Adana'da 4.5 yaşındaki çocuğun istismara uğramasının ardından başlayan tartışmalar sonrası uzmanlar, pedagoglar, eğitimciler ve siyasetçiler konuya ilişkin olarak açıklamalarda bulundu. Son on yılda cinsel istismar vakalarında 7 kat artış yaşandığını ifade eden uzmanlar, "Önce çocukları korkutan sistemi dönüştürmeli sonra da onlara korkmamalarını öğretmeliyiz" diyor. "Öğretmenin de en iyi yöntemi çocukla bu konuları konuşmak değil; onunla kurduğumuz ilişki" diyen uzmanlar, "İnanın bir çocuğa sarılmadan önce ‘Sana sarılabilir miyim?’ diye sormak ve cevabını beklemek; onlara ‘yabancı biri sana dokunamaz’ demekten daha etkili bir eğitim modeli" önerisinde bulundu.
TIKLAYIN - 14 soruda pedofili nedir, çocukları korumak için ne yapmalı, ne yapmamalı?
Birgün'den Demet Sargın'ın sorularını yanıtlayan uzmanların açıklamaları şöyle:
- Cinsel istismar olaylarının sosyal medyada da gazetelerde de artık eskisinden çok rastlamaya başladık. Bunun sebebi nedir? Farkındalığımız mı arttı yoksa toplumun içe kapanması sonucunda cinsel istismar olayları mı hızlandı?
Sebebi değil, sebepleri var aslında. Söylediğiniz gibi toplumsal farkındalığın artması bir etmen; kitlelerin ana akım medya dışında bağımsız ve tarafsız haber kanallarına daha etkin ulaşabiliyor olması, özellikle sistematik olayların sosyal medya aracılığı ile hızla yayılarak infial yaratması ve çocuk hakları alanında çalışan sivil toplum örgütlerinin hukuki ve sosyal mücadelesi cinsel istismar suçlarının daha görünür ve konuşulur olmasını sağlıyor. Çocuk-ergen evliliklerini teşvik eden uygulamalar / açıklamalar toplumsal tepkinin büyümesine sebep olabiliyor. Fakat istismarın görünmeyen, konuşulmayan, tanımlanmayan pek çok farklı biçimi var. Soruyu buradan bakarak da sorabiliriz; hangi istismar türleri daha görünür / konuşulur oldu? Neden bazı olaylar infial yaratırken; bazı olaylar göz ardı ediliyor, gündeme alınamıyor? Spor kulüplerinin altyapılarında, eğitim ortamlarında, aile içinde, dini örgütlenmelerde, sosyal kurumlarda yaşanan farklı istismar türlerinin hala yeterince konuşulduğunu düşünmüyoruz. Öte yandan istismarı önleme noktasında devlet politikalarının, tespit ve müdahale araçlarının yetersiz olduğunu görüyoruz. Tabi ki muhafazakarlaşan ve hak odağından uzaklaşan sosyal yapılanmanın da etkisi büyük.
-Cinsel istismar nasıl önlenebilir?
Sorunun tespitine ve koruma sisteminin iyileştirilmesine yönelik araştırmaların yapılması elzem. Konu, suçun faili ve o suça maruz bırakılanla sınırlı değil ki. Bizim terazimiz burada şaşıyor. Suçun ortadan kalkması faile verilen ceza ile orantılı görülüyor. Oysa elimizde güvenilir veriler yok. Suç işlenene kadar nerelerde ihmaller gerçekleşmiş, koruyucu ve önleyici tedbirler alınmış mı, sorumlu kişiler sorumluluklarını yerine getirmiş mi? Bu soruları göz ardı ederek sadece faili canavarlaştırdığımızda, istismarın önüne geçemiyoruz. İstismarın gerçekten önlenebilmesi için koruyucu tedbirlerin alınması, müdahaleye yönelik uygulamaların gözden geçirilmesi, düzenli denetim ve değerlendirmelerin yapılması, ceza indirimlerinin kalkması, şiddetten hayatta kalanların haklarının korunduğu ve sosyal desteğe ulaşabildiği bir yapının sağlanması ama her şeyden önce önlemenin mümkün olduğuna inanılması ve bu amaçla yola çıkılması gerekiyor. Önce bu önlemleri alalım; ardından çocuklara hayır demeyi, bedenlerinin onlara ait olduğunu, sınırlarının saygıyı hak ettiğini öğretelim.
