Şırnak’ın Cizre ilçesinde sokağa çıkma yasağı sırasında yaşanan hak ihlallerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıyan ve 6 Nisan’da “Uluslararası arenada ülkeyi kötü duruma düşürmek” gerekçesiyle tutuklanan Özgürlükçü Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi Ramazan Demir 22 Haziran’da hâkim karşısına çıkacak. Duruşma öncesinde Demir, "Tahliye talep etmeyeceğim. Onlardan özgürlük dilenmeyeceğim. Yaparsam bu cübbeyi bir kez daha giyemem, kendime ve cübbeme olan saygımı yitiririm" diye konuştu.
Hukuk Politik'ten Ümit Altaş'ın sorularını yanıtlayan Demir'in açıklamaları şöyle:
Neden tutuklandınız?
Tutuklanmamızın, cezaevine kapatılmamızın nedenini Türk Ceza Kanunu’nda aramayın. Bu hukuktan kaynaklı bir yaptırım değil, tamamıyla siyasal saiklerle alınmış bir karar. Barış sürecinin bitmesi, siyasal atmosferin değişmesi ve özellikle Lice’ye ilişkin yaptığımız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuruları ve bu başvurular ile katliamın teşhir olması bizlerin tutuklanma sebepleridir.
AİHM’in “korunması için tedbir alın” dediği üç kişi de öldürüldü
Tutuklanmanıza sebep olacak böyle bir dava ile karşı karşıya kalacağınızı bekliyor muydunuz?
Bu dosyadan bizim haberimiz vardı, Terörle Mücadele polisleri söylemişti, “Sizi alacaktık ama barış süreci başladı” dediler. Biz açıkçası bu dosyanın yeniden açılmasını değil tam tersine hakkımızda yeniden bir dosya uydurulmasını bekliyorduk. Fakat buna bile gerek görmediler, rafa kaldırılmış dosyayı yeniden işleme koydular.
Dosyanın ayrıntılarına geçmeden önce özellikle Cizre ilçesinde yaşananlara ilişkin yapmış olduğunuz AİHM başvurularını sormak istiyorum. Başvuru yapma kararı aldığınız süreci kısaca anlatabilir misiniz?
Ailem Şırnak’ta orda doğdum, büyüdüm. Faysal Sarıyıldız ile de kişisel tanışıklığım var. Faysal Sarıyıldız kişisel tanışıklığım nedeniyle benimle bağlantı kurdu. Hem ondan hem de ailemden Cizre’de olan katliamın boyutlarını öğrenebilme fırsatım oldu. Bunları öğrenir öğrenmez de AİHM süreçlerini başlattım. 25 Aralık’tan sonra başka hiçbir iş ile uğraşmadım. Sabah akşam bu işin takipçisi oldum. Bilgiler çok sınırlıydı ve net değildi. Sağlıklı bir bilgi alabilmemiz de pek mümkün olmuyordu ve insanlar öldürülme tehlikesi ile karşı karşıyaydılar. Bu ortamda başvuruları yaptık, çok zor bir süreçti.
İlk başvuru Hüseyin Paksoy için yapılmıştı, değil mi?
Evet. O başvuruyu Nuray Özdoğan yaptı ve tedbir kararı aldı. AİHM hükümetten Paksoy’un yaşam hakkının ve vücut bütünlüğünün korunması için her türlü tedbiri almasına karar verdi. Biz de bu karar üzerine yaralı olarak bodrumda bulunan Orhan Tunç ve Serhat Altun için başvuru yaptık. İkisi için de tedbir kararı aldık.
Fakat tüm bu kararlara rağmen yaşam haklarının korunması için tedbir alınması istenen bu üç kişi de öldürüldü değil mi?
Evet. Orhan’ın öldürüldüğünü devletin savunmasından öğrendik. Orhan bulunduğu yerden çıkarak ambulansa doğru geliyor. Ambulansı görüyor fakat ateş açılınca geri dönüyor. Sonrasında o da diğerleriyle beraber öldürüldü, katledildi. Ziyaretin hemen arkasından AİHM başvurularımız reddedildi
Sonrasında tedbir talepli yeni başvurular yaptınız, fakat bu başvurular AİHM tarafından kabul edilmedi, neden?
Cizre’deki bodrumda bulunanlar için başvuru yaptım. İlk başta 11 kişiydi, daha sonra gelen isimlerle sayı 13’e çıktı. Sürekli de bu sayı arttı. Ben de bana gelen tüm bilgileri yeni başvuru olarak AİHM’e gönderdim. AİHM bu kez önceki tedbir kararlarında olduğu gibi hızlı hareket etmedi. Her gün arayıp ne oldu diye soruyordum ama cevap alamadım. Bu arada o meşhur ziyaret gerçekleşti.
