Çeviri: Nil Karaca
Andrew Finkel
(NY Times-4 Eylül 2013)
Türkiye’nin bankacı ve sanayicileri de kapsayan batılı, eğitimli elitleri iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisine hiçbir zaman yakınlık duymamışlardır. Parti yetkililerini her zaman fazlasıyla taşralı ve dindar bulmuşlardır. AKP’lilere yönelik bu şüpheli yaklaşım, Anadolu’nun sahil kesiminden uzak bölgelerindeki iş çevrelerinde de geçerlidir.
Ancak son zamanlarda eski bir cumhuriyetçi elit olan piyasa analisti bir dostumun ülkenin üçüncü kuşak bankacı ve sanayicilerinin “Türk Stokholm Sendromu”ndan mustarip olduğuna dair tespiti ilgimi çekti: Bu insanlar, AKP’ye oy vermemiş veya AKP’lilerle hiçbir şekilde sosyal bağlantı içine girmemiş olsalar da bu partinin iktidarda olmasından memnunlar.
AKP, daha iktidara gelmeden önce piyasalara iş dünyasından yana tavır sergileyeceği, özelleştirmeye inandığı ve bürokratik formaliteleri azaltacağı sözünü vermişti. 2002 yılında iktidara geldiğinde de IMF paketine bağlı kalan bir politika izledi. Ayrıca ülkenin 2000-2001 mali krizi ile hasar gören yatırımcı güvenini yeniden temin etmek üzere Avrupa Birliği ile müzakereleri başlatmak için çok çalıştı. Tüm bunların üzerine yatırımcılarda alternatifi olmayan Recep Tayyip Erdoğan’ın ikinci dönem de iktidara geleceği beklentisi oluştu.
2007’de Erdoğan ikinci kez Başbakanlık koltuğuna oturdu ve yatırımcıların kendisine olan inancı, Türkiye’nin Lehman Brothers krizi ve onu takip eden yıl yaşanan küresel krizden başarıyla çıkmasını sağladı. Eski iş çevreleri de istemeyerek de olsa AKP’yi desteklemek durumunda kaldılar. Partinin ekonomik istikrar sağlamadaki başarısı sayesinde Erdoğan, generaller ve hakimler gibi güçlü hasımlarını da dize getirdi.
Bugün için kargaşayla geçen yazın ardından AKP’nin üçüncü döneminin yarısına yaklaşıldığı bir dönemde kritik soru, bu tedirgin ittifakın devam edip etmeyeceğidir. Türkiye ekonomisinin cazibesini kaybetmeye başladığı bugünlerde iş dünyası kendisini rehin alan siyasi partiye sempati duymaya devam edecek mi?
Türkiye’nin ekonomik sorunları, Washington’a dayanıyor: Amerikan Merkez Bankası’nın Amerikan bankalarına ucuz fon musluğunu kesmesi, zincirleme etkiye neden oldu. Türk hazinesi, borçlarını ödemek ve büyümesini finanse etmek üzere daha fazla çalışmak durumunda. Şimdi artık piyasada Suriye gerginliği de mevcut. Türk hükümeti, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın düşürülmesi konusunda çok istekli. Ancak Suriye’nin Şam’da kendi vatandaşlarını kimyasal silahla öldürmesini cezalandırmak üzere bir işbirliğine dahil olmak, Türkiye’nin bir misilleme ile yüzyüze gelmesine neden olacaktır.
Piyasalar, Merkez Bankası’ndan en azından daha proaktif davranmasını ve yeni ve daha ağır gerçeklere rağmen risk almakta olan yatırımcıları ödüllendirmek üzere faiz oranlarını yükseltmesini bekliyor. Öte yandan, önümüzdeki yılın Mart ayında belediye seçimleri, sonbaharında Cumhurbaşkanlığı seçimi ve 2015 yılında da genel seçimler var. Erdoğan, bu süreci hızını kesmeden atlatmaya kararlı görünüyor. Sözde bağımsız merkez bankası, faizleri yükseltmeme veya oy potansiyeline zarar verecek herhangi başka bir adım atmama konusunda siyasi baskı altında. Ancak bu strateji, geri tepebilir. Geçtiğimiz hafta Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı televizyonda yatırımcılara faiz oranlarının değişmeyeceğini ve liranın değer kaybetmeyeceğini açıkladığı esnada lira, yüzde 1 değer kaybetti. İstanbul Borsası da iyi durumda değil.
Türk iş dünyasının eski duayenlerinin hükümetin ekonomik yönetimine olan inancını kaybettiğini söylemek için erken olabilir. İş dünyasının çoğu üyesi, popülist de olsa tek partinin 1990’ların çekişmeli koalisyonlarından iyi olduğu inancında.
Her durumda, eski bir bankacının verdiği bilgiye göre işadamları hükümeti herhangi bir konuda protesto etmekten çekiniyorlar. İstanbul Gezi Parkında başlayan ve ülkeye yayılan protestolardan sonra hükümet, intikam ve hınçla hareket ediyor. Kendisine karşı olduğunu düşündüğü firmaları kamu ihalelerinin dışında bırakıyor. Temmuz ayı sonunda ülkenin en büyük şirketi olan Tüpraş petrol rafinerisine vergi denetim elemanları ve polisin baskın yapması, asıl hedefin yaz döneminde protestoculara kapılarını açan bir otelin de sahibi olan Tüpraş’ın ana şirketi Koç Holding olduğu tahminlerine yol açtı.
Bu arada hükümetin yandaşlarından da birtakım uyarılar geliyor. Mustafa Boydak, AKP’nin Anadolu’daki kalelerinden biri olan Kayseri kökenli bir işadamı. Mobilya sektörünün önde gelen firmalarından birinin sahibi ve İslami bir bankanın ortağı. Boydak, geçtiğimiz günlerde Kayseri Ticaret Odası’nda yaptığı bir konuşmada bugün “laik” şirketlere yönelik ayrımcılığın, 1990’larda asker etkisi altındaki hükümetlerin İslamcı partileri destekleyen şirketlere yönelik cezalandırmalarına benzediğini kaydederek hükümeti uyardı.
Bu, dikkate alınması gereken bir uyarı. Hükümetin “böl ve yönet” yaklaşımındaki yeteneği, piyasa duyarlılığı sözkonusu olduğunda işe yaramayacaktır: Türk iş dünyasının bir bölümüne yönelik bir cadı avı, yatırımcı güvenini tümden ortadan kaldıracaktır. Şayet AKP ekonomiyi siyasete alet etmeye devam ederse iş dünyası elitleri içinde buna ilk karşı çıkan belki de kendi destekçileri olacaktır.