-Çocuklara neler öğretmeliyiz?
Önce çocukları korkutan sistemi dönüştürmeli sonra da onlara korkmamalarını öğretmeliyiz. Öğretmenin de en iyi yöntemi çocukla bu konuları konuşmak değil; onunla kurduğumuz ilişki ve iletişimle ona değerli olduğunu hissettirmek, senin bedenin sana ait mesajını vermek, sınırlarına saygı duymak, istemiyorum dediğinde zorlamamak, seçim yapmasına olanak veren alternatifler sunmak, dayatmamak, cezalandırmamak, korkutmamaktır. Ben böyle düşünüyorum. İnanın bir çocuğa sarılmadan önce ‘Sana sarılabilir miyim?’ diye sormak ve cevabını beklemek; onlara ‘yabancı biri sana dokunamaz’ demekten daha etkili bir eğitim modeli. Diğer yandan, bedenleri hakkında sordukları sorulara cevap vermekten kaçarak, cinsel organlarını onlara sadece ‘özel bölge / tehlikeli bölge’ olarak tanıtarak onlarla bu konuları konuşamayız. Çocukların da konuşmalarının, paylaşmalarının önünde engeller yaratmış oluruz. Çocuklara her şeyden önce rahatsızlık duydukları durumları bizimle konuşabileceklerini öğretmeliyiz. Kendimizi de çocuğumuz bizimle böyle bir durumu paylaştığında onu nasıl destekleyebileceğimize dair eğitmeliyiz.
-Aileler istismar olayını bir şekilde ortaya çıkardıktan sonra nasıl davranmalı?
Her şeyden önce korumakla yükümlü oldukları çocuklarına inanmalılar. ‘Nasıl olur, emin misin, neden’ gibi yargılayıcı ve suçlayıcı sorular sormak, büyük tepkiler vermek yerine ‘bana anlatarak çok doğru bir şey yaptın, paylaştığın için teşekkür ederim, ben senin yanındayım’ gibi destekleyici ve güçlendirici mesajlar verebilirler. Türkiye gibi mağdur olanı suçlamanın çok yaygın olduğu bir toplumsal algı içerisinde ebeveynler ya da bakım sağlayanlar panik yaşayabiliyorlar. ‘Neden bizim başımıza geldi, nerde yanlış yaptık, çocuğum ne yaptı, bundan sonra ne olacak?’ gibi sorular geliyor akla ilk olarak. Fakat unutmayalım ki cinsel istismarda yükümlülük asla ve ASLA çocuğa ait değildir. İstismar yetişkinin sorumlu olduğu bir şiddet biçimidir ve bildirimi yapılmalıdır. Türkiye’de bildirim sonrası süreçte çocuklara ve aileye yönelik koruma ve sosyal destek hizmeti çok sorunlu. Bu da istismarı yok saymak, olmamış gibi davranmak, bildirimde bulunmamak gibi sonuçları beraberinde getirebiliyor. Hukuk sistemi ne kadar sorunlu olursa olsun; hak talebinde bulunmak, çocukların üstün yararını gözetmek ve sorumluluk almaktan vazgeçmemeliyiz. Çocukları da bu süreçle ilgili gelişim dönemlerine uygun şekilde bilgilendirmeliyiz.
-Siz Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği olarak bu konuda ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?
