1915 Ermeni kıyımının ardından yetim kalan çocukların kalması için kullanılan ve her geçen gün artan çocuk sayısı için yetersiz kalması nedeniyle Ermeni Kilisesi tarafından Kasım 1962 yılında Tuzla'daki arsayı Tuzlalı Sait Durmaz'dan satın alınan, Hrant Dink ve eşi Rakel Dink'in de kaldığı, yöneticiliğini de yaptıkları Tuzla Ermeni Yetimhanesi (Kamp Armen)'nin yıkılması gündeme geldi. Kampın yerine lüks villalar yapılacağı iddia ediliyor.
1974 Yargıtay kararıyla birlikte azınlık kurumlarının mülk edinmeleri yasaklanmasının ardından azınlık mülklerinin 1936'dan sonra edindikleri mülkler eski sahiplerine ya da Milli Emlak'a devredildi. 1962 yılında ise Tuzla Ermeni Çocuk Kampı eski sahibi olan Sait Durmaz'a iade edildi. Kampın yıkımına ilişkin iddialar ise sürekli gündeme geldi.
Kampın yıkılacağı iddilarıyla ilgili Tuzla Belediyesi, yıkım kararının ve çalışmalarının olmadığını belirtti.
Tuzla Ermeni Çocuk Kampı ile ilgili sürekli el değişimi yaşanması nedeniyle yıkımının sıklıkla gündeme geldiğini belirten Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi ve Mektebi Vakfı Başkanı Kirkor Ağabaloğlu, "Mütahitler yıkımı istiyor ancak belediyeyle uyuşamıyorlar" ifadelerine yer verdi.
Hrant Dink'in, 'Tuzla Ermeni Çocuk Kampı' kitabında yayımlanan yazısında, "bizim 'Atlantis uygarlığımız' şimdi bir harabe..." sözleriyle anlattığı kampın yıkılmasına ilişkin haberler sosyal medyada tepki çekti, Change.org sitesinde bir imza kampanyası başlatıldı.
Sosyal medyada #KampArmen başlığı altında tepkilerini ifade eden kullanıcıların yanısıra Nor Zartonk platformu yıkım kararına ilişkin internet sitelerinden bir açıklama yayımlayarak tepki gösterdi. Platformun yaptığı açıklamada, “Yetim çocukların hayalleri sermayeye peşkeş çekilecek. Kamp Armen’i, Tuzla Ermeni Yetimhanesi’ni vermeyeceğiz” ifadelerine yer verdi.
Uras Kaspar isimli bir internet kullanıcısı ise Change.org internet sitesinde bir imza kampayası başlattı. İmza kampayasının metninde şu ifadelere yer verildi:
"Kamp Armen, Tuzla Ermeni Yetimhanesi'nin Mayıs ayında yıkılması gündemde. Kamp Armen'in bulunduğu araziye lüks villalar yapılması planlanıyor. Sesimize ses katabilmek için bir imzana ihtiyacımız var ! Kamp Armen'i sermayeye vermeyeceğiz ! Hiçbir kurumun sorumluluğu üstlenmemesi sebebiyle, muhattap belirtilememiştir."
Hrant Dink: Aşk olsun
Yöneticiliğini yaptığı Agos gazetesi önünde sırtından üç kurşunla vurularak öldürülen gazeteci Hrant Dink, Tuzla Kampı ile ilgili 'Aşk Olsun' isimli bir yazı yazmış ve Kamp'ın bugün getirildiği duruma tepki göstermişti. Dink'in yazısı şöyle:
Dümdüz bir araziydi bizi alıp götürdüklerinde. Birkaç yüz metre ilerisinde de, henüz el değmemiş bir göl ve yanında tertemiz bir deniz. İlkokul iki ile beşinci sınıflar arasında okuyan çelimsiz öğrencilerdik, 20 kişi kadar. Koca bir yaz orada kamp hayatı yaşayacaktık güya... Ve kazmaya başladık önce. Kazdık çadır çubuklarını diktik, kazdık fidan diktik, kazdık kuyu açtık. Başımızda bir inşaat ustası ve biz 20 çocuk amele, kazdık temel attık ve bina inşa etmeye başladık. Yanı sıra kazdık kümes yaptık, ahır yaptık. İnanın o yıl hep kazdık.
