Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, 42 yaşında yaşamına son veren Yargıtay'ın hem usul, hem de esas bakımından bozduğu Ergenekon'dan yargılanan Yarbay Ali Tatar'ın abisi Ahmet Tatar'ın görüşlerini bugünkü köşesine taşıdı. Abi Tatar, kardeşinin intiharının bir başkaldırı olduğunu belirterek " Böyle bir davranışı insanlara örnek göstermek veya kutsamak mümkün değil. Fakat burada çok farklı bir şey var. Bu bir intihar değil bir başkaldırıdır. Bu bir isyandır. Bir Buda rahibinin kendini yakması gibi bir şeydir bu" dedi.
Ahmet Hakan'ın bugün (4 Mayıs 2016) yayımlanan “Bir Onur İntiharının Öyküsü” başlıklı yazısı şöyle:
42 yaşındaydı... Yarbaydı... Ergenekon'dan sanık oldu... Düzmece suçlamalara maruz kaldı... Tutuklandı... 11 gün sonra serbest kaldı... 3 gün sonra hakkında yeniden tutuklama kararı çıktı... Tam teslim olmaya gidecekti ki... Evinin banyosunda intihar etti... Ailesi "Bu bir onur intiharıydı, Ali Tatar bu kadar haksızlığa intihar ederek isyan etti" diyor.
'Silah sesini duyduğumuzda ne yapacağımızı bilemedik'
İlk tutuklanışu: Eşim Ali Tatar ilk olarak 2009 yılının Aralık ayında tutuklandı.
10 gün sonra serbest: Şener Eruygur ile Doğu Perinçek’i Deniz Eğitim Komutanlığı’nda bir araya getirmek... Ali’ye yöneltilen suçlama buydu... Avukatımız bu olayın tarihini not almış. Daha sonra bakmış ki söz konusu tarihte Doğu Perinçek, Ergenekon’dan tutuklu... Hemen itiraz etti. İlk itiraz reddedildi. İkinci itiraz kabul edildi. Çünkü ikinci itiraz nöbetçi mahkemeye yapılıyor. Yani kontrol dışı bir hâkime... Ve Ali için tahliye kararı çıktı. Böylece Ali, 10 günlük tutukluğunun ardından cezaevinden çıktı.
Psikolojisi iyi değildi: Çok sevindik. Ali’yi cezaevinden alıp eve geldik. Ziyaretçiler geldiler. Akrabalarımız, arkadaşlarımız... Ali’nin psikolojik durumu iyi değildi. Tutuklanışını hazmedemiyordu. Haksızlığa uğradığını söylüyordu.
Tam kutlama yapacaktık ki: Ali, çarşamba günü cezaevinden çıkmıştı. İki gün sonra yani cuma günü evde kutlama yemeği yiyecektik. Birçok konuğumuz vardı. Akşam saat 19.00 sıralarında Kurmay Başkanlığı’ndan Ali’yi çağırdılar. “Hayra alamet değil” dedi, gerildi ve yüzü asıldı. Yalnız gitti Kurmay Başkanlığı’na... Geldiğinde çok kötüydü. Yeniden savcılığa çağırdıklarını, hakkında tutuklama kararının çıktığını söyledi. Cumartesi saat 10-11 gibi teslim olması gerektiğini söylemişler.
Bir türlü sakinleşemedi: Ali çok kötüydü. Hepimiz çok kötüydük. Ali’yi sakinleştirmeye çalıştık. Arkadaşları, dostları, herkes sakinleştirmek için çaba gösterdi. Ama sakinleşmedi.
Komutanları dinlemedi: Gece geç saatte herkes yattı. Ertesi sabah kalktık. Hazırlık yaptık. Bavul hazırladık. Bu arada Ali’nin psikolojisinin iyi olmadığını komutanlarına söyledik, “Önce GATA’ya götürelim, bir kontrolden geçsin” dedik. Çok ısrar ettik ama kabul ettiremedik. Kararlarından vazgeçmediler.
Beni bırakmıyordu: Ali beni bırakmıyordu. Sandalyede yanımda oturuyor, elimi tutuyordu. “Lütfen ısrar etme, bunlara kabul ettiremezsin” diyordu.
Yola çıkacaktı: Herkes aşağı inmişti. Ali de inmişti. Ama sonrasında geri gelmiş. Hiçbir yere bakmadan doğrudan banyoya girmiş. Banyo ile 10 yaşındaki kızımız Gökçen’in odası karşılıklı. Gökçen o sırada odasında... Ali, onu bile dikkate almadan “midem çok kötü” diyerek banyoya girmiş.
