Ekonomi
'TÜSİAD üyeleri 'yüksek motor hacimli arabalarından' vazgeçer mi?'
Önümüzdeki hafta İstanbul’da sürdürülebilirlik toplantısı yapılacak. TÜSİAD konuyu içselleştirdiğini
22 Eylül 2011 03:00
(Murat Sabuncu - 22 Eylül 2011 - Milliyet gazetesi)
Önümüzdeki hafta İstanbul’da sürdürülebilirlik toplantısı yapılacak. TÜSİAD konuyu içselleştirdiğini göstermek için yaka kartından rapora her materyali “0” karbonla hazırlayacak. Ümit Boyner’e “Peki ya üyelerin yüksek motor hacimli arabaları?” sorusu soruldu, “Tavsiyede bulunuruz” cevabı geldi.
Salı günü İstanbul’da “sürdürülebilirlik ve Türk iş dünyası” toplantısı yapılacak. Bu toplantıda bir de 2050 vizyonu ortaya koyulacak. Toplantının ev sahibi Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD). Önceki gece TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, yönetim kurulu üyeleri Ali Kibar ve Cansen Başaran Symes’in katılımıyla bir grup gazeteciye toplantının önemi ve çalışmaları hakkında bilgi verdi. Toplantıda ayrıca “sürdürülebilir kalkınma konusunda uzun süredir kafa yoran” Eczacıbaşı Holding Kurumsal İletişim Müdürü Okşan Atilla Sanön de vardı.
Boyner, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de katılacağı programda İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Galya Frayman Molinas da konuşmacı olacağını söyledi. Günün bir diğer konuğu Citigroup Kurumsal Müşteriler Başkan Yardımcısı, aynı zamanda Vizyon 2050 Proje eş başkanı Samuel Di Piazza olacak.
Yol haritası çiziliyor
Önce Vizyon 2050’den başlayalım. Boyner bunu şöyle anlatıyor: Vizyon 2050’nin amacı dünyayı kurtarmak değil, 2050 yılına geldiğimizde hangi noktada olmak istediğimiz ile bu noktaya gelmek için neler yapmamız gerektiğini gösteren bir yol haritası çizmek. Bu yol haritasını çizerken, önümüze çıkabilecek riskleri öngörmek ve fırsatları yakalamak en önemli gayemiz.
Vizyon 2050, sürdürülebilir bir dünya hedefine ulaşmada iş dünyasının karşılaşacağı zorlukları, izlemesi gereken yol haritasını ve iş dünyası için gerek bölgesel gerekse küresel ölçekte fırsatlar sunacak stratejileri geliştirmeyi amaçlamaktadır.
Başlangıç noktasında üç soru sorduk.
1) Sürdürülebilir dünya neye benziyor?
2) Sürdürülebilir dünyaya nasıl ulaşabiliriz?
3) İş dünyası olarak bizlere düşen rol nedir?
Konferansımızda bu soruların cevabını süreçte yer alan tüm paydaşlarla birlikte arıyor olacağız.”
Boyner bu girişin ardından TÜSİAD’ın sürdürülebilirlik konusunu “içselleştireceğini” vurguladı. Ancak içselleştirme noktasında katılımcılar Boyner’e önemli sorular yönelttiler.
Önce Boyner’in altını çizdiği nokta: “Bu konferansla birlikte sürdürülebilirlik temasını aslında TÜSİAD bünyesinde içselleştirmeye çalışıyoruz. İlk olarak bu konferansı 0 karbon olarak gerçekleştireceğiz. Rapordan yaka kartına kadar tüm faaliyet sürdürülebilir olarak tasarlandı.
Bundan sonra da kademeli olarak tüm faaliyetlerimizi 0 karbon olacak şekilde planlıyoruz. Bu yıl içinde olacak YİK toplantısı, Genel Kurul’umuz ve diğer faaliyetlerimiz de 0 karbon ve sürdürülebilir olarak planlanacak. Böylelikle sürdürülebilirliği bir vizyon olarak önüne koymuş bir dernek olarak farkındalık yaratmayı arzu ediyoruz.”
Soru cevap kısmında katılımcılar 0 karbon hedefiyle ilgili şunu sordular: Hedefiniz iyi. Ancak siz yönetim olarak üyelerinize “daha düşük karbonlu arabalar kullanmalarını da önerecek misiniz?” Bu noktada hatırlatmak lazım. Bugün iş dünyasından pek çok isim 2000 üzeri, 3000 -4000 motor benzinli araç kullanıyor. 4 çarpı 4’leri de unutmamak lazım.
‘Tuzağa düşmeyelim’
Boyner cevap vermeden Ali Kibar espriyle karışık “ben bunu desteklerim. Çünkü bizim fabrikada (Hyundai) motor hacmi daha düşük araçlar üretiliyor” dedi. Başkan Boyner ise “biz ancak üyelere tavsiyede bulunabiliriz” diye konuştu.
