"Bu suça ortak olmayacağız" diyerek 1128 akademisyenle birlikte yayımladıkları bildiri sebebiyle tutuklanarak Bakırköy Kadın Cezaevi'nde kalan 3 akademisyenden Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Esra Mungan, "Ben yattığım her günü helal ediyorum, yeter ki barış olsun” dedi.
Mungan, cezaevinde olması hakkında “Umarım yaşadığımız bu coğrafya ölümün olmadığı, yaşam hakkının korunduğu ve barışın gerçekleştiği bir coğrafya olur. Bunun için bizim burada yatmamız, tecrit altında tutulmamız gerekiyorsa önemli değil, ben yattığım her günü helal ediyorum, yeter ki barış olsun” ifadesini kullandı.
Avukat Ümit Altaş’ın Hukuk Politik dergisi için Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda ziyaret ettiği ve konuştuğu Esra Mungan’ın açıklamaları şöyle:
“Haklıyız, Neden Kaçalım?”
Tutuklama bekliyor muydun?
Hayır. Yaptığımız yaşam hakkını savunmak. Bu nasıl suç olabilir ki? Suç olmayan bir şey için de tutuklanabileceğimizi son ana kadar düşünmedim. Gerçi dosya savcısı İrfan Fidan’ı bir kez bile görmememiz, son ana kadar suç isnadını öğrenememişiz kendi ayağımızla gittiğimiz Emniyette gözaltına alınmamız bir tedirginlik oluşturdu ama ben yine de hakimin doğru olanı yapacağını, adaletten yana hareket edeceğini umuyordum.
Tutuklama beklentisi içinde olsaydın ne değişirdi?
Elbette bir şey değişmezdi. Suç işlemediğimiz için rahatız ve doğru bir şey yaptığımızı biliyoruz. Biz yaşam hakkını ve herkes için barışı savunuyoruz. Ölümsüz bir coğrafya istiyoruz ve bunun mümkün olduğunu da biliyoruz. Böyle bir haklılığa sahipken neden kaçalım ki? Bu beklentide de olsaydık yine kendi ayağımızla gider ifademizi verirdik.
Tutuklama kararının verildiğini duyduğun o an?
Hâkimliğe kadar suç isnadını öğrenememiştik. Savcıda söylediklerimizi orada da tekrar ettik. Avukatlarımız çok güzel savunmalar yaptılar. Sonunda o hâkim tek bir cümlede “tutuklama” dedi. Beklemediğim bir andı ve dondum kaldım. Onlarca insana yaptıklarını bize de yapmışlardı. Tutuklama ile bizi korkutmak istiyorlardı. Fakat o sadece anlık bir şaşırmaydı. Çevrenizde var olan dayanışma, arkadaşlarınız, haklılığınız, o korkunun çok üstünde bir duvar sağlıyor insana.
Peki, adliyeden cezaevine götürülme sürecinde olumsuz herhangi bir şey yaşadın mı?
Emniyetten adliyeye, oradan da cezaevine kadar olan süreçte aynı kadın polis bana eşlik etti. Aramızda fazla bir diyalog geçmedi ama son ana kadar bana nazik davrandı ve rencide edici hiçbir davranışta bulunmadı. Cezaevine girişte de memurlar sıcak davrandılar. Saygı içeren bir tavır ile yaklaştılar.
“Size Söyleyecek Sözüm Yok!”
Cezaevindeki ilk günün?
Geçici olarak bir günlüğüne bir odada kaldım. Yatak örtüleri yeni değişmişti. Girdiğimde hemen kitap istediğimi söyledim. Kütüphanedeki kitapların listesini getirdiler. Oldukça zengin bir listeydi. Amin Maalouf’un kitaplarının olduğunu görünce çok heyecanlandım, hemen istedim. O gün kitaplarla birlikte güzel bir uyku uyudum. Fakat bu olumlu bahsettiğin karşılamanın sonrasında devam etmediğini ve ağırlaştırılmış müebbet cezası alanların konulduğu hücreye konulduğunu gazetelerden okuduk.
