T24 - Türk Sanayici ve İşadamları Derneği Başkanı Ümit Boyner, “talep toparlanırken enflasyon ve cari açığın arttığını, işsizliğin korkuttuğunu” söyledi. “Avrupa Birliği'nin borç batağı sorununa kalıcı çözüm üretmekte zorlandığını” söyledi. Krize karşı finansal regülasyonların küreselleşmeye ayak uydurması gerektiğini vurgulayan Boyner, Yunanistan krizinin Avrupa Birliği içinde “mali kural”ın işletilmediğini su yüzüne çıkardığını belirtti.
Boyner, TÜSİAD'ın Koç Üniversitesi Ekonomik Araştırma Forumu (EAF) ile düzenlediği , “İktisadi Dalgalanmalar ve Küresel Kriz” başlıklı konferansın açılışında konuştu. Boyner şunları söyledi:
“Hepinizin bildiği gibi, 2007 yılında Amerikan konut piyasasında patlak veren sorunlar, tüm dünyada ciddi bir durgunlığa yol açtı. Üstelik krizin boyutu tahminlerin çok üzerindeydi. Sayın Adrian Pagan’ın konuşması bize krizleri anlamak ve tahmin etmek konusunda çok büyük ufuklar açacak.
2008 yılı sonlarına doğru diğer gelişmiş ve gelişmekte olan ülke finansal piyasalarında da hissedilmeye başlamıştı. Krizin etkileri 2009 yılında ciddi ölçüde hissedildi, birçok ülke ekonomisi önemli ölçüde daraldı, köklü finans kurumlarının güvenilirliği tartışma konusu oldu. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin büyümelerini olumsuz yönde etkileyen bu kriz, 2009 yılında dünya ekonomisinde %0.8’lik daralmaya neden olurken, Türkiye ekonomisi de 2009’un ilk çeyreğinde tarihinin en ciddi ekonomik daralmasını yaşadı.
Avrupa Birliği zorlanıyor
Bugün küresel ekonomi krizden çıkıyor ama dünyanın bazı bölgeleri yeni krizlerle sarsılıyor. Krizle mücadele için gerçekleştirilebilen ülkelerarası koordinasyon kriz sonrası finansal mimarinin şekillendirilmesinde aynı hızla devreye sokulamıyor. Avrupa Birliği, bazı üye ülkelerin yüzyüze oldukları borç batağı sorununa kalıcı ve herkesi rahatlatan bir çözüm üretmekte zorlanıyor. Ekonomik nedenlerle gerekçelendirilen ulusal sınırların içine yeniden çekilme tavrı, küreselleşme için bir risk oluşturuyor.
Son dönemlerin en ağır krizinin dip noktasını gördük ve çıkışın da işaretlerini hissettik. Dünya katma değerinin nerdeyse yüzde 10’una yakın bir destek paketi açıklanmış ve bu paketin önemli bir bölümü de uygulamaya koyulmuşken 2010 yılında hızlı bir çıkış görmek herhalde çok şaşırtıcı değil. Sayın Ayhan Köse’nin konuşması, kriz sonrası bizi bekleyen büyüme sürecinin dinamiklerine ışık tutacak.
Ancak bu çıkışın ne kadar sağlam ve ne kadar kalıcı olduğunu anlamak için öncelikle krizin nedenlerine bakmamız gerekiyor. Krizin nedeni yapısal nitelikte. Yani ülke ekonomilerinde makro politikaların yol açtığı bir ısınma ve buna bağlı oluşan bir “büyüme - küçülme” döngüsünden bahsetmiyoruz.