Tam üç ay boyunca çalıştık çabaladık ve o dümdüz çorak araziyi giderek yeşillenen giderek renklileşen, üzerinde binalar yükselen ve görenlere "aaa...! buraya insan eli değmiş burada insanlar yaşıyor" dedirten bir yer haline getirdik . Kamp hayatı yaşamaya gitmiştik, kamp inşa edip döndük yatılı okulumuza o yaz.
Ve o yazlar, yıllarca ardı sıra hep böyle devam etti. Her yaz gittik Tuzla Kampına. Biz çocukların sayısı da giderek arttı. Yeni kuyular açtık, su çoğaldı, yeşillikler çoğaldı. Gündüzler ve geceler boyu elle durmaksızın çektiğimiz su tulumbası da günün birinde motorlaştı. Yıllar geçtikçe ağaçlar boyumuzu geçti, binaları kapladı, kampın göğü geçit vermez oldu kızgın güneşe, gölgeleşti her bir yan. Çocuk emeğimize karışan çocuk seslerimiz gübresiydi belki de doğanın. Gelen imrenir, gören imrenirdi. "Aşkolsun " derdi herkes, "aşkolsun".
Bu arada biz çocuklar da hazıra konma yerine kendi ürettiğiyle yaşama kültürünü ediniyorduk yavaş yavaş. Kümesten günde birkaç kez topladığımız yumurtaların bolluğunu anımsıyorum bazen, nasıl da hedef tahtalarına nışan alıyorduk tam onikiden. Tavuk kıçında gezinen parmaklarımızla henüz taşlaşmamış yumurtayı lastik top halinde yakalayabiliyorduk her an. Bolluk ve bereket getirmiştik o 10 dönüm çorak araziye. Tazeyi ve canlıyı yaşıyorduk kendi yarattığımız canlı ortamda. Beethoven'in müziğiyle dini ayin yapıp ahır temizliyorduk ardından. Ya da kampın bir ucundaki kavak ağaçlarının alt gövdelerini kireçlerken ötede salonun hoparlöründe çalan halk müziğimizin dört sesli yorumlarını dinleyebiliyorduk aynı anda. Günde çok saat çalışıyor çok saat da şükrediyorduk Tanrıya. Dua başlangıcımızdı hep "Tanrım bizlere bahşettiklerini ihtiyacı olanlardan esirgeme" demek.
Günün birinde Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden bir yazı geldi Kampın sahibi Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesine. Azınlıklara ait vakıflar 1936 yılından sonra bu ülkede herhangi bir gayrımenkul satın alma, mülk edinme, hakkına sahip değilmiş meğerse. Yasalar buna engelmiş. Dolayısıyla bu kampın tapu kaydı iptal edilecek kamp da eski sahibine iade edilecekmiş. Dediklerini de yaptılar doğrusu. Davalarla, dolaylı dolaysız yaptırımlarla kampı elimizden aldılar ve eski sahibine geri verdiler sonunda.
Biz öylece cascavlak kaldık ortada. Kamp yeri ve binası şimdi öyle duruyor orada. Kenarları oldu tam bir villa panayırı. Bina ise dişleri dökülmüş, avurtları çökmüş, sendeleyen yaşlı bir harabe. Bizim o güzelim yeşil ağaçlarımız birer birer kesilmiş, kalanlar ise küsmüş sararıp solmuşlar öylece.
Geçtiğimiz pazar Kınalıada çocuk kampının sezon açılışında Tuzla Kampını anımsadım hep. Çalınan, gaspedilen "çocuk emeğim"i sorguladım usumda. Şimdi ne bekleniyor benden? "Helal olsun" mu diyeyim yani? Yoksa... "Aşkolsun"mu?