Gündem

Ümit Kıvanç: Savcı Zekeriya Öz'den korkmuyoruz

Ümit Kıvanç, Ergenekon savcısı Zekeriya Öz'ü eleştirdi.

12 Mart 2011 02:00
T24 - Taraf gazetesi yazarı Ümit Kıvanç, Ergenekon savcısı Zekeriya Öz'ün soruşturmayı gerekli özenle yürütmediğini söyledi. Savcı Öz'e kızgınlığını dile getirdiği yazısında Hrant Dink'i hatırlatan Kıvanç, "Bunca yıl Ergenekon’dan şundan bundan korkup da demokrasi ve özgürlük mücadelesinden caymadık. Yani, durduk yerde babalanır gibi olmak istemiyorum, ama Savcı Öz ya da başkasından korkmamız için sebep yok. Hrant korktu mu?" dedi.

Ümit Kıvanç'ın Taraf gazetesinde "Bildiğimi okuyorum, ‘hassasiyetle izleyin" başlığı ile yayımlanan (12 Mart 2011) yazısı şöyle:

Ahmet (Şık) içerden bir mektup yolladı ve sordu: Yoldaşlarım, hâlâ yoldaş mıyız? Ona en çabuk ve anlamlı cevabı Arat (Dink) verdi. “Senin gibi dostların sözü, eylemi, tertemiz emeği umudumuzun kaynağı oldu hep,” dedi. Ben de kendi adıma cevap veriyorum: Evet, yoldaşız. Arat’ın bir sorusunu da tekrarlamak istiyorum: Düşmanlarımızın adını devletten mi öğrendik de dostlarımızı ona soralım?

(Oportünist tayfasına soruyorum: Yeterince açık mı?)

Dostu-düşmanı devlete bakıp seçseydik, arkadaşlarımıza Ergenekoncu yaftası yapıştırılmasını protesto ederken fırsatçı sahtekârlarla aynı yürüyüş kolunda yeraldık diye evlerimize mide ağrılarıyla dönmezdik.

Bizim gibi, devletin “yangında ilk yakılacaklar” listesinde yeralanlar açısından bakıldığında devlet nasıl gözükür?

Meselâ şöyle: Savcı açıklama yapar, nasıl olduysa tepkimizin kâle alındığını sanırız, fakat açıklama bir aşamada tehdide dönüşür. Devletin savcısı “Bizi suçlayanları dikkatle ve hassasiyetle izliyoruz” der.

Savcı Zekeriya Öz anlamıyor sanırım: Şu anda ona içten kızgınlık duyanlar, Ergenekon davasını sahiden, sonuna kadar ve çıkar amacı gütmeksizin destekleyen insanlardır. (İlk iddianameyi okudum, eklerini okumaya giriştim, becerebilseydim notlar toparlayıp yayımlayacak, savcıya da götürecektim; tek başıma altından kalkamadım, 200 klasörde havlu attım. Ahmet İnsel’le birlikte, Ergenekon’a Gelmeden başlığıyla, bu tip örgütlenmeleri yaratan zihniyet üzerine broşür yayımladık. Hani savcı “kimsin?” diye merak ederse...) Kendisine kızdığımız konu, TC tarihinin bu en muazzam soruşturmasını gerekli özenle yürütmeyişidir. “Ay, arkadaşımızı da içeri atmışlar!..” diye ağlaşacak insanlar değiliz. Çok daha beterine alışığız.

Savcı, “Bu işin nasıl götürüleceğini biz biliriz, başkasına laf düşmez” diyor. Fakat ne yazık ki Norveç’te yaşamıyoruz. Kime laf düşmezmiş? Hükümeteyse, elbette düşmez. (Gerçi Başbakan fırsatı kaçırmıyor, ama işte... Norveç’te değiliz.) Fakat bize düşer. Çünkü bizim tarafımızdan, mağdurlar tarafından bakıldığında –yargı da dâhil- devlet hiç de savcıya göründüğü gibi görünmez.

Hakikat bize görünendir.

Nedir bu? Binlerce faili meçhul cinayet. Kahramanmaraş. Ölüm kuyuları. İşkenceler. “Pencereden atladı”, “Kaçarken vuruldu” diye yok edilen insanlar. Kayıplar. Fırat’ın doğusunda kemikler. Metin Göktepe. Cezaevinde dövülerek, vurularak, yakılarak öldürülenler. Haksız yere tutuklanıp yıllarca içerde yatan insanlar. 301. Hrant... Ve son olarak, bunların faillerine karşı hayatını ortaya koyarak mücadele etmiş sahici gazeteciye savcının “Ergenekon örgütünde faaliyet gösterdiğiniz tesbit edilmiştir” diyebilmesi.

