahkemenin, ilk kararında direnme hakkı bulunuyor. Bu durumda dosya ile ilgili nihai kararı Yargıtay Ceza Genel Kurulu verecek.
Ancak mahkeme, Yargıtay’ın kararına direnmez ve uyarsa, Mehmet Altan’ın ardından yaklaşık 2,5 yıldır tutuklu bulunan Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak için tahliye gündeme gelebilecek.
Mahkemenin ilk verdiği karar, sanıkların ömür boyu cezaevinde kalmalarını gerektiriyordu. Tebliğnamede istenen “silahlı örgüte bilerek ve isteyerek yardım” suçunun cezası ise 5 yıldan 10 yıla kadar hapis. Bu cezada üçte bir oranına kadar indirim hakkı da bulunuyor. Sanıkların cezaevinde kaldıkları süre 2 yılın üzerinde olduğu için yargılama sürerken tahliye kararı verilmesi ihtimal dahilinde bulunuyor. Mehmet Altan’ın bir süredir tutuksuz yargılanıyor olması da bu açıdan önemli bir emsal. Ancak, olası tahliyeden sonra, cezaevinde yatılan süreden daha fazla cezaya hükmedilirse kalan ceza için tekrar cezaevi gündeme gelebilecek. Karar, bu suça ilişkin esastan yapılacak yargılamadan sonra belli olacak.
İtiraz hakkı var
Yargıtay 16. Ceza Dairesi, tebliğnameyi yerinde bulmaz, “ağırlaştırılmış müebbet hapis” cezasını onarsa, karar kesinleşecek. Ancak tebliğnamede daha düşük ceza istenmesi, bu aşamada bir imkân daha yaratıyor. Başsavcılık, görüşünde ısrarcı olarak, dairenin kararını Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na taşıyabilecek. Genel Kurul’un kararı, tüm mahkemeler ve daire için bağlayıcı.
Dosya bu aşamaya gelirse verilecek karar Altan kardeşler ve Ilıcak’ın kaderini de belirleyecek. Genel Kurul, daireye rağmen “yardım” suçundan yargılanmalarına karar verirse, tüm yargı yerleri, zorunlu olarak bu suçtan yargılama yaparak davayı sonlandıracak. Bu da mevcut durumda ömür boyu cezaevinde kalmalarına hükmedilen isimlerin düşük ceza almalarını ya da esastan yapılacak değerlendirmede suçsuz bulunurlarsa hiç ceza almamalarını sağlayabilecek.
Süreçte bir ihtimal de, dairenin tebliğnameyi yerinde bulmaması, ancak verilmiş kararı esastan bozması. Bu durumda da itiraz hakkı bulunan yeni bir değerlendirme yapması kaçınılmaz olacak.
Başsavcılık itiraz etmezse, bu kez yine ilk derece mahkemesi Yargıtay’ın kararını değerlendirecek. İlk kararında ısrarcı olacak ya da karara uyacak. Bu durumda da Yargıtay’ın vereceği karar önem taşıyor. Ancak bu ihtimal, davanın esastan karara bağlanması anlamına geliyor. Yargıtay, her durumda, ilk olarak tebliğnamedeki görüşe ilişkin olarak, “usul”den bir karar vermek zorunda.