Buradaki memurların yaklaşımında değişen hiçbir şey olmadı. Olsa da zaten sorun etmem. Onlar işini yapıyor yalnızca. Hiçbirinin rüyasının cezaevinde infaz memuru olmak olduğunu zannetmiyorum. Bu nedenle onlara karşı bir şey söylemem ve bir tavır beslemem de mümkün değil. Fakat dosya savcısı, tutuklama kararı veren hâkim ve cezaevi müdürü için aynı şeyleri söylemem. Onların yaptıkları, görevi yerine getirmek ile açıklanamaz.
Hücreye konulma sürecin nasıl gelişti?
Normal şartlarda usulen yeni gelen tutuklu kadınlar ya doğrudan koğuşa gönderiliyor ya da gönderileceği koğuş belirlenene kadar bir iki gün müşahede altında tutuluyormuş. Ben doğrudan koğuşa gönderilmek yerine müşahede altında tutuldum. Bu arada öğrencim Jülide Yazıcı’nın da burada kaldığını öğrendim. Öğrencim ile aynı koğuşta kalmak istediğimi, kendisinin tutuklanması nedeniyle eğitiminin yarıda kaldığını, bu noktada eğitimini tamamlaması için de destekte bulunmak istediğimi idareye bildirdim. Fakat hiçbir cevap alamadım. Sonrasında buradaki görevliler muhtemelen memurların bulunduğu A1 koğuşuna gönderilebileceğimi söylediler, fakat buna ilişkin de olumlu bir cevap alamadım.
Bu konuda cezaevi müdürü ile doğrudan görüşebildin mi?
Defalarca yazmama ve talep etmeme rağmen bir kez, o da kurul toplantısı nedeniyle görüşebildim. Orada, “Neden koğuşa gönderilmiyorum?” diye sordum ama cevap alamadım. “Biz kararı yazdık” dedi. “Neymiş kararınız?” diye sordum. “Biz size göndereceğiz” dediler. “Size söyleyecek sözüm yok o zaman” dedim ve çıktım. Sonrasında bu karar ile birlikte beni ağırlaştırılmış müebbet cezasından hükümlülerin konulduğu tek kişilik hücreye koydular.
Nedir buradaki en temel sorunun?
Günde yalnızca bir saat havalandırmaya çıkmama izin veriliyor. Eskiden iki saatmiş, şimdi bir saate indirmişler. Havalandırmaya tek başınıza çıkabiliyorsunuz, yanınızdaki hücrelerde bulunanlarla çıkmanız mümkün değil. Emin olun yalnızlık, bu havasızlık ve gökyüzünü görememe sorununun yanında önemli değil. Bu hücreler ve uygulamalar insanları yavaş yavaş ölüme terk etmek için dizayn edilmiş ve hayata geçirilmiş.
Kaldığın hücrenin yanındaki hücrelerde kimler kalıyor?
Ben koridorun en sonundaydım. Yan hücrelerde kalan altı ayrı kadın var ve hepsi ağırlaştırılmış müebbet istemiyle yargılanıyor veya hüküm giymişler.
Onlarla iletişim kurabilme imkânın oldu mu?
Evet. Havalandırmamız ortak. Bir saatlik havalandırmaya çıktığımda pencelerinin arkasından yüksek sesle konuşabiliyoruz. Hemen hepsi erkek şiddeti mağduru kadınlar. Şiddeti kendileri yaratmamış, tam tersine kendilerini savunmak ve korumak için zorunlu kalmışlar. İçim acıyor onları dinlediğimde. Yıllarca burada kalacaklar ve her gün yalnızca bir saat gökyüzünü görebilecekler. Hiçbir toplu faaliyete katılamıyorlar. Aralarında Gürcistanlı bir kadın var, konservatuar mezunu bir piyanist. Hepsi ölüme terk edilmiş durumdalar. Geçenlerde ziyaretime gelen milletvekili Gamze Akkuş İlgezdi’ye anlattım bu insanların sorunlarını. Keşke müzikle uğraşmalarına izin verilse, bir koro oluştursalar ve ilk söyledikleri parça da “Muhyi” olsa.