(“Durun bakalım, savcının bir bildiği vardır”cılara soruyorum: Aranızda, Ahmet’in ya da Nedim’in, Ergenekon türü bir örgüte katılmış olabileceğine ihtimal veren var mı? Niye başınızı öne tesbit ettiniz..?)

“Devlet nasıl görünür?”e devam. Şöyle: Bir gazeteci valilikte tehdit edilir, sonra o valinin ilinde öldürülür; devletin, ihmaliyle, kusuruyla, dahliyle suikastta rolü olduğu anlaşılır; cinayetin ardından jandarmayla polis katili kahraman yapar; ve bir tek devlet görevlisi bile doğru dürüst soruşturulmasın diye yargı seferber olur; cinayet davası adı altında adaletle alay edilen bir rezillik sürdürülür. Sonra, sözkonusu vali alınıp Kamu Güvenliği Müsteşarı yapılır. Yetmiyormuş gibi, şimdi de görevinden istifa edip milletvekilliğine soyunur. Muammer Güler’i alıp bakan yapsınlar, belki bakınca Savcı Öz de bize neyin nasıl göründüğünü zihninde daha iyi canlandırır. Yetmezse Hrant’ı yazdığının tersinden mahkûm eden Yargıtay’ı “hassasiyetle izleyebilir” karşısına geçip.

Savcının muhtemelen hiç hesaba katmadığı ikinci nokta şu: Kabul, büyük cesaret gösterdi, Ergenekon soruşturmasına girişerek. Ama onun arkasında Emniyet, hükümet falan vardı. Oysa bizi koruyacak kimse yok, buna rağmen bunca yıl Ergenekon’dan şundan bundan korkup da demokrasi ve özgürlük mücadelesinden caymadık. Yani, durduk yerde babalanır gibi olmak istemiyorum, ama Savcı Öz ya da başkasından korkmamız için sebep yok. Hrant korktu mu?

Şimdi “devlet bize nasıl görünür” faslına şunu eklemenin yeridir: “Bağımsız Türk yargısı”, şu âna kadar Hrant’ın gerçek katillerinin ortaya çıkarılması için kılını kıpırdatmadı. Ama Emniyet’in bu cinayet süreci ve ertesindeki marifetlerini kitaplaştırmış Nedim Şener Ergenekon üyeliğinden tutuklandı. Nasıl geliyor kulağa, böyle söyleyince?

***

Çakal-çukal ve tilki tayfası üzerine not: Benzer her durumda olduğu üzre, fırsatçılık, nalıncı keserliği, riyakârlık gibi hasletler sel olup akıyor. Bizim gibilerin Ahmet ve Nedim’e sahip çıkmak için katıldığı yürüyüşte “Özgür basın susturulamaz!” diye slogan atıldı! Hangi özgür basın? Bu ülkenin basını ne zaman özgür oldu? Her türlü melanete bulaşmadı mı bu basın? Faşistle faşist, darbeciyle darbeci olmadı mı? Kırk bin insanın canına mal olan savaşta bu basının rolü neydi? Bugün sokakta, “gazeteciler öyle şey yapmaz”a inanacak tek kişi bulunur mu? Neden acaba? Boşversenize!

“Öbür basın” da şahane! Demokrasi mücadelesi yapma iddiasında ama tek bildiği, nalıncı keserliği. Oysa demokrasi ilkin bundan vazgeçmeyi gerektiriyor. “Hah! Mal buldum!” haykırışlarıyla Alper’in (Görmüş) yazısının üstüne atlayıp “Yalan rüzgârı” manşetleri attıklarında sadece karakter testinden bilmemkaçıncı defa çakmış oluyorlar ki, artık haber bile sayılmaz.

***

Bir de son not: Ahmet’i tanıdığım, neyi niye yapmayacağına dair güçlü bir inancım olduğu için onu savunuyorum. Alper’i daha da yakından tanıyorum. Neyi yapmaz, biliyorum. Meselâ “zamansız oldu”, “yetersiz kaldı” diye eleştirmek yerine, adama olmadık niyetler, haince planlar atfedip “sol-muhalif ortamda günün yükselen değerleri” kategorisinden puan kapmaya kalkışanlar bugün en radikal, en muhalif, bilmemne sayılıyor; yarın onlara da basitçe riyakâr denecek.