T24 - WikiLeaks kriptolarındaki Türkiye konulu belgeleri yayımlayan Taraf gazetesi, ABD’nin Paris Büyükelçisi Craig Stapleton'ın, 10 Mayıs 2007 tarihinde ABD Dışişleri Bakanları ve Savunma Bakanları ile Beyaz Saray’daki Ulusal Güvenlik Konseyi’ne yazdığı kriptoyu yayımladı. Kriptoda, Fransa ile ABD arasındaki sorunun ilk sırasını, Sarkozy sonrasında, Türkiye yer aldı.
Taraf gazetesinde "Türkiye'ye Fransız kalma Sarkozy" başlığıyla yayımlanan (15 Nisan 2011) birebir WikiLeaks tercümesi şöyle:
Türkiye'ye Fransız kalma Sarkozy
Belgelere göre, Sarkozy sonrası Fransa ile ABD arasındaki sorun listesinin ilk sırasında Irak’ın yerini Türkiye almış
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, önceki gün Strasbourg’da Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde konuşurken en tuhaf anlardan biri, Fransız parlamenter Muriel Marland-Militello’nun inanç özgürlüğü üzerine soru sorması üzerine yaşandı. Erdoğan bu soruyu, Sarkozy yönetiminin Romanlara karşı politikasını ve, adını vermeksizin, peçe yasağını eleştirmek için kullanırken, Batı dillerine bir çırpıda tercüme edilmesi imkânsıza yakın bir espri yaparak, Fransız kadın parlamenterin “Türkiye’ye de Fransız kaldığını” söyledi. Kuşkusuz, Başbakan’ın Avrupa değerler sistemi ve Avrupa’nın kurumsal ittifakları karşısındaki genel tutumu konusunda çok şey söylenebilir ama sözlerinin altmetninde Fransa’ya, özelde de Sarkozy’ye öfke okumak da pekâlâ mümkün.
Biz bugün bu öfkenin geriplanına farklı bir perspektiften bakacağız. Taraf ’ın elindeki on bir bin WikiLeaks belgesi, “üçüncü ülkeleri” ilgilendiren çok sayıda telgrafı da kapsıyor. Bunlar arasındaki “Paris kriptoları,” yani ABD’nin Fransa’daki diplomatlarının Washington’a yazdığı telgraflar, Sarkozy’nin Türkiye’ye bakışını incelemesi açısından özellikle dikkat çekici. Ayrıca diğer Avrupa başkentlerindeki ABD’li diplomatların yazdıkları arasında da, Türkiye-AB ilişkisini ve özelde de Türkiye-Sarkozy gerilimini doğrudan ilgilendiren telgraflar var ve hepsi de ABD’nin Sarkozy’yi Türkiye lehine etkileme çabasını yansıtıyor. İşte Amerikan aynasında Sarkozy’nin Türkiye kompleksi...
Mösyö siftahı yaptı, beş acil mesele var
Tarih 10 Mayıs 2007. ABD’nin Paris Büyükelçisi Craig Stapleton, ABD Dışişleri ve Savunma Bakanları ile Beyaz Ev’deki Ulusal Güvenlik Konseyi’ne yazdığı “KİŞİYE ÖZEL” telgrafa uzun bir başlık atmış: “Yeni Fransız Hükümetiyle Dış Politikayı Ele Almak: Beş Acil Mesele.” Uluslararası ilişkiler perspektifinden kaleme alınan ve kapsamlı bir Sarkozy analizi içeren telgrafın girişindeki “ÖZET” bölümü epey uzun. Sarkozy’nin işbaşına geldiği günlerdeki Amerikan bakışını derli toplu yansıtan bu bölümü aynen aktarıyoruz:
6 mayısta tamamlanan cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasında dış politika ihmal edilebilir bir rol oynadı ve Sarkozy, daha önce İçişleri ve Maliye Bakanı olarak görev yapmış olmasına rağmen, dışişleri konusunda nispeten az tecrübe sahibi. Bununla birlikte, Sarkozy’nin öyle bir kişiliği var ki 6-8 haziranda yapılacak G8 ve 21-22 hazirandaki Avrupa zirvelerinde, tam bir katılımcı olarak sahnede yerini almak isteyecektir. İçten gelen bir biçimde Amerikan ve İsrail yanlısı olan Sarkozy, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine kesinlikle karşı. Dışişlerine yaklaşımının, insan haklarına vurgu bakımından Chirac’ınkinden farklı olacağını