Karar gazetesinde ekonomi yazılarıyla dikkati çeken İbrahim Kahveci, Türkiye'deki ekonominin düzelmesinin yapısal dengesizliklerin giderilmesinden geçtiğini kaydetti. "Ankara çok vergi alıyor; çok para topluyor ve bu parayı çok ama çok verimsiz harcıyor" diyen Kahveci, devletin üretimden, değer yaratan süreçlerden çok vergi aldığını ve bu vergileri tüketime "ulufe" olarak dağıttığını öne sürdü. Herkesin sorumlu olduğunu söyleyen Kahveci, "Aksi halde toplumu bir arada tutmak için dış savaşlar bile yetersiz kalacaktır" tespitini yaptı.
Kahveci'nin "Herkes sorumlu!" başlığıyla (6 Şubat 2019) yayımlanan yazısı şöyle:
Eski parlak günlerdi.
Gerçi o günler bile bana çok parlak gelmiyordu ama şimdi “meğer ne kadar parlakmış” diyorum.
O günlerde “Türkiye batıyor, bunlar ülkeyi batırıyor” diyenler yüzünden daha sınırlı idealden bahsedebiliyordum. Mesela THY tarihinin en büyük açılımını yaparken, her gün “THY batıyor” diyenler vardı.
Bugün ise roller değişti.
O günlerde her şeye siyah diyenler artık beyazcı oldu. Güç karşısında, fırsat karşısında görünür fikirler Türkiye uçuyor demeyi cezp ediyor. Kapalı kapılar arkasında hala siyahçılar ama artık perdenin önünde durum başka.
Merkezileşen güç düzenleri elbette “devşirme” sistemini kullanacaktır. Osmanlı bile “Yeniçeri” düzeni ile merkezileşmeyi başardı. Akıncılar ya da Anadolu Beyleri padişah karşısında bir güç paylaşımı içerisindeyken merkezileşme olamazdı.
***
Bugün geldiğimiz nokta maalesef çok parlak değil. 2001 krizinde 66 milyon nüfus içinde 2,3 milyon işsiz vardı(%3,5). Bugün 82 milyon nüfus içinde işsiz sayısı 3,7 milyon kişiyi aşıyor (%4,5).
Ekonomi Programına göre işsiz sayısı zaten 4 milyon kişiye ulaşacak. Ama Ekonomi Programına göre öngörülenin gerisinde bir süreç yaşıyoruz. Hatta programda küçük bir büyüme öngörülmesine rağmen, nerede ise kesinleşmiş ciddi bir küçülme yaşayacağız.
Durumun devam etmesi halinde 2019 yılında işsiz sayısının 5 milyonlara gelmesi kuvvetle muhtemeldir. Hatta daha da aşabilir.
Kısaca sorun çok ciddi.
Öyle ‘dolar düştü, faiz düştü bir kaç aya da ekonomi toparlar’ hikayeleri hiçbir gerçeği yansıtmıyor.
Yapısal bir dengesizlik yaşıyoruz. Bu süreç bizi nüfus büyümesine bile taşıyamıyor.
Nüfus büyümesi nedir: Nüfus artışının yol açtığı doğal büyümedir. Genellikle nüfus artışının 1,5 katı oranında gerçekleşir. Örneğin Türkiye’nin nüfus artışına dayalı ekonomik büyümesi yıllık yüzde 4,0-4,5 aralığındadır.
Gerçek büyüme nedir: Nüfus artışının yarattığı büyümenin üstündeki oranlardır. Türkiye için bu oranlar yüzde 4-4,5 büyümenin üstü oranlardır. Örneğin bizim yüzde 4,5 büyüme oranımız AB’nin sıfır büyüme oranına eşit kabul edilir.
***
Evet, yapısal dengesizliklerimiz giderilmeden ekonomide bir düzelme beklemek sadece hayaldir.
Nedir bu yapısal dengesizliklerimiz?
İlk başta “Ankara’nın Şişmanlığıdır.” Ankara çok vergi alıyor; çok para topluyor ve bu parayı çok ama çok verimsiz harcıyor. Ranttan, atıl sermayeden vergiyi az alıyor ama üretimden, değer yaratan süreçlerden çok vergi alıyor. Aldığı vergileri de tüketime ulufe olarak dağıtıyor.