Hangi ziyaret bu?
Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi üyeleri ve Dışişleri Strateji Dairesinden kişiler AİHM’i ziyaret ettiler. Bu ziyaret mahkeme sitesinde de yayınlandı. Bu ziyaretin hemen ertesi günü- aynı gün de olabilir- arayıp tedbir talebinin reddedildiğini bildirdiler.
AİHM’in bu ret kararını nasıl değerlendiriyorsunuz?
AİHM son kararında devletin beyanını esas aldı. Çok teknik bir başvuru yapamadık, bir sürü eksikliklerimiz olabilir fakat söz konusu olan yaşam hakkının ortadan kaldırılmasıydı. Bu üst yarar nedeniyle bir an önce tedbir kararı vermesini istedik. Yaşam, süre ve hız aynı kulvarda ilerledi. AİHM kendini teknik hukuk alanına hapsetti ve ne yazık ki temel insan hakkı olan “yaşam hakkının korunması ilkesi”ni teknik hukukun gerisine attı. Her geçen dakika oradaki insanların ölmesine neden olabilirdi, ki öyle de oldu.
Hepsi öldürüldü mü?
Bir kişi hariç hepsi katledildi.
Nuriye Acar bireysel başvurusunu da Anayasa Mahkemesine (AYM) yaptınız. O başvuruyu da anlatabilir misiniz?
Nuriye Acar Cizre’de yaşıyor. Cizre Devlet Hastanesinde bir kız çocuğu dünyaya getiriyor. Bebeğin sağlık sorunları nedeniyle doktorlar, bir süre küvezde tutulmasına karar veriyorlar. Nuriye Acar da diğer çocuklarının ihtiyacını karşılamak ve sonrasında hastaneye geri dönmek için evine gidiyor. Valilik aynı gün sokağa çıkma yasağı ilan ediyor. Nuriye Acar 78 gün boyunca çocuğunu göremedi. AYM’ye Acar adına başvurduk ve çocuğunu görebilmesi için tedbir alınmasını talep ettik. AYM polise bildirmiş. Kadının evine Polis Özel Harekat (PÖH) gidiyor, “Siz böyle bir başvuru mu yaptınız?” diye soruyor. Aile PÖH’ü görünce korkuyor ve “Bizim başvurumuz yok” diyor. AYM’yi aradım, “Böyle bir başvuruda nasıl olur da PÖH polislerini gönderirsiniz?” dedim. Fakat sonrasında ailenin korkması üzerine başvuruyu devam ettiremedik.
"Biz sizi avukat olarak bekliyorduk"
Gözaltına alındığın o gün neler yaşandı?
O gün akademisyenlere destek için gittiği adliyede gözaltına alınan Christopher Stephenson’a hukuki yardımda bulunmak için Emniyete gitmek üzere hazırlık yapıyordum. Gel gör ki avukat olarak gitmeye hazırlandığım Emniyete şüpheli olarak götürüldüm. Bizi TEM şubenin nezarethanesine götürdüler. Yan tarafta da gözaltına alınan TUHAD’lılar vardı. “Kimsiniz?” diye bağırdılar. “Ben Av. Ramazan Demir” dedim. Biz sizi avukatımız olarak bekliyorduk, dediler (gülüyor).
Gözaltına alınırken arkada bıraktığınız için en çok endişelendiğiniz şey ne oldu?
Kedim. Çok korktu. Şimdi ailem bakıyor.
Çıkarıldığınız ilk Sulh Ceza Hakimliğinde serbest bırakıldınız. Fakat sonrasında Savcının itirazı ile birlikte nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği tutuklama kararı verdi.
İtirazın da, sonrasında verilen tutuklama kararının da merkezi bir karar olduğunu düşünüyorum. Savcı ve Sulh Ceza Hakimi bu kararı uyguladılar yalnızca.
Tutuklanma kararı sonrasında neler yaşadınız?
Beni Metris’e Ayşe’yi Bakırköy’e götürdüler. Yol boyunca polisler iyi davrandılar. Ama Metris’te çok kaba davrandılar. Birkaç gün orada kaldıktan sonra da buraya (Silivri Cezaevi) getirildim. Metris’ten buraya kelepçeli bir halde ve adli tutuklularla beraber getirildim. Bütün yol boyunca ve sonrasında esir olduğumu hissettirdiler.