Biz cinsel istismarın konuşulması kadar nasıl konuşulduğuyla da ilgileniyoruz. Bakış açım nedir? İstismarı bir hak ihlali ve suç olarak mı değerlendiriyorum, yoksa patolojik bir hastalık ve toplumun kapanmayan yarası olarak mı? Çocuklar tecavüze maruz bırakıldığında hadım cezası gelsin diyor, ama tecavüz şakalarına gülüp geçiyor muyum? Bir seks işçisi öldürüldüğünde layığını bulmuş mu diyorum? Kadınların, transların, hayvanların, eşcinsellerin, göçmenlerin, azınlıkların maruz bırakıldığı şiddetle; çocukların bırakıldığı şiddet dinamikleri farklı değil. Zaten toplumsal bir şiddet var. Ataerkil, ikili cinsiyet dayatmasıyla heteroseksist düzenin yarattığı; kapitalist sistemi de besleyen bir güç dengesizliği var. Konuya daha geniş bir perspektiften bakmak, sorunun kaynağını tespit etmek, çocuklar da dahil herkes için daha adil bir düzenin sağlanması için talepkar olmak; ama aynı zamanda değişim için kendi üzerimize düşen sorumlulukları da hatırlamak gerekiyor. Dolayısıyla biz dernek olarak mücadelemizde ‘Değişim Benimle Başlar’ sloganını kullanıyoruz. Çocuk ve gençlik alanında daha çok koruyucu ve önleyici çalışmalara odaklanıyoruz. Çocuklar için cinsiyet ayrımı yapmaksızın; korkutmayan, güçlendirici ve hak odaklı eğitim içerikleri geliştiriyor; özellikle yetişkinler için farkındalık artırıcı materyaller üretmeye gayret ediyoruz. Yakın zamanda Türkçeye uyarladığımız ‘Çocuklar İçin Onay’ videosu ve yetişkinler için hazırladığımız ’Bilgilendirici 10 madde serileri’ bunlardan bazıları. Ayrıca yerel yönetimlerle işbirliği içerisinde personel eğitimleri gerçekleştirmek, hizmet sunuculara yönelik kapasite geliştirici eğitimler düzenlemek de çalışmalarımız arasında. Üyesi olduğumuz Çocuğa Şiddeti Önlemek İçin Ortaklık Ağı kapsamında çocuk hakları alanında savunuculuk da yapıyoruz. Şu an medyada çocukların korunması üzerine bir politika metni üzerine çalışılıyor. Tüm bu koruyucu-önleyici çalışmaların artmasını çok kıymetli bulmakla birlikte; önleyici bir sistemi sağlamanın devletin sorumluluğu olduğunu da bu röportaj vesilesiyle yeniden vurgulamak istiyoruz..
***
Avukat Selmin Cansu Demir: Hastalık değil suç
Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı Başkan Yardımcısı Avukat Selmin Cansu Demir ile konunun hukuki yönünü konuştuk.
»Bu tür davaların sayısında bir artış görüyor musunuz? Görüyorsanız bunu neye bağlayabilirsiniz?
Cinsel suçlarda, adli verilere yansıyan bir artış var ancak adli istatistikler toplumun yaşadığı gerçekliğin sadece küçük bir bölümünü yansıtıyor. Yetişkin kadınlarla yapılan çalışmalarda, pek çok kadın çocukluk yaşlarında aile bireylerinden cinsel istismara maruz kaldığını ancak bunu kimseyle paylaşamadığını ifade ediyor. Çocukların ve kadınların adalete erişiminde çok ciddi engeller var, bu nedenle de yaşanan her vaka adli sisteme girmiyor. İstismar mağduru çocuklar, cinsel gelişimlerinin erken aşamalarında olmaları nedeniyle maruz kaldıkları eylemi nitelendirmekte güçlük yaşıyorlar. Yaşananların ne anlama geldiğini fark ettiklerinde de utanma, suçluluk, korku gibi duygularla baş etmekte zorlanıyorlar. İstismarcılar genelde çocuğu tehdit ve şantaj ile baskı altında tutuyor. Çocuğun bunlarla baş edip gelip kendini rahatça ifade edebilmesi, güven duyduğu bir yetişkinin desteği ile olabiliyor. Son yıllarda, çocukların istismardan korunması için farkındalık çalışmalarının münferiden de olsa yapılması, öğretmenler ve hekimler başta olmak üzere çocuklarla çalışan meslek elamanlarının bildirim yükümlüğünü kullanması, kamuoyunun vicdanını yaralayan davalar aracılığıyla daha görünür hale gelmesi ve tepkilerin çoğalması gibi faktörler, hem mağdurların adli sisteme başvurmasını hem de bu vakaların basına daha çok yansımasına yol açıyor.
