Prof. Dr. Ersan Şen
Tutuklu vekillerin hukuki durumu, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinin 4. fıkrasında yapılacak aşağıdaki değişiklik teklifinin kanunlaşması ile tekrar değerlendirilecektir.
Bu teklife göre, “Sadece adli para cezasını gerektiren veya hapis cezasın üst sınırı 2 yıldan fazla olmayan suçlarla ilgili olarak ve milletvekilleri hakkında tutuklamaya ve tutukluluğun devamına karar verilemez. Tutuklu ise tutukluluk halinin derhal kaldırılır, yargılama tutuksuz sürdürülür. Yargılama sonucu verilecek kararın yerine getirilmesi dönem sonuna bırakılır”.
Değişiklik kanunlaştığı takdirde, ceza yargılaması ve hatta infaz hukukunda üç önemli yenilik gündeme gelecektir;
a) Tutuklama tedbirinin uygulanması yasağındaki sınır, hapis cezasının üst sınırı bir yıldan fazla olmayan suçlardan, hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlara çıkacak (bu gelişme olumlu olup, tartışmaya bile gerek bulunmamaktadır),
b) Milletvekillerinin tutuklu yargılanmalarına ilişkin değişiklik (kısmen olumlu gözüken ve mevcut tutuklu vekiller sorunun çözmeyi hedefleyen bu değişikliğin yarar yanında ciddi hukuki sorunlara da yol açabileceğinden, aşağıda özellikle bu konu tartışılacaktır),
c) Milletvekilinin tutuksuz yargılanması sonucunda verilecek mahkumiyet kararının yerine getirilmesinin dönem sonuna bırakılacağına dair değişiklik ise, hatalı ve Anayasaya aykırı bir düzenleme olarak gündeme geleceğinden, hem Ceza Muhakemesi Kanunu sistematiğine aykırı olup bu Kanunu konu itibariyle ilgilendirmemesi, hem de Anayasaya aykırı olması sebebiyle bu değişiklikten vazgeçilmesi isabetli olacaktır.
Ülkemiz ceza yargılamalarında bir tedbir olarak sık ve uzun süreli uygulanan, yargılama yerine geçen ve toplum tarafından hatalı bir anlayışla ceza gibi benimsenen tutuklama tedbiri, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını, masumiyet/suçsuzluk karinesini ve dürüst yargılanma hakkını tehdit eden en önemli tehlikedir. Demokratik hukuk devleti anlayışına ve bağlı olunan uluslararası sözleşmelere ters düşen tutuklama tedbiri uygulamasından bir an önce vazgeçilmesi gerektiği, bunun yerine adli kontrol tedbiri ile yargılamaların süratlendirilmesinin doğru olacağı her zaman söylenmektedir. Ancak henüz Ülkemiz uygulaması ve kurallar bu anlayışa uygun hareket etmekten uzaktır.
Halkı temsil eden vekillerin, kendilerini seçenlerin iradelerini en iyi şekilde, baskı altında kalmaksızın ve engellenmeksizin, özgürce parlamentoda temsil edip kullanabilmeleri, yasama faaliyetlerine bulunup, halkı ve kendilerini seçenleri iradelerini en doğru şekilde yansıtabilmeleri amacıyla kabul edilen, fakat Ülkemizde ayrıcalık ve suç işleme özgürlüğü düzeyine indirgenecek basitlikte ele alınıp tartışılan, sürekli kısıtlanmaya çalışılan yasama dokunulmazlığı konusunda, milletvekillerinin tutukluluğu ile ortaya çıkan sorunun çözümü için yasama dokunulmazlığını daraltmak yerine genişletmek amacıyla çözüm bulunmaya çalışılarak çelişkiye düşüldüğünü de dikkatlere sunmak istiyoruz. Bu manzarayı, yasama dokunulmazlığının olması gerektiğine inanan bir hukukçu olarak, Türk Hukuku’nda yaşanan istikrarsızlığa ve geçici güncel çözümlerle sorunları halletmeyi yönelik iradenin birden bire nasıl ortaya çıkabildiğini göstermek amacıyla sunmaktayız.
