Gündem

Üniversitede başlayan kavga 19 yıl sonra bitti

Bostancı'daki çatışmada ölen Yılmazkaya ile onun kurşunuyla yaralanan kameraman Kandaz, üniversite yıllarında da birbirleriyle kavga ediyorlardı

30 Nisan 2009 03:00
Bostancı'da polisle çatışan Devrimci Karargah adlı terör örgütü üyesi Orhan Yılmazkaya ile olayı takip ederken Yılmazkaya'nın açtığı ateşle kulağından yaralanan NTV kameramanı İlhan Kandaz'ın İstanbul Üniversitesi'nden arkadaş oldukları ortaya çıktı. Ancak Kandaz ülkücü grup arasındaydı. Kandaz ve ülkücü arkadaşları ile Yılmazkaya ve solcu arkadaşları üniversite yıllarında sık sık karşı karşıya gelmiş, kavga etmişlerdi. 
Biri ülkücü diğeri devrimci iki eski üniversiteli arkadaş(!) 19 yıl sonra bu kez Bostancı'da karşılaştı. Ve bu karşılaşma en acı ve son olanıydı...


Bostancı'daki kanlı çatışmada 19 yıllık tesadüfü, Kandaz ve Yılmazkaya'yı yakından tanıyan, onlarla birlikte aynı dönem aynı üniversitede okuyan Faruk Arhan yazdı. İşte Arhan'ın, Gazeteport'ta (29 Nisan 2009) yayımlanan yazısı:  

   
Biri ülkücü-milliyetçiydi, diğeri aşırı solcu, devrimciydi. İkisi de İstanbul Üniversitesi’nde öğrenciydi. Biri üniversitenin Siyasal Bilgiler, diğeri İletişim Fakültesi bölümünden, aynı dönemde okuyup mezun oldular.

Ülkücü-milliyetçi olanı ilk defa, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin kantininde 1991 yılının Ekim ayında görmüştüm. Benden bir sınıf üstteydi. Ülkücü bıyıklı, uzun boylu ve zayıf bir fiziği vardı. Pek yakışıklı sayılmazdı. Buna karşın gülüşü içten ve dikkat çekiciydi. Oldukça gürültülü konuşurdu. Arkadaşlarının da hemen hemen tamamı ülkücüydü. Sarkık ülkücü bıyıkları ve uzun boyuyla arkadaşları arasında hemen fark edilirdi. Onlarla birlikte dolaşır, anfilere birlikte çıkar, kantinde birlikte otururlardı.

Aşırı solcu olanı ise 1991’in Kasım ayının 6. günü İstanbul Üniversitesi merkez kampüsünde görmüştüm.

O gün YÖK’ün kuruluş yıldönümüydü ve üniversiteli öğrenciler protestolarını bildirmek için ayaktaydı. Yemekhanede boykot, her duvarda bir afiş, her koridorda bildiriler vardı… Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin önündeki alanda da forum yapılacaktı. Hepimiz oradaydık. O da ordaydı. Tabi, ‘savaş’ düzeni almış çevik kuvvet polisleri de… Dönem arkadaşlarım olarak o zamanlar yeniydik ve bu, bizim katıldığımız ilk eylem olacaktı. Heyecanla olacakları bekliyorduk. Derken öğrenciler toplanmaya başladı, alkışlarla çember düzeni alındı ve ortaya fırlayan bir öğrenci yüksek sesle konuşmaya başladı:

“12 Eylül faşizminin ürünü olan YÖK…”

Daha cümle bitirilmeden çevik kuvvet polisleri hınçla saldırmaya başladı.

Öğrenciler erkek kız ayrımı yapılmaksızın şiddetle coplanıyordu.

Hepimiz kaçtık…

Kaçamayanlar dayak yemekle kalmadı o günü karakolda geçirdiler…

Sonra bu tip protestolar arttı ve her geçen gün daha gergin geçmeye başladı. Üniversitede polis öğrencilere nefes aldırmıyordu.

Solcu öğrencilere saldıranlar sadece polisler değildi, aşırı sağcı ülkücüler de zaman zaman toplanıp devrimci-solcu öğrencilere saldırıyordu. İletişim Fakültesi’nin sarkık bıyıklı uzun boylu öğrencisinin de aralarında olduğu grup, hiç umulmadık zamanlarda küçük solcu gruplarına saldırır ve ortadan kaybolurdu.

Yani solcu olan ile sağcı olan öğrenci 1990-1994 yılları arasında zaman zaman fiili olarak bir çok kez karşı karşıya geldi.

Solcu olan, okulunu 1994’te bitirdi. Sağcı olan okulunu bir yıl uzattı.