Tüm bunlarla birlikte, son yıllarda demokratik haklara getirilen ciddi sınırlamalar, ayrımcı ve cinsiyetçi tutumlar, toplumdaki erkek egemenliği yükseltiyor, pekiştiriyor. Kadınları ve çocukları nesneleştirirken, erkekleri güçlendirip cesaretlendiriyor. Bu da elbette çocukların daha ağır suçlara maruz kalmasına neden oluyor.
Ayrıca değişen eğitim sistemi, çocukların imam nikahı ile evlendirmelerini cezalandıran kanun maddesinin yürürlükten kaldırılması, boşanma komisyonu raporları ve cinsel istismar failleri için bir gece gece yarısı getirilmek istenen tasarı gibi tartışmalar, müftülük nikahı ve benzeri pek çok durum, çocuklar için mücadele ile kazanılan haklarda da aleyhe bir değişikliğe neden oldu.
»Bu davalarda ‘iyi hal indirimi’ gibi indirimlere rastlıyor muyuz? Eğer rastlıyorsak bu çocuk hakkı ihlaline girmez mi?
Kanun koyucunun hakimin takdirine bıraktığı iyi hal indirimi uygulaması için kanun, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki etkileri hakimin değerlendirmesini öngörüyor. Ancak iyi hal indirimleri neredeyse otomatik olarak matbu gerekçelerle hemen hemen her çocuk istismarı dosyasında uygulanıyor. Örneğin, öğretmen olan sanığa, öğrencisi olan birden fazla çocuğa karşı işlediği ve uzun yıllar süren cinsel istismar suçundan verilen cezada, sanığın öğretmen olması ve yargılama sürecinde saygılı davranması dikkate alınarak iyi hal indirimi yapılabiliyor. Oysaki hakim, her somut olayda takdiri indirimi uygulayıp uygulamayacağını gerekçelendirilerek açıklamalı ve bu indirimi cezanın bireyselleştirilmesine hizmet etmesi için vermeli.
Takdiri indirimi, ceza adaleti bakımından hukuk sisteminden tümden kaldırmak uygun ve kabul edilen bir görüş değil. Neredeyse her ülkede bu tür bir takdir yetkisi hakime tanınmış. Ancak çocuk istismarı suçlarında yargılamadaki genel kuralın somut davanın hiçbir özelliğine bakmadan iyi hal indirimi uygulamak şeklinde olması ceza adaletini yerine getirmekten çok uzak ve çocuklara zarar veren nitelikte. Bu suçların ciddiyeti dikkate alınarak etkili, caydırıcı ve kaçınılmaz şekilde cezalandırılması için gerekli tedbirleri almak Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel İstismardan Korunması Sözleşmesi uyarınca devletin sorumluluğundadır.
»Çocuklar adli süreçte mağduriyet yaşıyor mu? Yaşıyorsa bu mağduriyetler neler?
Uygulamaya baktığımızda, çocukların adli görüşmeye uygun olmayan ortamlarda, uzman olmayan kişilerce, defalarca dinlendiğini görüyoruz. Çocuklar ve aileleri adli süreçte pek çok kez sanık ve sanığın ailesi ile karşı karşıya getiriliyor. Yargılamalar çok uzun sürüyor ve bu aşamada çocukların kimlikleri ve yaşadıkları duyulmaya başlıyor, özel hayatlarının gizliliği ihlal ediliyor. Yargı mensuplarının örseleyici ve damgalayıcı soru ve tutumlarına maruz kalabiliyorlar. Tüm bunlar çocuğun adli süreçte ikinci kez mağdur edilmesine neden oluyor. Oysaki çocuğun adli süreçten en az zararla çıkmasını sağlayacak tedbirler kanunumuzda var, bu usullerin genele yayılması gerekiyor.
»Çocuğun beyanı nasıl alınmalı?
Cinsel suç mağduru çocukların, hem yaşadıkları eylemin ağırlığı hem de bu eylemin yarattığı etki nedeniyle, soruşturma ve kovuşturma aşamasında özel bir önemle, adli görüşme amacıyla kurulmuş yerlerde dinlenmeleri ve sürece katılımlarının sağlanması gerekiyor.