Finansal regülasyonlar küreselleşmenin gerisinde
Krizin yapısal nedenleri arasında birçok faktör var ama bunlar arasında en belirleyici olanı finansal regülasyon ve gözetimin küreselleşme sürecindeki hızlanmanın gerektirdiği noktanın gerisinde kalmış olması. Bu durumun sırf bir tesadüf olmayabileceğini, regülasyonlardaki zafiyetin küresel düzlemdeki tasarruf dengesizlikleri şişerken, mali akımlardan pay kapmayı kolaylaştırdığını da göz önüne almalıyız. Krizle mücadele için sarf edilmiş olan trilyonlarca dolara rağmen, meselelerin kökenindeki küresel dengesizlikler ve finansal regülasyon eksiklikleri sorunlarının hala tam olarak çözülmediğini hatırda tutmamız gerekiyor. Sayın Şebnem Kalemli’nin konuşması, bu konudaki düşüncelerimizi zenginleştirmemize imkan verecek.
Dolayısıyla, benzer bir krizi yeniden yaşamamak için finansal regülasyonların, küreselleşmenin doğal seyrine ayak uydurması gerekecek. Bu süreç iki biçimde işleyebilir. İlki ve açıkça tüm ülkelerin refah seviyeleri açısından daha arzu edileni küreselleşmenin ivmelenerek devam etmesi. Bir başka ifadeyle, küresel regülasyon ve denetim sisteminin, ülkeler arasındaki ekonomik entegrasyona uyumlu hale getirilmesi. Küresel krizle mücadelede ülkeler arası koordinasyonu sağlamak konusunda çok başarılı bir sınav vermiş olan G20 platformu tam anlamıyla kurumsallaşırsa küreselleşmenin bir sonraki evresine geçişte önemli bir adım atılmış olur.
İkinci alternatif ise küreselleşme sürecinin bir kez daha darbe almasıdır. Bu durumda her ülke kendi içine kapanır, piyasalar entegre olmayınca finansal piyasaların regülasyonu koordine etme ihtiyacı da ortadan kalkar ve içe kapanık bölgeci anlayış eski parlak günlerine döner.
Hiç şüphesiz birinci seçeneğin yanında olmak gerekiyor. Ama ilk seçenek ihtimalini riske sokan çok sayıda gelişme oluyor.
ABD’de, 2000’li yıllarda hem dünya ekonomisine, hem ABD ekonomisine büyük bir dinamizm sağlamış olan finansal inovasyona ciddi set vuracak, bankacılığı eski dar kalıplarına geri götürecek bir regülasyon anlayışı çok ciddi ve saygın isimlerden giderek artan bir destek buluyor.
AB 'mali kural'ı işletmiyor
Yunanistan krizi “Mali Kuralın” Avrupa Birliği içinde işletilmiyor olmasını su yüzüne çıkartıyor. Alınan trilyon dolarlık önlemlere rağmen Euro’daki değer kaybının önüne geçilememesi üzerine Almanya’daki düzenleyici otorite tek taraflı olarak harekete geçiyor.
Gelişmiş ülkelerde küreselleşme eğilimleri ile uyuşmayan bu hareketlere karşılık Doğu Asya ülkelerinde ekonomik milliyetçilik her zaman revaçta oldu. Bu ülkeler rekabetçi kur, katı faiz gibi klasik makro araçlar ile neredeyse gelirinin yüzde 50’sini tasarruf ediyor ve çok hızlı bir büyüme ve ihracat artışını sürdürebiliyorlar.
Küreselleşme sürecine zarar verebilecek bu eğilimler, krizde uygulanan hacimli destek programlarından zaman içinde ve yine ülkeler arasında koordinasyon ile vazgeçilmesi ihtiyacı açısından da zararlı. Bu koordinasyonun sağlanamaması, ya dünyayı yeni bir krizin eşiğine getirecek ya da enflasyonda dünya çapında bir yükselmeye yol açacak.