Şimdi, halkın iradesini temsil etmek amacıyla aday olma ve seçilme kabiliyeti olup da milletvekili seçilenlerden bazılarının devam eden tutukluluk halleri, özellikle maalesef hukuki tartışmalar yerine siyasi bazı mülahaza ve şu an gündemde bulunan Anayasa değişikliğinde halkın temsili demokrasiye tam katılımının sağlanmaya çalışılması endişesi ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gündemine taşınmıştır. Olması gereken ise, tutuklama tedbiri sorununa bu derece kısmi ve dar açıdan bakılmasından ziyade, tüm toplumu kapsayacak ve ceza yargılamalarını iyileştirecek usullerin bulunup uygulanmasıdır. Ancak Ülkemizde ortaya çıkan gündem tartışmalarına hemen bulunması amaçlanan pratik çözümler, maalesef Türk Hukuku’nda beklenen istikrarın ve iyileşmenin gerçekleşmesinin önüne geçmektedir.
Milletvekillerinin tutukluluklarının önüne geçip, Meclise gitmeleri suretiyle kendilerini seçenlerin iradelerini kullanmalarının yolu, şu an için ya Anayasa m.14/1 ve 83/2’de yapılacak değişiklik veya Ceza Muhakemesi Kanunu m.100 ya da Milletvekili Seçimi Kanunu’na eklenecek daimi ya da geçici bir hükümle bulunmaya çalışılmaktadır. Anlaşıldığı kadarıyla, bu konuda her bir parti veya bakanlar kurulu taşın altına elini koymak yerine, Mecliste temsil edilen tüm siyasi partilerin grupları ortak bir teklif sunmayı tercih edeceklerdir. Bu usul, kamuoyunda “Şike Kanunu” olarak bilinen 6222 sayılı Kanunda yapılan değişikliklere benzetilebilir.
Şu an için Anayasanın yukarıda bahsedilen hükümlerinde değişiklik yapılması hem usul ve hem de esas açısından zor gözükmektedir. Bu sebeple, muhtemelen tutuklu milletvekili sorunu Ceza Muhakemesi Kanunu veya Milletvekili Seçimi Kanunu’nda yapılacak değişiklikle çözülmeye çalışılacaktır. Umarız Ülkemiz uygulamasında tutuklama tedbirini eleştirirken, kantarın topuzu kaçırılıp her ne suç olursa olsun milletvekillerinin tutuklanamayacağına dair bir hüküm getirilmez. Bu tür bir düzenleme, eşitlik ve adalet ilkelerine aykırı olacağı gibi, suçüstü halinde örneğin kasten insan öldürme suçu işlediği iddiası ile karşı karşıya kalan milletvekilinin tutukluluğunu da engelleyecektir. Bu nedenle, en azından kasten insan öldürmeye dair suçüstü hallerini, ağır cezalık bazı suçüstü hallerini istisna tutan veya bu istisnalar yerine tutukluluk süresini eşitlik ilkesine aykırı olmayacak şekilde sıfatları itibariyle milletvekilleri bakımından sınırlayan bir düzenleme öngörmek daha isabetli olacaktır. Ancak belirtmeliyiz ki, Ülkemizin en büyük sorunu bu tür ayrıcalık öngören düzenlemelerle soruna çare bulmaktan ziyade bir tedbir olarak tutuklama uygulamasını İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.5, Anayasa m.19, CMK m.100 ve 101 ile İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi emsal kararlarına uygun hale getirmektir. Asıl çözüm buradadır. Aksi halde, halkın iradesini temsil etseler bile vekillerine ayrıcalık gösterilen asiller ciddi bir hukuk sorunu ve ayırımcılığı ile karşı karşıya kalacaklardır. Yasada yapılacak bu düzenleme, milletvekillerinin tutukluluk sorununu belki o an için çözecek, fakat tutuklama tedbirindeki asıl sorunu ortadan kaldırmayacaktır.