Soruşturma aşamasında, Çocuk İzlem Merkezi’nde adli görüşme konusunda uzman bir kişinin eşliğinde çocuğun ifadesi alınmalı. Bu uzman, çocukla yaptığı ön görüşmenin ardından camlı ve aynalı bir bölmenin olduğu odada, ses ve görüntü kaydı altına alınan adli görüşme yapmalı. Bu görüşmeye aynalı camın arkasından çocuğun avukatı ve cumhuriyet savcısı eşlik etmeli.
Çocuğun adliye ortamına girmesinden, birden çok kez ifade vermesinden ve sanıkla karşı karşıya getirilmesinden kaçınmak gerekiyor. Çocuğun ifadesi adliyede alınacaksa bu amaçla kurulmuş Adli Görüşme Odaları (AGO) kullanılabilir. Burada uzmanın çocukla yaptığı adli görüşme SEGBİS ile yargı mensuplarına yansıtılıyor ve onların soruları da çocuğa doğrudan değil uzman aracılığıyla soruluyor.
Tüm adli süreçte kanun gereği çocuğa baro tarafından atanan bir avukat eşlik etmeli.
Duruşmalar çocukların özel hayatlarına saygının bir gereği olarak kapalı yapılmalı ve bu tür suçlar öncelikle ele alınmalı ve adli süreç süratlice sonlandırılmalı. Çocukla çalışacak personellerin bu alanda uzmanlaşmış ve gönüllü olarak bu alanı tercih etmiş olması da çok önemli.
Failin yargılanmasından ve alacağı cezadan bağımsız bir şekilde, çocuğun her türlü beyanı çocuğun korunması, desteklenmesi, güvenliğinin sağlanması ve haklarına erişmesi için bir fırsat olarak görülmeli. Adli ve idari merciiler bu konudaki yükümlülüklerini yerine getirerek çocuk için gerekli tedbirlerin alınmasını ve bu tedbirlerin takibini sağlamalı.
»Cinsel istismara çözüm için “kimyasal hadım” konuları konuşulmaya başlandı. Bu çözüm olabilir mi? Bir hukuk devletinin kimyasal hadım uygulaması getirmesi hukuka ne derece uygundur?
Aslında hukuk sistemimizde buna ilişkin bir düzenleme var. Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazına Dair Kanun’un 108. Maddesinde cinsel suç hükümlüleri için tıbbi tedavi düzenlemesi yer alıyor. Kanunda tedaviden ne anlaşılacağı açıkça belirtilmemiş olsa da yönetmelikte tıbbi tedavinin cinsel isteğin azalmasını veya yok edilmesini sağlayan yöntem olduğu belirtilmiş ancakTürk Psikiyatri Derneği’nin başvurusu üzerine, Danıştay tarafından 2016 haziranında bu maddenin yürütmesi durduruldu. Zira Anayasa’da tıbbi zorunluluk ve kanunda yazılı haller dışında kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamayacağı hükmü yer almakta ve Kanunda düzenlenmeyen kastrasyon uygulamasının yönetmelikle düzenlenmesi hukuka aykırı.
Davranışlarını yönlendirme yeteneğine sahip olmayan ve işlediği suçun hukuki anlam ve önemini anlayamayacak biri olduğunda bu tür yaptırımlar gündeme gelebilir ve sonuç verebilir ancak o zaman dahi bu uygulama gönüllülük esasına tabi olmalıdır.
Önemle belirtmek gerekir ki, cinsel istismar eyleminde bulunmak failin hastalığı değil suçudur. Bu eylemler failler tarafından iradi olarak işleniyor ve tüm sonuçları öngörülebiliyor. Failler, davranışlarını yönlendirme yeteneğine sahipler ve onların bu suçu işlemesinin nedeni cinsel dürtüleri değil şiddet eğilimleri ve kadına çocuğa yönelik bakış açıları.
Bu suçlarla mücadele ancak çocukları ve kadınları eşit hak sahibi bireyler olarak kabul edip erkek egemen sistemin tüm toplumda ve devlette yarattığı ezberin bozulması ile mümkün olabilir.
