Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, sanıkları arasında iş insanı Osman Kavala’nın da bulunduğu Gezi davasına ilişkin tebliğnamesini tamamladı. Başsavcılık, mimar Mücella Yapıcı dışındaki sanıklara verilen cezaların onanmasını talep ederken, 14 Mayıs seçimlerinde Milletvekili seçilen Can Atalay'ın yargılamasının durdurulması talebinin ise reddedilmesini istedi.Tebliğnamede, Atalay’ın “Hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan mahkûm edildiği ve bu suçun Anayasa’nın 14. Maddesindeki istisnalar kapsamında olduğu öne sürülerek, yasama dokunulmazlığından faydalanamayacağı belirtildi.
Önce beraat sonra mahkûmiyet
2013 yılındaki Gezi olaylarına ilişkin açılan davada İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi, sanıkların tümünün beraatına hükmetmiş, davanın tek tutuklu sanığı olan Osman Kavala, tahliye edilmesi beklenirken, hakkında başka bir soruşturma olduğu gerekçesiyle yeniden tutuklanmıştı. Ancak İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi, mahkemenin verdiği beraat kararlarını kaldırmıştı. Yeniden yapılan yargılama 25 Nisan’da sonuçlanmış ve mahkeme, Kavala’ya “hükümeti devirmeye teşebbüs suçundan” ağırlaştırılmış müebbet, diğer sanıklar Can Atalay, Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden ve Yiğit Ali Ekmekçi'ye aynı suçtan 18 yıl hapis cezası vermişti. Hükümle birlikte tutuksuz sanıkların da tutuklanması kararlaştırılmıştı. Yerel Mahkemenin bu kararı, istinaf mahkemesince usule uygun bulunmuş, temyiz üzerine dosya Yargıtay’a gitmişti.
Atalay’ın suçu “istisna kapsamında”
Bu arada davada hüküm giyen isimlerden Atalay 14 Mayıs seçimlerinde milletvekili seçilmiş, Avukatları da Atalay’ın tahliyesi için Yargıtay’a başvurmuştu. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı davaya ilişkin tebliğnamesini tamamladı. Tebliğnamede, Mücella Yapıcı dışındaki tüm sanıkların cezasının onanması talep edilirken, Can Atalay’ın mahkûm edildiği suçun Anayasa’nın 14. Maddesinde sayılan istisnalar kapsamında kaldığı öne sürülerek, Anayasa’nın 83. Maddesindeki “yasama dokunulmazlığından faydalanmasının mümkün olmadığı” yönünde görüş bildirildi.
“Durma kararı talebi reddedilsin”
Başsavcılığın görüşünde, Atalay’ın TCK’nın 312. Maddesin kapsamında cezalandırıldığına atıfta bulunarak, bu cezanın “Anayasa’nın 14. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gereken suçlar arasında yer aldığında kuşku olmadığı” öne sürüldü. Tebliğnamede, buna ilişkin olarak şöyle denildi: “Söz konusu suçlardan dolayı milletvekili hakkında seçilmeden önce başlayan muhakeme işlemlerine seçimden sonra da devam edilebilir’ yönünde değerlendirme ve uygulama bulunduğu izlenmiş; somut olayda da, 2013 yılında işlediği suç nedeniyle soruşturma ve kovuşturmaya milletvekili seçilmesinden çok önce başlandığı, mahkumiyetine esas sevk ve uygulama maddelerinin TCK’nın 312. maddesi kapsamında kalan suça ilişkin olduğu anlaşıldığından, sanık müdafilerinin müvekkilleri hakkında durma kararı verilmesinin gerektiği düşüncesine iştirak edilememiştir”
Mücella Yapıcı hakkında bozma istemi
Başsavcılık, sanıklardan yalnızca Mücella Yapıcı yönünden bozma kararı verilmesini talep etti. “Yapıcı’nın diğer sanıkların oluşturduğu gizliliğe riayetle Cezayir, Garaj İstanbul toplantılarına katıldığına, aynı amaca yönelik olarak organik bağ kurduğuna, oluşturulan organizasyon içinde yer aldığına ilişkin mahkumiyetine yeterli, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği” kaydedilen tebliğnamede, “Sanığın sabit olan eylemleri nedeniyle ayrı ayrı cezalandırılması gerekirken, yetersiz gerekçe ile mahkumiyetine karar verilmesi” nedeniyle hakkında verilen hükmün bozulması istendi.