Buradaki sorun, çıkarılacak kanunun Anayasaya aykırılığının iddia edilmesi halinde, kanun hükmünün iptal edilinceye kadar yürürlükte kalarak, şu an tutuklu olan vekillere uygulanıp, her durumda tahliyelerin gerçekleşmesi değil, mahkeme ve hakimlerin, çıkarılacak kanuna rağmen mevcut Anayasanın m.14/1 ve m.83/2 hükümlerini esas almak suretiyle milletvekili sanıkların tutukluluklarına son verip vermeyecekleridir. Çünkü mahkeme ve hakimler, “normlar hiyerarşisi” prensibi uyarınca kanunlardan önce Anayasa hükümlerini dikkate alıp uygulamak zorundadırlar (Anayasa m.11 ve m.138/1).
Anayasanın 14. maddesi ile 83. maddesinde değişiklik yapılmaksızın yasa değişikliği ile tutuklu vekiller sorununa çözüm bulmak, kanaatimizce normlar hiyerarşisine ve bu ilkeyi düzenleyen Anayasa m.11’e aykırı değildir. Çünkü Anayasanın 14 ve 83. maddeleri, soruşturmasına seçimden önce başlanılmış olmak kaydıyla Anayasa m.14’ü ihlal ettiği iddia edilen eylemler ve ağır cezalık suçüstü halleri konusunda tutuklama tedbirine başvurmayı ve bu konularda kısmi veya tam tutukluluk yasağı getirecek kanunlara rağmen hakim ve mahkemelere, tutuklama tedbirine başvurmayı emretmemekte ve hakim ile mahkemeleri, tutuklama tedbirine başvurmakla yetkili kılmamaktadır. Anayasanın ilgili hükümleri, genel ve çerçeve düzenleme öngörmenin yanında, kanun koyucunun iradesini de ortadan kaldırmamaktadır. Kişi hak ve hürriyetlerini genişletmeye yönelik kanunlar, Anayasada mutlak emredici hükümlerle önlenmedikleri müddetçe çıkarılabilirler. Çünkü Anayasa m.83’e göre, seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamayacağı, sorgu çekilemeyeceği, tutuklanamayacağı ve yargılanamayacağı halde, ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ile seçimden önce soruşturulmasına başlanılmak kaydıyla Anayasa m.14’de sayılan halleri bu sınırlamanın dışında bırakmıştır. Ancak bırakırken, Anayasa m.138 ile teminat altına alınan hakim ve mahkemelerin bağımsızlığını ortadan kaldıracak şekilde de hakim veya mahkemelere bu iki istisnai durumda tutuklama tedbirine başvurmayı emretmemiştir. Tüm bunlar ışığında, Anayasada değişikliğe gidilmeksizin sadece yasa değişikliği yolu ile tutuklu vekillerin sorununu çözmek mümkün olabilecektir. Ancak bu tür bir değişiklik, tutuklama tedbiri ile ilgili Ülkemizde devam eden sorunu çözmekten şimdilik uzak kalacaktır.
Belirtmeliyiz ki, “katalog suç” belirlemesi, yani suç sınırlaması yapmaksızın milletvekili tarafından işlendiği iddia olunan suçun tipi ve ağırlığı ne olursa olsun tutuklama tedbirinin uygulanması yasağını kabul etmek, milletvekili adayı olabilme ve seçilebilme şartlarının gözden geçirilmesi gereğini gündeme getirebilir. Aksi halde, adaletten kaçtığı ve yakalanmadığı için daha önce milletvekili adayı olup seçilmeye engel olabilecek şekilde suç işlediği sabit olmayalar, masumiyet/suçsuzluk karinesi uyarınca milletvekili adayı olup seçilebilecekler, bundan sonra yargılansalar bile suçun ağırlığına bakılmaksızın dokunulmazlıkları kaldırılmadığı veya milletvekili sıfatları son bulmadığı sürece bu kişiler serbestçe hareket edebileceklerdir. Bu durum, maalesef tutuklama tedbirini usule uygun tatbik etmediği için yasal değişiklik zorlaması ile karşı karşıya kalan toplumun düzen ve barışını tehlikeye düşürebilir, vicdanları yaralayabilir.