***
Verilerle çocuk istismarı
»Son 10 yılda çocuk istismarları yüzde 700 arttı.
»Adliyelerdeki 4 istismar davalarından 1’i çocuklarla ilgili.
»Dünyada 4 yılda çocuklara yönelik taciz veya şiddet uygulamaları yüzde 90 arttı. Tecavüzcülerin yüzde 5’i ortaya çıkarken, yüzde 95’i gizli kaldı.
»Her ay Adli Tıp Kurumu’na 650 çocuk cinsel istismarı vakası geliyor.
»Açılan toplam istismar davası sayısı 40 bin 266. Bunların içinden karar çıkan dava sayısının 24 bin 825 iken mahkûmiyet kararının verildiği ise 13 bin 968 kişi var.
»İstismarcıların yüzde 66’sının akraba, komşu gibi çocuğun tanıdığı kişiler olduğu, istismarcıların yüzde 9’unun ise çocukla aynı evde yaşadığına yer verilmiştir.
***
Bir politik sindirme tarzı olarak çocuk tecavüzleri
Selçuk Candansayar
Çocuklara yönelik cinsel eylem söz konusu olduğunda taciz mi, istismar mı, tecavüz mü tartışması yapmak ne bilimseldir ne de ahlaki. Bir çocuğa yönelik cinsel saldırı, saldırının niteliği ne olursa olsun tamamlanmış tecavüz olarak anlaşılmalıdır.
Cinsel saldırının çocuğun ‘cinsel organlarına’ yönelik olup olmaması, eylemin derecesi vs. gibi değişkenlere göre cezanın şiddetinin değişmesi, erkek egemenliğinin yeniden üretiminden başka bir değer taşımaz. Çünkü, çocuk için cinsel organ, bekaret, cinsel ilişki gibi kavramlar bir anlam içermez. Mahkemelerin bu yaklaşımı aslında çocuğa cinsel olgunlaşmasını tamamlamış bir erişkin gözüyle bakıldığının itirafıdır.
Çocuklara yönelik cinsel saldırı yapanların tümünün pedofili hastaları olarak görülmesi bilinçli ya da bilinçsiz bir çarpıtmadır. Aynı şekilde erkek çocuklara cinsel saldırıda bulunan saldırganların da eşcinsel oldukları kabülü saptırmadır. Pedofili bir ruhsal hastalıktır ama çocuk tecavüzü faillerinin tümünü kapsamaz. Bu ön yargı-mit toplumsal sorumluluğu da örttüğü için muktedirlerin en çok kullandıkları yanlış bilgilerden biri. Çocuk tecavüzcülerinin çok büyük bir bölümü işinde gücünde erişkin heteroseksüel erkekler! Failleri pedofili olarak tanımlamak suçu psikiyatrize ederek; eşcinsel olduğunu iddia etmek ise suçu ‘marjinalleştirerek(!)’ toplumsal sorumluluktan kurtulma iki yüzlülüğünden başka bir anlam taşımıyor.
Bu yanılgılardan sıyrılıp kaba gerçeğe bakıldığında çocuk tecavüzcülerinin sıradan, ortalama, erkekler olduğu açığa çıkar.
Çocuk tecavüzleri, LGBTİ bireylere ve kadına yönelik şiddet arasında dolaysız bir bağlantı var. Çocuklarla cinsel ilişki ve çocuklara tecavüz, insanlık tarihi boyunca hep olmuş. Bütün kültürler ve iktidar sistemleri bir insanın kaç yaşına kadar çocuk olarak kabul edileceğini, kaç yaşından sonra ise “erkekler için bir haz nesnesi” olarak kabul edileceğine dair düzenlemeler yapmış. Hangi dinciye sorsanız size kız çocuklarının adet görmeye başladıktan sonra kadın olarak kabul edileceklerini söyler. Ardından da ekvatora yaklaştıkça kızların adet görme yaşlarının sıcak iklim ve yerçekiminin daha fazla olması nedeniyle küçüldüğü bilimsel (!) gözlemini ekler. Bu anlayış kadını sadece biyolojiden oluşan bir haz ve doğurganlık nesnesi olarak görür. Adet görmenin yalnızca biyolojik bir değişim, cinsel olgunlaşmanın ise ruhsal ve bilişsel bir gelişim olduğunu kabul etmez. Hele kadının özgür iradesiyle cinselliğini belirleyebilme hakkı onlar için kabul edilmezden öte korkutucudur da. Erkeklik savaşçılık, güç, oy kullanma yetkisi ve erkek olmayanlarla rıza gözetmeden cinsel ilişki kurma hakkına sahip olmak olarak inşa edilir.
