Mehmet Tarhan
Savaş koşullarında vicdani red
Bu yıl 15 Mayıs Vicdani Redciler Günü Türkiye’de ilk defa birden fazla merkezde kutlanacak. 14-15 Mayıs’ta Eskişehir’de film gösterimi ve söyleşi, 15 Mayıs’ta İstanbul’da basın açıklaması, 16 Mayıs’ta Siirt’te söyleşi, 18-19 Mayıs’ta Diyarbakır’da konferans, yine 18-19 Mayıs’ta İstanbul’da paneller ve red açıklamaları. Aynı tarihte İstanbul’da bir süredir hazırlıkları süren Vicdani Red Derneği’nin kuruluşu da duyurulacak.
Bu durum her ne kadar hükümet tarafından vicdani red hakkına karşı çıkılsa da, barış süreci ve son yıllardaki hukuki kazanımlar düşünüldüğünde olağan görünüyor. Ancak kavramın meşruiyet alanının genişlemesi aynı zamanda bu hakkın yurttaşlar açısından olmasa da siyasetçiler tarafından araçsallaştırılması riskini de beraberinde getiriyor. Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda BDP ve CHP’li Rıza Türmen’in vicdani red hakkı konusundaki önerisine karşı AKP ve MHP ile birlikte saf tutan CHP’nin ulusalcı kanadının en önemli temsilcilerinden Emine Ülker Tarhan’ın, AKP’nin Suriye politikalarına karşı yurttaşları vicdani red hakkını kullanmaya çağırması oldukça düşündürücü. Her ne kadar Tarhan’ın bu çağrısı partinin ve barış sürecine yönelik genel duruşu dolayısıyla ciddiye alınmayabilecek, bozuk saatin bile günde bir defa doğruyu göstermesi olarak görülebilecekse de; Reyhanlı Katliamı sonrası çalan savaş tamtamlarına karşı en isabetli öneri olduğu gözden kaçırılmamalı.
2001 yılında reddimi açıklamamdan bu yana askeri hapishane de dahil olmak üzere belki de en çok muhatap olduğum soru “İşgal durumunda ya da bir saldırı olduğunda ne yapacaksın?” oldu. Bunun bir diğer versiyonu özellikle açıklamalarını Türkiye’de yaşanan iç savaşa temellendiren çoğunluğu Kürt redcilere “Ya gerillaya ne diyeceksin?” şeklinde sorulageldi. Reyhanlı Katliamı ile Esad Rejimi’nin zulmü üzerinden iştahlı ya da kerhen askeri müdahale yanlısı olanlar tarafından bu soruların yeni formları pekala oluşturulabilir. Şimdilik vicdani red savunusu yapan grupların görece küçüklüğü bu tartışmanın geniş bir alanda tartışılmasını engelleyebilir. Fakat antimilitarist ve savaş karşıtlarının halihazırdaki savaşlar dünyasında antimilitarist bir siyasetin nasıl yürütülebileceği yönünde kafa yormaları elzem.
Antimilitarizm sadece ordulara karşı olmak değil şiddeti örgütlü hale getiren tüm yapılara karşıdır. Burada sözkonusu olan sadece Suriye Ordusu ya da ÖSO’ya bağlı silahlı gruplar değil, silah sağlayıcılardan düşünce kuruluşlarına kadar geniş bir gruptur. Savaşların tüm örgütleyicilerini teşhir etmek önemlidir.
Antimilitarizm “uluslararası hukuk” ya da “devletlerin içişleri” gibi devletler hukukunun kavramlarını kullanmaz. Devletler ve onların yarattığı düzenin varlığını görmezden gelmez ancak meşruiyet zeminini burada aramaz. Antimilitarizmin meşruiyet zemini devletlerin ve sınırların gayrımeşruluğundan alır. Dolayısıyla bir antimilitarist bir Türkiyeli, Suriyeli ya da başka bir ülkeli olma kimliğiyle hareket etmez ya da düşüncelerini böyle bir süzgeçten geçirmez. Yani ne Suriye’nin iç işlerine müdahale, ne de Türkiye’nin güçlü bir aktör olması gibi konularla ilgilenmez. Savaşın Reyhanlı, Banyas ya da Şam’daki kurbanları arasında fark gözetmez ve örgütlü silahlı güçlerin mağdurları ya da tehdit ettiği tüm insanlarla dayanışmak ve güvenliği için endişe etmek durumundayız.
Özellikle uluslararası - ki devletlerarası demek daha doğru – ilişkiler hakkında konuşurken kullanılan dilin diplomatikleşmesi en büyük risktir. Diplomatik dil; devletleri, egemenlik haklarını, dolayısıyla orduları ve savaşları meşrulaştırarak halkları nüfusa, insanları istatistiki “1”lere dönüştürür. Sonra 2 1’den büyük olur, 51 100.000’den küçük olur; her bir insan yaşamı “maliyet” olur. Ülkeler yekunda kazançlı ya da zararda sayılır, insan unutulur.
Ütopya sahibi olmak çok uzun zamandır aşağılanan bir şey, duygusal olmanın yani kadınsı olmanın aşağılandığı gibi. Antimilitarizm de realistler tarafından çokça aşağılanır, en iyi ihtimalle “naif” bulunur. Ama iktidar sahiplerinin en korktuğu şey de kendileri uğruna savaşacak insanlardan mahrum kalmak olabilir. Erdoğan zorunlu askerliğini yapan 100.000'lere güvenmiyor mu savaşı kışkırtırken? Esad yüzbinlerce insanı tek tek kendisi mi öldürdü? Roboski’de savaş uçağını emir verenler mi kullanıyordu? Reyhanlı katliamı emrini verenler mi getirdi minibüsleri oraya? Ne yazık ki o pilot olmamak, o minibüsü getirip bırakmış olmamak ellerimizi temizlemeye yetmiyor. Egemenlerin satranç tahtasındaki bir piyon olmamak elbette önemli ancak o tahtayı yıkmamış olmak kirimiz.
Antimilitarizm ve bu bağlamda vicdani red hakkı en azından devletle yapılmış olduğu varsayılan yurttaşlık anlaşmasını yeniden sorguluyor. Bu 15 Mayıs zorunlu askerliğe, savaşlara, destekçilerine, örgütleyicilerine karşı halkların “hayır”lı bir başlangıcı olsun. Devletler, doğrudan ya da vekil savaşlarında bizi yok saysın.