Silah sesini duyduk: Silah sesini duyduğumuzda banyonun çok yakınındaydık. O anda ne yapacağımızı bilemedik. Banyoya girdiğimizde her taraf kan içindeydi. Ali’nin abisi Ahmet Tatar geldi aşağıdan hızla... Ali’ye kalp masajı yaptığını hatırlıyorum.
Ahmet Tatar anlatıyor
Ben dışarıda Ali’nin çıkmasını bekliyordum. Herkes aşağı inmişti. Etrafa baktım, Ali’yi göremedim. İçime bir kurt düştü. Hızla merdivenleri çıktım. Merdivenlerin yarısındayken önce Ali’nin sesini duydum.
“Hoşça kalın” diye bir bağırış... Hemen ardından silah sesi... Koştum. Banyoya girdim. Önümde yere doğru sıyrıldı. Üstüne atladım, yakasını açtım, elimi içeri sokup kalbine götürdüm... Kalbi atıyordu. Her taraf kan içindeydi. Tam bir hengâme oldu o sırada. Bağırtılar, çağırtılar... Biz kıyameti o an bu dünyada yaşadık.
Bir ambulans geldi derme çatma... Hiçbir sağlık görevlisi yok. Ben bindim araca... Bir şeyler yapmaya çalışıyorum gayriihtiyari... Masaj yapayım diye uğraşıyorum. Ambulanstaki bir kadın, “Zarar veriyorsunuz” dedi. Çok uzun bir yolculuk yaptık GATA’ya kadar. Büyük ihtimalle yolda yaşamını kaybetmişti.
Ahmet Tatar, kardeşi Ali Tatar’ın ölümünün hesabını devletin vermesi gerektiğini söylüyor.
İşte Ahmet Tatar’ın söyledikleri:
Birçok şey telafi edilebiliyor. İnsanların hayatlarından üçer, beşer yıl çaldılar. Geçti gitti. Öyle ya da böyle bu insanlar, hayatlarını tekrar yola koymaya başladılar. Yani o travmalar atlatılıyor. Peki bizim Ali’miz nerede? Buna cevap versinler!
Bunun cevabını ben sadece kişisel olarak birtakım insanlardan değil fiilen devletten soruyorum. Çünkü devlet, bize adalet ve güvenlik sağlamak üzere var. Temel görevleri bunlar. Eğer bizim güvenliğimizi sağlayamıyorsa ve bize adil bir yargılama ile adalet sağlayamıyorsa o zaman devletin varlığına ihtiyaç kalır mı?
Devletin bu davalardan sonra mutlaka ama mutlaka “Bu nasıl oldu, bu tezgâhı kimler kurdu, bu tezgâhı kimler destekledi, kimler bu işin şak şakçılığını yaptı” sorularına bir cevap vermesi ve bir sorgu süreci başlatması gerekir.
- Ergenekon davasında çıkan son kararın ardından talebiniz nedir?
Nilüfer Tatar Ben buna sebep olanların yargılanmasını istiyorum. Bunu görmek istiyorum.
- Siz ne diyorsunuz?
Ahmet Tatar: “Nesini söyleyeyim canım efendim/Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim/Arzuhal eylesem deftere sığmaz/Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim.” Ne söylenebilir ki? Bizim yolumuzda kin, nefret yoldan düşmeyi gerektirir. Yapamazsın böyle bir şey. Ama ortada o kadar büyük bir haksızlık var ki... Ben şaşırıyorum: Bu kadar dalgayı, bu kadar dümeni, bu kadar yalanı, haksızlığı hangi inancın neresine sığdırdınız be kardeşim!
- İntihar etmek, cana kıymak... Çok zor bir karar... Sizce Ali Tatar, nasıl bu karara varmış olabilir?
Nilüfer Tatar: İçeride kaldığı süreç ve maruz kaldığı suçlamalar psikolojisini bozdu. Aslında intihara büyük tepki gösteren biriydi. İntihar mektubunda bunu söylüyor zaten.
- Kardeşinizin intihar ederek ölmesi sizi nasıl etkiledi?
Ahmet Tatar Böyle bir davranışı insanlara örnek göstermek veya kutsamak mümkün değil. Fakat burada çok farklı bir şey var. Bu bir intihar değil bir başkaldırıdır. Bu bir isyandır. Bir Buda rahibinin kendini yakması gibi bir şeydir bu.
NilüferTatar, Ali Tatar’ın intiharının ardından basında çıkanları da anlattı...İşte Nilüfer Tatar’ın söyledikleri:
- Bir gazete “Tutuklanma kararı aldı ve intihar etti” başlığını attı.
- Şu an milletvekili olan bir gazeteci, “İntihardaki sır” başlıklı bir köşe yazısı yazdı. Bu yazıda bizim evimizde bazı toplantılar yaptığımızı, bunları açıklamamız gerektiğini söylüyordu. 6 yıldır benim açıklayacağım bir şey yok. Kendisinin bir açıklama yapması gerekiyor.