Çocuk pornografisinin, kadın ve çocuk ticaretinin, çocuk tecavüzünün ve kadına yönelik şiddet ve tecavüz seksenlerden bu yana tüm dünyada artıyor. Türkiye bu artışın en çarpıcı olarak görüldüğü ülkelerden biri. Neoliberal ekonomik düzenin askeri darbeler, savaşlar aracılığıyla yerleştirildiği bölgelerde yeni muhafazakârlığın alametifarikası heteroseksist erkek egemenliğinin yükselmesi ve kadının köleleştirilmesi oldu hep. Bu durum Amerika Birleşik Devletleri için de geçerli. Orada da seksenlerden bu yana kadına yönelik şiddet ve tecavüz artıyor, tıpkı çocuk tecavüzü ve çocuk pornografisinin artması gibi.
Bu ekonomik düzende kadına biçilen rol istihdam alanından çıkarak eve kapanmak ve ucuz iş gücü için kuluçkaya yatmaktan öte değil. Cinsiyet rolünün böyle tanımlanabilmesinin yolu, erkeği ve erkekliği yücelten, erkek olmayı güç, denetim ve otorite ile eşleştiren bir anlayışın yerleşmesiyle mümkün. Çocuklar, göreli güçsüzlükleri, boyun eğicilikleri, korkmaları ve karşı koyamamalarıyla yeni tip erkekliğin birincil hedefi haline gelmiş durumdalar. Erişkin ve özgür iradesiyle hareket eden bir kadın karşısında ezilip, büzülecek, iktidarsızlaşacak erkek, küçük bir çocuk karşısında kendisini muktedirin gücüne kavuşmuş gibi hissediyor. Bu etkenler çocuk tecavüzlerinin neden dini kurumlarda, kiliselerde, Kuran kurslarında, karma eğitimin olmadığı okullarda daha yaygın olduğunu gösteriyor.
Dini kurumlar, denetimsiz kurslar otoritenin sorgulanamadığı, boyun eğişin tanrısallaştırılarak meşrulaştırıldığı, kapalı yapılar. Bu yapılar zaten güçsüz olan üzerinde gücünü göstermeyi amaçlayan çocuk tecavüzcülerinin sığınakları. Dinin bağlayıcı, köleleştirici erkek gücünü dayatması iktidarın köleleştirici gücünü de meşrulaştırıyor.
Türkiye’ de, dünyanın geri kalanında olduğu gibi otokratik, totaliter yönetimlerin güçlenmesi ile muhafazakârlık ve dindarlaştırılma birbirini besleyen dinamikler olarak çalışıyor. En tepedekinin despotluğu, gücü yetenin gücü yettiğine zulmettiği bir anlayışı toplumun tümüne bulaştırıyor. Dayak yiyen, cinsel saldırıya, tecavüze maruz kalan kadın, çocuk, LGBTİ, -iktidarın tepesindekinin gücünün yeniden üretilmesini sağlıyor. Gücü yetenin kazanacağı, zayıfın ise hakkının olmadığı anlayışı vahşi kapitalizmin hayat anlayışından öte bir değer taşımıyor. Çocuk, kadın ve LGBTİ’lerin mücadelesi, ancak muktedirin erkeği (errkek) olmak istemeyen erkeklerin de mücadeleye katılmasıyla başarıya ulaşabilir. Erkekler, ‘errkek’ olmaktan vazgeçerek, iktidardaki despotun boyunduruğundan kurtulabileceklerini görebildikçe bu düzen değişecek...