Neden?
Geçtiğimiz Perşembe günü geldiler, hücrede su sızıntısı olduğunu ve tamirat yapacaklarını söylediler. “Ne kadar sürer?” diye sorduğumda en fazla iki saat olacağını ifade ettiler. Rahatsız olmamam için beni başka bir hücreye alacaklarını söylediler. Ben de, “Buna gerek yok, yan hücrede kalan arkadaşlarım nasıl kalıyorsa ben de bitene kadar kalırım. Bana ayrıcalık yapılmasını istemiyorum” dedim. Fakat bir baktım ki iki saat sürecek dedikleri tamirat için tüm eşyalarımı, kitaplarımı taşımaya başladılar ve beni kaldığım yerin hemen üst katında bulunan başka bir hücreye kapattılar.
Bu yeni hücre nasıl?
Daha dar ve pis. Hem de daha dar olmasının yanında, bu dar alanda da iki kişi kalıyoruz. Buralar hücre disiplin cezası almış tutuklu ve hükümlülerin getirildiği yerlermiş. Dolayısıyla aşağıya göre daha dar ve daha şiddetli bir tecrit var. Mesela burada infaz memurları içeridekilerle hiç muhatap olmamaya gayret ediyor. Yemekleri bile kapı altındaki mazgaldan veriyorlar. Bize de ilk gün o şekilde yemek verdiler. İtiraz ettim, bizim bir hücre disiplin cezası içinde olmadığımızı söyledim. Sonrasında yemeği kapımızı açıp elden vermeye başladılar.
Kiminle beraber kalmaya başladın?
Tek kişilik hücrede ÖHD’li avukat Ayşe Gösterişoğlu ile kalıyordum. Ayşe de geçen Çarşamba tutuklanmıştı. Ranza üstünde ben, altında o yatıyordu. Tek bir de masamız vardı.
Peki, havalandırma durumunda değişiklik var mı?
Yok, hayır, aynı, günde bir saat. Yine daha önce çıktığım havalandırma avlusuna çıkıyorum. Memur havalandırma saatinde geliyor, onun eşliğinde merdivenden aşağı inip avluya çıkıyorum. Bir saat bittiğinde tekrar memur geliyor ve bu kez sizi hücrenize gönderiyor. Hava soğuk, hücrenize geri dönmek isteseniz bile memur eşlik etmeden hücrenize geri dönemiyorsunuz.
“Korktukları İçin Buradayız”
Sence neden buradasın?
Bu tamamen keyfi bir uygulama. Bunun hiçbir haklı, yasal gerekçesi yok ama siyasal gerekçesi var elbette. Ellerinde bizleri suçlayabilecekleri hiçbir şey yok. Bu nedenle de burada kaldığımız her günü irademizi kırmak için kullanmaya çalışıyorlar. Bunu da burada bizi tecrit ederek yapabileceklerini sanıyorlar. Bunu yapabilmeleri mümkün değil, beceremeyecekler. Bu korku aşıldı artık. O kadar tehdite rağmen bile binlerce kişi destek için “Bu Suça Ortak Olmayacağız” metnine imza attı. Rahatsızlıklarının asıl nedeni bu.
Havalandırmaya çıktığında pencerelerin arkasından muhabbet etme imkânı bulduğun diğer hükümlülerle, cezaevinde bulunma nedenine ilişkin hiç diyalog geçti mi?
Evet. Geçenlerde bir saatliğine çıktığım havalandırmada ağırlaştırılmış müebbet almış kadınlardan biri, “TV’de izledim, herkes imzasını çekmiş, yalnızca siz imzanızı çekmemişsiniz. O nedenle tutuklanmışsınız. Pişman mısınız?” diye sordu (Gülüyor). Biz yalnızca binlerce yeni imza ile desteklenen bildiriyi ve raporu okuduk. Elbette pişman değilim. Bilerek kamuoyunu manipüle etmeye ve gerçekleri saklamaya çalışıyorlar. İşte bu imzaların geri çekilmemesi, korku eşiğinin kırılmasının yarattığı korku nedeniyle bizi buraya attılar ve tecritle tehdit ediyorlar.