Bir diğer konu: Önümüzdeki 40 yılı belirleyecek yol ayrımındayız. Bu ayrımın önemi ve bu konuyla ilgili notlar da ilginç. Önce Boyner’in sözleri:
“Sürdürülebilir kalkınma vizyonu bize belirli fırsatlar sunuyor ancak sürecin baltalanmasına neden olabilecek tehditleri de barındırıyor. Tehditlere baktığımız zaman aslında en önemlisi bir zihniyet problemi ile karşı karşıya kalıyoruz, nasıl olsa çok geç kaldık, bundan sonra zaten ne değişecek ki... Bu da maalesef bir çok projeyi, ayırmamız gereken bir çok kaynağı geciktiriyor ve bizi sürdürülebilirlikten biraz daha uzağa düşürüyor.
Yönetişim problemi ayrı bir konu, aslında bu küresel bir konu. Çünkü sürdürülebilirlikte yarar dengesinde farkı yerlerde durabiliyoruz ve mutabakat sağlamakta güçlükle karşılaşabiliriz. Kaynak savaşları çok önemli. Geçtiğimiz günlerde yaptığımız emtia fiyatları dalgalanması ile ilgili konferansta da gördük ki, bugün korumacılık bazı doğal kaynaklarının ulusallaştırılması gibi tehditler dünyanın önünde büyük bir tehdit.
Önümüzdeki 40 yılı belirleyecek bir yol ayrımındayız. Bugün vereceğimiz kararlar ile var olan kaynaklarımızı en iyi şekilde değerlendirebilir, yaşam standartlarımızı düşürmeden gelecek nesillerin umutlarına sahip çıkabiliriz.”
Bu noktada soru şu oldu: Yaşam standartlarımızı düşürmeden gelecek nesillerin umutlarına sahip çıkalım diyorsunuz. Ancak iş dünyasının sahip olduğu yaşam standartı ile sıradan insanın ki arasında fark var. Siz düşürmeyin tamam ama ya şu an standartların altında olanlar ve çıkarma hedefinde bulunanlar?”
“İlk on ekonomi” hedefi
“Türkiye 2023’de dünyanın 10 büyük ekonomisi arasına girecek.” Hükümetin hedefi bu. Ancak TÜSİAD’ın çalışmasında 2050’de Türkiye ilk 10’da görünmüyor. TÜSİAD Başkanı “biz dünyadaki yapılan çalışmayı aldık. Bu kesin doğru diye bir şey yok. Zaten sıralamadan çok ülkenin sürdürülebilir büyümesi ve insanların iş sahibi olması önemli” diye konuştu.
Zaten Boyner’in konuşmasının başında şu bölüm de dikkat çekiciydi:
2050 yılına kadar doğal kaynaklar olduğu kadar dünyanın mevcut ekonomik düzeni de değişecek. Şimdi olduğu gibi, ekonomik büyüme yine gelişen piyasa ekonomilerinin öncülüğünde gerçekleşecek. E7 ekonomileri (Türkiye, Çin, Hindistan, Rusya, Meksika, Brezilya) en geç 2032’de G7 (ABD, Almanya, İtalya, Fransa, Kanada, İngilitere) ekonomilerini geride bırakacak.
Türkiye “1-2 dünya” tüketiyor
Çalışmadaki en çarpıcı görsellerden biri. “Kim kaç dünya tüketiyor?”. Ümit Boyner bu noktada şunları söylüyor:
Nüfus projeksiyonları 2050 yılına geldiğimizde dünya nüfusunun 9 milyar insana ulaşacağına işaret ediyor. Birleşmiş Milletler’in tahminlerine göre bu artışın yüzde 98’i şehirlerde ve gelişmekte olan ülkelerde gerçekleşecek. Bu durum su, gıda, enerji ve temel alt yapı gibi temel ihtiyaçlara olan talebi arttıracak, arz üzerinde ciddi bir baskı oluşturacaktır.
Biz burada 2050 için vizyonumuzu bir cümle ile özetleyebiliriz: Bu 9 milyar kişinin refah içerisinde ancak bir dünya tüketecek şekilde yaşaması.
Gelelim Türkiye’ye:
“Türkiye’deki tüketim alışkanlıkları 1970’lerde tutumlu, 1980’lerde hızlı tüketim 1990’larda ise yabancı markalara talep şeklinde değişken bir yapı sergilemiş, 2001 ekonomik krizinden sonra ise fiyatlara daha duyarlı bir tüketim tutumuyla beraber süpermarketler, hipermarketler, ucuz ürünleri, ürün çeşitliliği ve büyük boy ürünleri sayesinde popüler hale gelmiştir.
Yapılan araştırmaya göre tüketicilerin yüzde 40’ı “yeşil ürünleri tercih edeceğini söylemektedir, ancak seçenek sunulduğunda sadece yüzde 4’ü bu tür ürünleri satın almaktadır. Tüketicilerin çevreci ürünleri tercih edeceklerini belirtmelerine rağmen, fiyat ve işlevsellik konusundaki kaygılar nedeniyle, bu tercihlerini hayata geçirmedikleri görülmektedir. Tüketicilerin önyargılarını kırabilmek için daha işlevsel ve daha düşük maliyetli teknolojilere ihtiyacımız var.”