Ekin Kadir SELÇUK
Bilkent Üni. Siyaset Bilimi, Doktora
Moloz yığınlarına gözlerini dehşet bürümüş çaresiz insanların haykırışları karışıyor. Yıllar sonra. Yeniden.
Doğal felaketlere karşı hiçbir hazırlığımızın olmadığını hatırlıyoruz bir kez daha. Bedeli ağır oluyor. Kim bilir hangi umutlar, korkular, sevinçler ve hüzünlerle yüklü hayatlar bir anda sonsuzluğa karışıyor. Geride korkunç acılar bırakarak.
Bir haftada ne kadar çok çocuğumuzu toprağa verdik! Daha enkaz altından çıkarılamayan erken solmuş bedenler var. Ve kim bilir daha hangi mayınlı tuzakta, hava operasyonunda, baskında yitireceklerimiz.
Bir yanda oturdukları koltuklarda hastalıklı ruhlarını sanal alemin koridorlarına salanlar. Doğal felaketleri Tanrı’nın bir cezası olarak algılayan geleneğin modern temsilcileri. Ve onlarla birlikte fırsat bu fırsat diyerek çıkmaktan bıkmadıkları beyaz ekrandan depremin yaralarıyla boğuşanlara “akıllı olun” çekenler…
İrkilmemek mümkün mü? Derin bir umutsuzluk ve hüzün kaplamalı içimizi.
Fakat öte yanda bebek maması, battaniye, kuru gıda, çadır için koşuşturan, ellerini kendileri gibi olanlarla birleştirip Van’daki kardeşlerine uzatanlar.
Bu topraklarda son 30 yılda binlerce insan hayatını kaybetti kanlı bir çatışmada.
Fakat ırkçıların çağrılarına kulak tıkadı Türkiye halkı her seferinde. Komşu komşusunun canına, malına göz dikmedi. Bizi daha acı günlerden, iç karışıklıklardan acıların en büyüğünü yaşayan bu halkın sağduyusu korudu, koruyor. Onlar aklını, vicdanını kaybetmiyor.
Diyorum ki; karanlık seslere, vatanı böldürmeyeceğini söyleyip insanları bölenlere aldırmadan gözümüzü şimdi Van’daki kardeşleri için çırpınan insanlık seferberliğine dikelim. Van felaketini Tanrı’nın cezası olarak değil ama Tanrı’nın mesajı olarak algılayalım ve artık silahları toprağa gömelim.
Kürtler nefret saçan klavyelere gözünü kapasın, kulağını tıkasın ve ülkenin dört bir yanından harekete geçen Türklere bir omuz versin.
Türkler, yaşadıkları haksızları başkalarının kanıyla gidermeye çalışan Kürtleri görmezlikten gelsin ve “ben Kürdüm diye Türkleri sevmeyecek miyim” diye soran 11 yaşındaki küçük Zeynep’in cümlelerini okusun tekrar tekrar.
Dileyelim ki “her gecenin bir sabahı vardır” diye mırıldananlar, “gecenin en karanlık anı günün ağarmasından hemen öncedir” diye süslü cümleler kuran yazarlar haklı çıksın ve Van depremi hepimiz için bir milat olsun.
Kürtler, ne olursa, ama ne olursa olsun “benim için öldürme” desin PKK’ya.
Türkler, Kürtler haklarına kavuşana kadar onlara destek vereceğiz diye kafa tutsun devlete.
Birbirimizin acılarını ortak acımız belleyelim.
Bunlar bir hayalperestin kaleminden çıkan ütopik lakırdılar değil.
“Kardeşlik kokusu”nu duymuyor musunuz? Üstelik milli sınırları da aşan bir kardeşlik bu. Azerbaycan’dan gelen pek çok yardım malzemesi dağıtılıyormuş Van’da.
Bölücülük diyorlar ya; bir kez daha görüyoruz ki ırkçılık en kudretli bölücü. Yurdun bir bölümünden içinde yaşayan insanlarla birlikte vazgeçenler, genç askerler toprağa düştüğünde üzüldüklerini duyuruyorlardı profil resimleri ve mesajlarıyla. Operasyon değil katliam istiyorlardı.
İstiyorlar çünkü biliyorlar ki onlar savaşmayacak, onlar ölmeyecek, onlara hiçbir şey olmayacak. Her seçimde istedikleri gibi oy kullanmadıkları zaman Türk halkını aşağıladıkları gibi Kürtleri de aşağılıyorlar.
Her genç ölümün ardından ağızlarından köpükler çıkararak konuşanlara aldırmayın, üzüldüklerini falan sanmayın. Çatışmaları ölümlere GERÇEKTEN üzülenler sonlandırabilir ancak. IRA uzmanı Profesör Richard English "barış ihtimali barışın şiddetten daha iyi neticeler vereceğine inanan insanların sayısına bağlıdır” demişti. Şimdilik o sayı fazla değil belki ama, memleketin her köşesinden Van’da çile çekenlere ulaşan destek, bu halkın barışa eninde sonunda kavuşacağını gösteriyor.
Üzülmek için yeterince nedenimiz var; fakat umutlu olmamız için de…