“Tek isteğim düzensiz ve çok kitap okumak”
Tecrit uygulamaları karşısında özellikle başvurduğun, günlük rutin haline getirdiğin bir şey var mı? Cezaevinde tutulanların bir çoğu genelde okuma, uyku, spor saatlerini düzenlemek ve bunu uygulamak için büyük bir çaba sarf ediyor?
(Gülüyor) Ben, kitap, sadece ama sadece düzensiz kitap okumak istiyorum. TV istemedim. Tek isteğim kitap okuyabilmek ve gökyüzünü görebilmek. Sadece o an ne istiyorsam, herhangi bir planlama yapmadan sadece o kitabı okumak istiyorum. Bunun için arkadaşlarımın bana kitap göndermesini istemiyorum. O günkü sezgilerime göre kitabı seçiyorum ve bundan da çok büyük bir haz alıyorum. Amin Maalouf’lar ilaç gibi geldi. Hepsini okumuştum ama yeniden okuyorum. Bu kitap bağımlılığı nedeniyle milletvekili görüşleri en zevkli olanı.
Neden?
Çünkü milletvekilleriyle kütüphanede görüşüyoruz Çok güzel kitap kokuyor. Ha, bir de bu görüşmelerde çay ve kurabiye ikramı var (Gülüyor).
Avukat ziyaretleri peki?
Onlarda ne kitap ne çay ne de kurabiye var (Gülüyor). Sağ olsunlar, çok sayıda avukat arkadaşım ziyaretime geldiler. Her avukat ziyaretçim olduğunda, “Esra Mungan, avukat ziyaretçin var!” anonsu yapılıyordu. Çok fazla ziyaretçimin gelmiş olmasından ve bunu herkesin duymasından ve bu desteği fark etmesinden rahatsız oldular zannedersem, artık gelip kapıda söylüyorlar, anons etmiyorlar.
Dışarıda nöbet tutan arkadaşların?
Onun tarifi yok. İçeride insanın içini ısıtıyor ve tecrit mecrit her şeyi unutturuyor. Tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Yemekler nasıl?
Aşçı çok iyi. Üniversitedeki yemeklerimizden daha iyi olduğunu söyleyebilirim.
Sağlık durumun?
İyiyim. Demir haplarımı düzenli alabiliyorum. Geçen ranzanın üst katına çıkmak isterken belimi incittim. Onun için de doktora gittim, önemli bir şey yok.
"Yeter ki Barış Olsun"
Boğaziçi Üniversitesi Rektörü tutuklanmana karşı itirazlarını dile getirdi, Başbakan ve Başsavcıyı ziyaret etti. Rektör bazında böyle bir desteğe pek alışık değiliz, sık karşılaşmıyoruz.
Rektörün tutumuna ben şaşırmadım. Boğaziçi’nde bu bir gelenek; özgür düşüncenin yanında olmak ve iktidarlara göre tutum değiştirmemek. Başörtüsünde de, Ermeni Konferansı’nda da üniversite, bu özgür tutumunu devam ettirdi ve yasaklardan yana tavır almadı. İdari soruşturmaları hiçbir zaman özgür düşünce üzerinde bir tehdit olarak uygulamadı. Üniversitemi seviyorum.
Buradan çıktığında ne değişecek?
Benim açımdan hiçbir şey değişmeyecek ama umarım yaşadığımız bu coğrafya ölümün olmadığı, yaşam hakkının korunduğu ve barışın gerçekleştiği bir coğrafya olur. Bunun için bizim burada yatmamız, tecrit altında tutulmamız gerekiyorsa önemli değil, ben yattığım her günü helal ediyorum, yeter ki barış olsun.