Silivri Cezaevi’ne getirildiğiniz ilk gün neler yaşadınız?
Tecrit odasına götürdüler. Çok pisti. İlk iş yatak çarşafı aldım. Birkaç saat geçmeden de yan hücredeki arkadaşların “Hoş geldin” seslerini duymaya başladım. Hemen arkasından da şampuan dahil ihtiyacım olan her şeyin yağmaya başladığını gördüm. Tecrit -anlayacağınız gibi- bir saat bile sürmedi. Bu dayanışma müthiş bir şey. Aradaki duvarlara ve tüm engellere rağmen tecriti kırıyor.
"“Dil dixwaze here cenge” türküsünü söylemeye başladım"
Hala tek mi tutuluyorsunuz?
Yok hayır. Dört aydır burada tutulan ve haklarında hala iddianame hazırlanmamış Azat ve Hüseyin arkadaşlarla beraber kalıyorum.
Daha önce cezaevinde söyleştiğimiz kişilerin hepsinin söylediği şöyle bir cümle var: Cezaevinde öyle anlar vardır ki, kimi zaman etrafınızı çevreleyen duvarlar yıkılır, zamanı unutursunuz; kimi zaman da duvarlar üstünüze gelir ve zaman geçmez. O anları bizlerle paylaşır mısınız?
Evet, gerçekten de öyle. İkinci gün avludaydım. Yan koğuştaki arkadaşlar “Zindana Diyarbekir” türküsünü çalıp söylediler. Ses uzaklardan geldi ama öylesine sıcak ve güzeldi ki, anlatamam. Bu kadar dokunanı uzun süredir dinlememiştim. Dinlerken etrafımı çevreleyen duvarları unuttum. Ben de ardından Delila’nın “Dil dixwaze here cenge” türküsünü söylemeye başladım. Yine geçenlerde yan hücredeki arkadaşlar Ferhat Merde’den şiir okudular. O an da çok güzeldi.
Sıkıştığınızı hissettiğiniz an?
Tv izlerken bir baktım, dedemin evi ve önündeki dut ağacı. Yerle bir etmişlerdi. O an çok kötü oldum. Dışarıdan kötü haber alıyorum, ama eli kolum bağlı ve tutsağım, şehrim paramparça. Bunları duydukça burası üstüme geliyor ve beni zorluyor. Bir şey yapamadan durmak çok zor. Hurşit kayboldu. Belki dışarıda olsam yeni bir başvuru yapabilirdim, koşturabilirdim.
"Onlardan özgürlük dilenmeyeceğim"
Dışarıdaki desteği nasıl yorumluyorsunuz?
Geldiğimden bu güne avukat arkadaşlarım sağ olsunlar hiç yalnız bırakmadılar. Dünyanın her tarafından kartlar, mektuplar alıyorum. Bunların hepsi insanın içerideki direncini arttırıyor.
İstanbul Barosu ziyaretinize geldi mi?
Hayır. Paris Barosu bizzat ziyarete geldi. İstanbul Barosu hariç dünyanın farklı birçok barosundan destek mesajları geldi. Paris Barosu başkanı aramış İstanbul Barosu’nu, telefonlarına da çıkmamışlar. Gelmesinler zaten. Gelseler de görüşmem. Baro Kürt avukatlar söz konusu olduğunda hep duyarsızdı ve bilinçli bir şekilde her zaman uzak durdu. Bu da o tavrın devamı.
22 Haziran Çarşamba günü ilk duruşmanız var. Duruşma öncesi iddianameye ilişkin söyleyecekleriniz var mı?
Hacı Birlik ve Cihan Karaman paylaşımlarını koymuşlar. Hacı elimde büyüdü, Cihan müvekkilim. Hüseyin (Boğatekin) her seferinde polisler tarafından darp ediliyordu. “Bunu raporlayalım ve uluslararası makamlara başvuralım” dedim. Bunu bile koymuşlar. AİHM’e yaptığım başvuruları “uluslararası girişimlerle Türkiye’nin itibarını zedelemek” suçlaması olarak tanımlamışlar (gülüyor). Bu bir hukukçunun hazırlayacağı bir iddianame değil. Üzerine söz söylenecek bir metin de değil.
Duruşma öncesi son sözler?
Tahliye talep etmeyeceğim. Onlardan özgürlük dilenmeyeceğim. Yaparsam bu cübbeyi bir kez daha giyemem, kendime ve cübbeme olan saygımı yitiririm.