İkisi farklı fakültelerden mezun oldular ancak aynı mesleğin farklı kollarında çalıştılar.

Biri kameraman oldu, diğeri gazeteci-yazar.

Sağcı olan işini sürdürdü, kendisini geliştirdi ve Türkiye’nin en iyi TV kanallarının birinde çalışmaya başladı. Solcu olan tutunamayanları oynuyordu. Kabına sığmaz kişiliğiyle hep daha fazlasını istedi. O da kendini geliştirdi, kitap yazdı, radyolarda programlar, çeşitli gazetelerde muhabirlik ve editörlük, dergilerle yayın yönetmenliği ve yayınevlerinde yine editörlük yaptı. Çeşitli dergilerde incelemeleri ve edebiyat yazıları yayınlandı.

19 yıl sonra yeniden karşılaştılar

İkisinin de üniversiteye başladığı yıllardan yaklaşık 20 yıl sonra kader onları tekrar karşılaştırdı. Bu kez mekan üniversite bahçesi değil, İstanbul’un lüks semtlerinden Bostancı’daki Emanet Sokak’tı.

Sağcı olan geçtiğimiz gün Bostancı’daki çatışmada yaralanan NTV kameramanı İlhan Kandaz’dı. Solcu olan ise 1 emniyet amiri ve 1 sivili öldüren, 7 polis ile kameraman Kandaz’ı yaralayan ve öldürülen Orhan Yılmazkaya idi.

Orhan Yılmazkaya, 1970'de Almanya'da doğdu.1987'de Kabataş Erkek Lisesi'ni, 1994'te İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi. 1994'te kapatılan Sosyalist İktidar Partisi'nde (SİP) siyasal harekete katıldı. Partinin kapatılmasından sonra eski SİP mensuplarının kurduğu TKP'ye katılmadı.

"Gerçek Çevresi"nde bir süre çeşitli sendikal etkinliklerde faaliyet yürüttükten sonra 2000'lerin başında yeni bir manifestoyla ortaya çıkan "Bedreddini Hareket"ini kurdu. 

'Müdür duyuyor musun sesimi'
 
Orhan Yılmazkaya, çatışma sırasında polis telsizine girerek bir konuşma yaptı. "Devrimci Karargâh"ın savaşçısı olduğunu söyledi ve teslim olmayacağını duyurdu.

Canı pahasına teslim olmadı. Arkasında 2 ölü, 7 yaralı ve akıllarda kalacak onlarca soru bırakarak hayatını kaybetti.

Belki tesadüftü, ancak, Türk Hamamı isimli kitabın yazarı militan Yılmazkaya, hayatını kaybederken üniversite yıllarında çatıştığı İlhan Kandaz’ı yaşamı boyunca unutamayacağı bir kurşun iziyle baş başa bıraktı.

Üniversite yıllarında başlayan çatışma yine bir çatışma ortamında ikisi açısından son buldu.

Biri, 6 saat süren çatışmanın ardından hayatını kaybetti ve öldürülmeden önce şunları söyledi:

“Müdür duyuyor musun sesimi. Teslim olmayan bir özel devrimci kuşağına layık olmaya çalışacağım. Devrimci karargah savaşçısıyım. Yaşasın devrim ve sosyalizm. Yaşasın halkların kardeşliği. Yaşasın Türk ve Kürt halklarının mücadele birliği. Biz düşeceğiz fakat bizden sonra bu kavga mutlaka sürecek. Nasıl binlerce yıldan beri sürdüğü gibi. Thomas Müntzer'den, Şeyh Bedrettin'den, Mahir Çayanlardan, İbrahim Kaypakkaya'lardan ve Deniz Gezmiş'lerden beri sürdüğü gibi…”

Diğeri bir salise farkla hayatta kaldı.

Hayatta kaldıktan sonra kulağından yaralanan NTV kameremanı İlhan Kandaz, basına yaşadıklarını şöyle anlatıyordu:

“Kritik bir durum yok. Benim sağlık durumumda problem yok. Sıyırma var. Tedbir amaçlı hastaneye geldik. Vurulduğum anda binayı 100 metre önümüzden görüyorduk. Bizim vurulduğumuz alanda insan olmamalıydı. Vali Güler'e dava açacağım. Trafik açık, polis önümüzde... Operasyon önümüzde cereyan etti. Sokakların trafiğe kapalı olduğu söylenmişti ama vatandaşlar var. Burada çatışma var, cadde kapalı değil. Son derece tuhaf bir durum. Ben kulağımdan yaralandım. Yanımdaki insanın kafası delindi. Ve öldü…”