- Bir başka gazete “Ergenekon Terör Örgütü’nde panik” diye manşet atmıştı. Ali’nin paniklediğini, o yüzden intihar ettiğini söylüyor.
- Başka bir gazete “Suikast zanlısı yarbayın intiharı” dedi. Başka bir gazete ise “Ergenekon’da sırlar gecesi” başlığını attı.
- Bir köşe yazarı ise Ali’nin ölümünün ardından “Hesap vermeden nereye” başlıklı bir yazı yazdı.
Savcıların Ali Tatar’a yönelttikleri sorular şunlardı:
DHPK-C adlı örgütle bir ilişkiniz var mı?
PKK örgütüyle bir ilişkiniz var mı?
Doğu Perinçek ile Orgeneral Şener Eruygur’u bir araya getirdiniz mi?
Türk Solu adlı dergiyle herhangi bir ilişkiniz var mı?
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile bir ilişkiniz var mı?
Karargâh Evleri’yle bir ilişkiniz var mı?
Bütün bu sorulardan çıkan sonuç şuydu:
Ali Tatar hem PKK’lı hem DHKP-C’li hem Doğu Perinçekçi hem Karargâh Evleri organizasyonuyla bağlantılı olmakla suçlanıyordu.
Ali Tatar’ın avukatı İhsan Nuri Tezel, bu tuhaf duruma şu şekilde işaret ediyor:
“Hepsini birden olamaz. Mantıken olamaz. Bu suçlamaların birbirleriyle ilgisi olmadığını söylediğimizde, gerek savcılık, gerek sorgu hâkimliği tarafından bize ‘Ama adınız çok geçiyor’ dendi. Niteliğe değil niceliğe baktılar.”
NOT: Yukarıdaki bilgilerin tümü Sedat Ergin’in Hürriyet gazetesinde yer alan 25 Aralık 2009 tarihli “Tatar’ın Son 5 Dakikası”, 26 Aralık 2009 tarihli “Tatar’a Sorgulamasında Hangi Suçlamalar Yöneltildi?”, 27 Aralık 2009 tarihli “Bir Ölü Kendini Nasıl Savunur?” başlıklı yazılarından alınmıştır.
Tatar'ın intihar mektubu
Sevgili Nilü ve canım aile üyelerim...
Tam her şeyden kurtulduk derken sizlerden bir ayrılık durumu daha yaşamak durumundayım.
Bu ayrılık ebedi ayrılıktır.
Eğer öbür dünya varsa... İleride orada buluşuruz.
Ben ailemden kimseye küskün değilim.
Hepinizi çok seviyorum.
Hepinize bir hakkım geçtiyse helal olsun.
Sizin de bana hakkınızı helal edeceğinize eminim.
Dediğim gibi bana sakın kızmayın.
Belki bu süreç altı ay, bir yıl sonra geçecek.
Ancak benim buna dayanacak halim yok.
Öncelikle başınızı öne eğdirecek hiçbir şey yapmadım.
Başınızı dimdik tutun!
Ama ben bu hukuksuzlukla yaşayamam.
Yaşadıklarımı ikinci defa kaldırmam mümkün değil...
O deliğe bir daha dönmektense mezara girmeyi tercih ederim...
Belki benim ölümüm bu durumda olan başkalarının aydınlığa çıkışına bir ışık olur. Boşu boşuna ölmemiş olurum.
Bu şekilde ölmeyi hiç istemezdim.
Buna en çok karşı çıkan bendim.
Şu anda çok duygusal değilim.
Ağlamıyorum.
Yalnız içim buruk ve kırgın.
Bana bu oyunu oynayanlara ve sahip çıkmayanlara kırgınım.
Beni rahmetli babamın yanına gömün.
Karımı ve kızım Gökçen’imi size emanet ediyorum. Kızımı ve karımı yalnız bırakmayacağınızı, bu işin peşini bırakmayacağınızı biliyorum.
Tek tesellim sizleri son bir defa, hep birlikte görmek oldu.
Gökçen’im, canım kızım derslerine çok iyi çalış.
İyi çalış ve önemli yerlere gel ki, benim hesabımı sorabilesin!
Hukuksuzluk sürecine hukuk adına saygı gösterilemez.
Bu şekilde giderseniz ne yönetecek bir ordu, ne yaşayacak bir cumhuriyet, ne de bir ülke bulamayacaksınız.
Şunu bilin ki, en küçük suçu ve günahı olmayan ben, bu yapılan hukuksuzluğa isyan ve bu karanlığa bir nebze ışık olabilmek için hayatıma son veriyorum.