Türkiye 'büyük açık ekonomi'na girdi
Küçük-açık ekonomi yapısından büyük-açık ekonomi hattında hareket eden, dış ticaret hacmi gelirinin yarısını oluşturan bir Türkiye, tüm küresel dalgalanmalardan eskiye göre çok daha fazla etkileniyor. Bu nedenle, küreselleşmenin derinleştirilmesi ile ulus devlet modeline geri dönülmesi arasındaki bu gelgitleri yakından takip etmek gerekiyor. Ama bir G20 üyesi olarak Türkiye, aynı zamanda dünyanın geleceğinin şekillendirilmesinde de söz sahibi. Türkiye tercihini küreselleşmenin kurum ve işleyişiyle tahkim edilerek geliştirilmesi doğrultusunda yaparken, kendi içindeki sorunları çözümleyerek küresel düzendeki yerini biraz daha sağlamlaştırmalı.
Önümüzde Türkiye için krizin yaralarının sarılmaya devam ettiği bir dönem var. Dunyadaki düzelme süreci yavaş ilerliyor ve küresel ekonomik faaliyet halen kriz öncesi seviyelerin altında. Küresel ekonomiye yönelik veriler 2009’un ikinci yarısı itibariyle düzelmenin başladığını gösterse de, bu düzelmenin 2010 yılında hangi ölçüde sürdürülebileceği halen netleşmedi. Küresel kriz neticesinde 2009 yılında yüzde 4.7 küçülmüş olan Türkiye ekonomisi 2010 yılında yüzde 5 civarında büyüyebilecek.
Enflasyon, cari açık artıyor, işsizlik korkutuyor
Ama geçen seneye göre iyi olmak demek, mutlak olarak iyi olmak anlamına da gelmiyor. Talep toparlanıyor, ama enflasyon ve cari açık da artıyor. Yeni istihdam yaratılıyor ama arzulanır düzeyde değil. Bu nedenle işsizlik oranı korkutmaya devam ediyor. Kamu açıkları Avrupa’yı sarsıyorken Türkiye mali kural açıklayarak çok olumlu bir adım atıyor ama sosyal harcamalarına ancak Avrupa’nın yarısı kadar pay ayırabiliyor. Yani zayıfların arasında hızla sıyrılıyoruz, ama en iyiye ulaşmak için daha çok yol kat etmek gerekiyor.
Bu süreçte hem para hem maliye politikalarının uyum içinde uygulanmasının yanı sıra kriz döneminde elde edilen düşük enflasyon, faiz ve cari işlemler açığı gibi gelişmelerin sürdürülebilirliği, Türkiye ekonomisinin geleceğine ilişkin duyulan güveni artıracak unsurlar olarak öne çıkıyor. Büyümeyi sürdürülebilir kılacak bu adımlar, küresel ekonomide meydana gelebilecek olası dalgalanmalar karşısında Türkiye ekonomisine manevra alanı yaratacak. Bu manevra alanı hem finans kesimi hem de reel kesim için çok önemli.
Küresel kriz sonrası dönemde ortaya çıkacak yeni düzenlemelerden en çok etkilenecek kesimlerden biri de şirketler kesimi olacak. Özellikle 2000’li yıllarda küresel likidite bolluğundan dünyadaki diğer firmalar gibi Türk firmaları da yararlanma olanağı bulmuş, bu firmalar piyasalardan ucuz ve bol şekilde borçlanma imkanı yakalamıştı. Borçlanma koşullarında görülen bu kolaylıklar ve imkanların çoğalması, şirketlerin karlılıklarını da önemli ölçüde arttırmalarına neden olmuştu. Fakat son yaşanan krizle birlikte küresel ekonomide bu model artık geçerliliğini yitirdi. Yeni dönemin koşullarına bugünden hazırlanmaya başlamazsak, yarın çok geç kalmış olacağız. Bu çerçevede kurumsal değişikliklerin etkileri üzerine Sayın Fabian Canova’nın aktaracağı AB’deki bulguların Türkiye için önemli derslere işaret edeceğini düşünüyorum.
TÜSİAD-EAF ortak işbirliği ile düzenlenen bu konferansın başta yurtdışından gelen değerli iktisatçılar Adrian Pagan, Fabio Canova ve Ayhan Köse olmak üzere, tüm katılımcılarına yapacakları katkılar için çok teşekkür ediyorum.“