CMK m.100/4’de yapılması düşünülen değişiklikle, milletvekillerinin tutuksuz yargılanması sonucu verilecek mahkumiyet kararının yerine getirilmesinin milletvekilliği dönemi sonuna bırakılması öngörülerek, ceza yargılaması yol ve yöntemlerini gösteren Ceza Muhakemesi Kanunu’nun sistematiği ve konusu ile ilgisi olmayan bir düzenleme getirilmesi öngörülmektedir. Bunun yanında Kanun değişikliği, Anayasa m.14/1 ve m.83/2 uyarınca tutuksuz yargılanacak milletvekillerinin hapis cezası ile cezalandırılmaları halinde, bu cezaların infazı dönem sonuna bırakılacağından, hakkındaki mahkumiyet hükmü kesinleşen milletvekilinin yeniden seçilmesi ve bu sayede kesinleşen hapis cezasının infazının önüne geçilmesi mümkün olacaktır. Belirtmeliyiz ki, suçu sabit olan ve cezası kesinleşen milletvekilinin yeniden aday olması, “Milletvekili seçilme yeterliliği” başlığını taşıyan Anayasa m.76 çerçevesinde değerlendirilecek ve bu madde şartlarının oluşmaması halinde mümkün olamayacaktır. Örneğin, bir yıl veya daha fazla hapis cezasına hüküm giyen milletvekilinin yeniden aday olabilmesi imkansızdır.
Ancak cezanın infazının ötelenmesi yönü ile hukuka, adalete ve vicdana aykırı olacak bu tür bir değişiklik, Anayasa m.11/2 nedeniyle öncelikle “normlar hiyerarşisi” ilkesini ve dolayısıyla Anayasaya aykırı olacaktır. Çünkü Anayasa m.84/2’ye göre, “Milletvekilliğinin kesin hüküm giyme veya kısıtlanma halinde düşmesi, bu husustaki kesin mahkeme kararının Genel Kurula bildirilmesiyle olur”. Anayasa m.83/3’de ise, “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi hakkında, seçimden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır; üyelik süresince zamanaşımı işlemez”. Görüldüğü üzere, bir milletvekilinin mahkumiyeti kesinleştiğinde üyelik sıfatı, bu husustaki kesin mahkeme kararının Meclis Genel Kuruluna bildirilmesi ile Anayasa m.84/2 uyarınca kendiliğinden gerçekleşecek ve böylece, üyelik sıfatı sona eren milletvekili hakkında hapis cezasının infazına Anayasa m.83/3’e göre başlanacaktır. Oysa Anayasanın bu amir hükümleri karşısında yapılması düşünülen değişiklik, yargılama sonucu verilecek kararın yerine getirilmesini dönem sonuna bırakılmasını öngörerek, Anayasa m.11/2 hükmü (Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz) uyarınca Anayasa m.84/2 ile 83/3’e açıkça aykırıdır. Bu sebeple, cezanın infazı ile ilgisi olması itibariyle Ceza Muhakemesi Kanunu’nun sistematiği ve konusu ile ilgisi bulunmayan bu hükmün, yani değişiklik teklifi metninde yer alan, “Yargılama sonucu verilecek kararın yerine getirilmesi dönem sonuna bırakılır.” hükmü madde metninden çıkarılmalıdır. Ancak bu hükmün, Anayasa m.84/2 kapsamında ve m.83/3 ile de uyumlu kabul edilerek uygulanması gerektiğini söylenen düşünce benimsendiğinde, lüzumsuz olsa da madde metninde kalması sakınca doğmayacağı da ileri sürülebilir.