Yeni Şafak gazetesi yazarı İsmail Kılınçarslan, 30 Ağustos 2014 tarihinde 'Çok sıkıldım' başlıklı yazısında, 'Yeni Türkiye'den' sıkıldığını söyleyerek, 20-30 yılını 'dava'ya adamış insanların görmezden gelindiğini savundu.
İsmail Kılınçarslan'ın 'Çok sıkıldım' başlıklı yazısı şöyle:
Çok sıkıldım
Bazılarının aksine bendeniz Yeni Türkiye'ye 'sıkılarak' başladım. Allah sonumu hayretsin.
Sıkılıyorum. Hem de çok sıkılıyorum.
'Hoca epistemoloji dedi. İşte memleketin birikimli, kültürlü başbakanı' diyerek köşe dolduran, televizyon ekranlarında 'lak lak' eden uzman takımının aslında bırakın epistemolojiyi, felsefesinin ilgilendiği hiçbir alanla uzaktan yakından ilgisi olmadığını biliyor olmaktan çok sıkılıyorum.
Farabi'nin 'erdemliler şehri'ni, İbn Haldun'un medeniyet düşüncesini, -ne bileyim- Kant'ın ahlak hakkındaki görüşlerini hiç mi hiç merak etmeyen, bir kez bile bu ve benzeri isimleri okumayan 'pür politikacı' kalemlerin 'işte filozof başbakan' deyip durmasından çok sıkılıyorum.
Yeni Türkiye'nin, temel hayat sloganları 'felsefe yapma', 'edebiyat parçalama', 'icat çıkarma' üçgeninden oluşan; herhangi bir politik düzleme angaje olduğunda her şeyi bir tamam hallettiğini düşünen aktörlerinden çok sıkılıyorum.
Gül cumhurbaşkanı olunca 'Gül uzmanı', Davutoğlu başbakan olunca 'Davutoğlu uzmanı', zaten doğal olarak 'Recep Tayyip Erdoğan uzmanı' olan yandaş-muhalif herkesten çok sıkılıyorum.
Başbakanının profesör olmasıyla, 'hoca' olmasıyla, 'birikimli' olmasıyla övünen insanların yönettikleri medya kuruluşlarında kültüre, sanata, sosyolojiye 'istenmeyen çocuk' muamelesi yaptıklarını biliyor olmaktan çok sıkılıyorum.
10 yılını, 20 yılını, 30 yılını 'dava'ya adamış insanların neredeyse görmezden gelindiği; ne dediğini kendisinden başka hiç kimsenin anlamadığı çapsız, izansız, donanımsız nevzuhur 'politika konuşur' zıpçıktıların baş tacı edildiği bir düzenin içinde yaşayıp gitmiyormuşuz gibi davranılmasından çok sıkılıyorum.
13 yıldır 'bir gençlik hareketi' ortaya çıkaramamanın acısını bir kez bile 'ciğerinde' duymayan, her seferinde 'bu seçimi de bir atlatalım' kolaycılığına düşen, her seferinde rakamları ilkelerden daha çok önemseyen 'düşünür'lerden geçilmiyor ortalık. Ve ben cidden çok sıkılıyorum.
Necip Fazıl'ın yaşadığını zanneden gençlerimiz var. Vara yoğa küfür edip kendini rahatlatmayı 'cihat etmek' zanneden gençlerimiz var. Lacivert takım elbise ve siyah parlak ayakkabı giyen, Ray-Ban gözlük takıp 'proce kovalama'yı marifet sayan, asıl projenin bizatihi kendisi olması gerektiğini bir kez bile aklına getirmeyen gençlerimiz var. 'Yeni Türkiye'yi bu gençlerle kurabileceğini düşünen koca koca adamlardan çok sıkılıyorum.
Kızıyor musunuz bana?
Hayatımızı 'politika'dan ibaret hale getiren bu düzeneğe kızmıyorsanız bana kızmak hakkınız tabii.
'Hayatî' olanı 'geçici' olandan ayıramamak belki de bugün en temel sorunumuz. Kimse hayatî olanla yani zor fakat aynı zamanda elzem olanla ilgilenmekten yana değil. Herkes geçici olanla, sayısal olanla, bugünlük olanla, gündelik olanla ilgili...
Bırakın çok daha temel soruların ve sorunların altını çizmeyi, 'yaptığımız gökdelenleri çocuklarımıza nasıl izah edeceğiz' diye sorduğunuzda size 'hain' yaftası yapıştırılması an meselesi.
'Kol kırılır yen içinde' diye diye kırık yüzünden iltihaplanan, kangrene dönüşme tehlikesi bulunan bir dünya sorunu erteleyip duruyoruz.
Bunları niçin yazıyorum?
Şimdi 'epistemoloji' kelimesini cümle içinde ve son derece doğru şekilde kullanabilen bir başbakanımız var. Oyunu geriden kurmaya meyyal, asıl projenin yönünün ne olması gerektiği konusunda net bir başbakanımız.
Soru şu: Yeni başbakanımız 'yeni Türkiye'yi, şimdiden etrafını sarmaya başladığını dehşetle fark ettiğim 'yeni Türkiye'cilerle mi kuracak; yoksa hakiki olana temas etmeyi' göze alarak, yorularak, ter dökerek mi kurgulayacak?
Şu an için gerçekten ilgilendiğim tek soru budur. Gerisi koyu bir can sıkıntısı...
Ne diyordu Ted Hughes: 'Bu senin erdemli dediğin Mersin'in ilçesi değil miydi yeğenim? Oklava çekmesi meşhurdur oranın. Damağın çatlar lezzetten.'