Maslow’un “ihtiyaçlar hiyerarşisi” de tebliğnameye girdi
Dört bölümden oluşan tebliğnamede, yasal mevzuat ve Yargıtay İçtihatlarının yanı sıra Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinden, İbn Haldun’un Mukaddime’sine, Necip Hablemitoğlu’nun “Köstebek” kitabından, demokrasinin tanımına kadar dava ile ilgisi olmayan çok sayıda atıf da yer aldı. Tebliğnamenin ikinci bölümündeki “Hükmün dayandığı yasal mevzuat ve Yargıtay içtihatları ve hukuki değerlendirme” başlığı altında yer verilen cümlelerden biri “Abraham Maslow'un, ihtiyaçlar hiyerarşisinde, insani gereksinimlerin ilk halkasında yer alan fizyolojik ihtiyaçların, ikinci halkasında güvenlik, aile, mülkiyet, sağlık, güvenlik, üçüncü halkasında, aile, sosyal ilişki, mahremiyet ihtiyacının olduğu belirtilmiştir” oldu.
“Ulusal Devlet çatısı altında ‘Vatan, Bayrak, Bağımsızlık, Özgürlük’ kavramları değişmezdir”
İkinci bölümün “hukuki değerlendirme” kısmında, “Çözümlenmesi gereken sorun, topluluk içinde yaşamak zorunda olan diğer canlılardan her türlü değişime uyum yeteneği olan insanın, sahip olduğu hak ve özgürlükler ile siyasal iktidarın, sağlamakla sorumlu olduğu kamu düzeni, kamu güvenliği, suç işlenmesinin önlenmesi arasında nasıl bir denge kurulacağıdır” gibi tartışmalar da yapıldı. Tebliğnamede buna ilişkin değerlendirmelerden sonra “Bu ilkeler ışığında bakıldığında, sınırları belirlenmiş coğrafyada, fizyolojik, sosyolojik, ekonomik, hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı Ulusal Devlet çatısı altında, ortak yaşama istencinin, vatan, bayrak, bağımsızlık, özgürlük kavramları değişmezdir” denildi.
“Etki ajanları” vurgusu
Necip Hablemitoğlu’nun Köstebek kitabında yer verilen “etki ajanları” konusu ile 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nca verilen bir karara da değinilen tebliğnamede, “Bu acı deneyimler sonrasında, Gezi Olaylarının doğru okunması ve "etki ajanı" problemine nasıl bakılması gerektiğine ilişkin olarak Büyük Atatürk'ün 3 Ocak 1922 tarihli muhtırasına bakmamız yeterlidir” gibi ifadeler de kullanıldı. Daha sonra da davanın sanıklarına ait bazı tapeler de bu değerlendirmelere örnek olarak gösterildi.
“Yabancı eli mi aranıyor?”
Bu değerlendirmeler sonrasında, üçüncü bölüme ise “Geldiğimiz noktada, cevap aradığımız sorular şunlardır” denilerek başlanırken, devamında ise “Kendi ulusal bağımsızlığını koruyarak insan olmanın gereği hak ve özgürlüklere sahip olmanın yöntemi, sade halka demokrasi işlerinden anlamayan olarak bakıp yabancı eli mi aramaktır?” gibi cümlelere yer verildi.
Savcıdan STK’lara ilginç sorular
Yargıtay Savcısı Zafer Şahin’in hazırladığı tebliğnamede, dava konusu olay dışında felsefik, sosyolojik, tarihi ve siyasal tartışmaların yapılması, STK’lara “buradaki geçim yolu ve yönetme motivasyonu” nedir gibi ilginç soruların yöneltilmesi de dikkat çekti. Tebliğnamede “Herkesin ben daha demokratik bir ülke için faaliyet gösteriyorum dediğinde demokratik faaliyet olduğunu nasıl, hangi kriterlere göre değerlendirebiliriz? Yani demokrasinin gereklilikleri ile ulusal rejimlerin bağımsızlığı arasındaki ince sınır nerede başlayıp nerede bitmelidir? Pragmatik olarak her aktör bu iddiayla sahaya indiğinde, sosyolojik olarak belli bir zaman ve mekan içerisinde meydana gelen olay ve olguların, yaratılan algılardan bağımsız olarak teşhisi nasıl konulacaktır, öznel subjektif bakış açısının dışına çıkarak öznellikten arıtılmış salt gerçeklik nedir bunun belirlenmesi gerekmektedir” ifadeleri kullanıldı.