Size bir örnekle durumu anlatayım: İktisatta ekonomik büyüme ile ekonomik gelişme farklı kavramlardır.
Ekonomik büyüme nedir?: Önceki yıl 100 lira olan geliriniz 5 lira artarak 105 lira oldu ise buna ekonomik büyüme denir.
Ekonomik gelişme nedir?: Gelişme ise daha kapsayıcı ve bütüncüldür. Mesela büyüme çağındaki iki ikiz kardeş düşünün. Her ikisinin de boyu ve kilosu bir yıl içinde artıyor. Yani her iki kardeş de büyümüştür. Ama kardeşlerden biri okuyor ve kendini geliştiriyor. Diğeri ise tam bir cahillik içinde gününü gün ediyor.
Sizce boy ve kilo olarak büyüyen iki kardeşin gelişimi de aynımıdır?
Biz her iki kardeşin büyüdüğünü ama sadece birinin geliştiğini söyleriz. Hatta diğer kardeşin büyümesi bir bakıma büyüdükçe topluma yük olacağı için, gelişme yönünden negatiftir bile diyebiliriz. Tıpkı Türkiye’nin son yıllardaki büyüme-gelişme çelişkisi gibi.
***
Sosyal medyada Prof. Dr. Kemal Üçüncü şu şekilde yazıyor: “Yeni YÖK’e çağrımdır. Eğer üniversite sistemi radikal bir reforma tabi tutulmazsa 5 yıl içinde mahalle mektebine dönecekler. Durum çok feci. Bütün Avrupa Kıtasından fazla ziraat, tıp fakültesi; Almanya’dan fazla hukuk fakültesi var. Kasabalar iletişim fakültesi dolu. İktisadi İdari Bilimler olmayan ilçe kalmadı.200 yeni bilim dalının ülkemizde henüz adı bilinmiyor.”
Şimdi bu yazılanlara baktığınızda eğitimdeki nüfus artışı bizi kalkındırıyor mu; yoksa sadece birer israf ve mesleksiz gençlik mi yetiştiriyoruz?
Yapısal sorunlarımız o kadar çok ki, inanın saymakla bitmez.
Her yıl bize gönderilen 35-40 milyar dolarlık yabancı sermaye desteği ile kurduğumuz düzen artık bitti. O bol paraları betona hem de dikey olarak gömdük. Şimdi şikayet ediyoruz.
İhracatımız hala “daha çok domates-hıyar satarak” artıyor. (Bu cümleyi googlde arayın lütfen)
***
Şimdi bu cümleleri neden yazdım?
Maalesef açıklamalara baktığımızda mevcut siyaset ne sorun tespit edebiliyor, ne de çözebiliyor. İtibardan tasarruf olmaz diyerek Ankara’nın şişmanlığını bile destekliyor. Ama biliyoruz ki; Ankara şişmanladıkça Türk Halkı zayıf kalacaktır.
Bunun tersini asla beklemeyin. Olmaz...
Siyasetin sorun çözemediği yerde sorumluluk bütün ülkenin etkili - yetkili kişi ve kurumlarına düşmektedir. Bu sorumluluk TÜSİAD-MÜSİAD ayrımı gözetmez.
Bugün bile 4 milyona dayanan işsizlik çok ciddi bir sosyal problemdir. Yarın bu sayı 5 milyona geldiğinde ne yapacağız?
Sosyal sorunları, intiharları, boşanmaları, aile içi geçimsizlikten doğan cinayetleri vs vs nasıl çözeceğiz?
Sorun sadece bugünün siyasetinde çözüm aranamayacak kadar ciddidir. Öyle görülüyor ki, her sorumlu sorunların altına elini atmak zorundadır. Aksi halde toplumu bir arada tutmak için dış savaşlar bile yetersiz kalacaktır.
NOT: Ocak ayı elektrik tüketimi yüzde 2,1 azaldı. Meskenlerde elektrik tüketimi nerede ise sürekli artar. Ticarethanelerde ise daha sınırlı artar. Eğer toplamda elektrik tüketimi 2,1 azalmış ise, bu durum sanayide elektrik tüketiminin yüzde 5-7 civarında azaldığını gösterir. Yani öyle dolar düşüyor, faiz düşüyor diye düzelen bir şey yok. Düzelmez de...