vaat etti ve üç acil önceliğini Avrupa, Afrika ve ABD olarak tanımladı. Bunu söylemekle birlikte, dış politikanın Beşinci Cumhuriyet boyunca parti tercihlerine göre değişmeyen bir konsensüs halinde destek görmüş olduğunu yansıtacak şekilde, genel bir süreklilik esas olacaktır. Avrupa konusunda hedefi, hâlihazırdaki kurumsal krizi aşarak, Avrupa’nın entegrasyonuna yeni bir ivme kazandırmak ve AB’yi dünya sahnesinde büyük bir oyuncu yapmak. Afrika konusunda, Sarkozy, göçmenlik meselesini düzene sokmaya yönelik olarak (bu iç politika gündemi açısından önemli) kalkınma yardımının (yoksul Afrika ülkelerine yönelik yardımın) arttırılmasından yana ve Darfur konusunda harekete geçilmesi için defaatle çağrıda bulundu. Avrupa’nın Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yla kurumsal bağını oluşturacak şekilde, Türkiye’yi ve İsrail’i de içine alacak bir “Akdeniz Birliği” için de çağrı yaptı. ABD ile, yenilenmiş güvene ve dürüst görüş ayrılıklarına imkân bırakan bir itimada dayalı bir ilişki istiyor; en son, ABD ile arasındaki başlıca politika farkı olarak küresel iklim değişikliğine işaret etmişti.
Dışişleri Bakan Yardımcısı’nın (ABD’nin o dönemki Dışişleri Bakan Yardımcısı John Negroponte kastediliyor) 16 mayısta Paris’te yapacağı görüşmeler, cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan Sarkozy’nin göreve başladığı ilk güne denk düşecek ( Sarkozy bu nedenle görüşmek için müsait olmayacak.) Dışişleri Bakan Yardımcısı, ABD-Fransa ilişkilerinin geliştirilmesi imkânını memnuniyetle karşılamanın yanı sıra, bu ziyareti ABD’nin dış politika kaygıları açısından anahtar nitelikteki beş konuda mesaj göndermek için kullanabilir. Sarkozy’nin İran’a karşı sert bir çizgi izleme niyetini memnuniyetle karşılayabiliriz ama aynı zamanda ona Afganistan’daki çıkarlarımızın ve Fransa’nın önemli bir ortak olarak orada kalmaya devam etmesinin önemini vurgulamalıyız. Irak konusunda, ufukta ABD’nin geri çekilmesi varken, Sarkozy’nin de iğneleyici söylemi terketmesini bekleyebiliriz ama Başkan’a (George W. Bush kastediliyor) “ABD’nin Irak’tan çıkmasına yardımcı olmak istediğini” söylediğine göre, bu konuda -–dost Arap hükümetleriyle Fransa’nın aktif ilişkiye girmesi gibi– spesifik ve sembolik bir teklifte bulunarak, Fransa’yı bizim oradaki çabalarımızla ilişkilendirmesi için baskı yapmalıyız. Sarkozy’yi, ABD’nin güçlü bir Avrupa hedefine olan güçlü desteği konusunda temin ederken, Türkiye’nin AB’ye katılım müzakerelerinin devam etmesine verdiğimiz önemi vurgulamamız gerekiyor. Son olarak, Kosova meselesi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin önüne gelirken, Rusya’ya karşı birleşik bir cephenin önemini vurgulamalıyız.
ABD’nin Paris Büyükelçisi’nin Sarkozy’nin dış politikasına ilişkin ilk telgrafının daha üçüncü cümlesinin Türkiye ile ilgili olması ve Washington’ın Sarkozy’ye vereceği beş acil mesaj arasında Türkiye’nin AB’ye üyelik perspektifine destek bildiriminin de sayılması dikkat çekici.
Irak kavgası bitti, sıra Türkiye kavgasında...
Bu vurgular tesadüfi değil, zira aynı telgrafın devamında, yeni cumhurbaşkanının ABD ile kuracağı ilişkinin, selefi Jacques Chirac’ın döneminden nasıl farklılaşabileceği üzerinde durulurken, şu yorum yapılıyor:
Esasen Sarkozy, ABD ile Fransa arasındaki “farklılıkların” odağını, Irak ve İsrail-Filistin ilişkisinden, iklim değişimi ve Türkiye’nin AB üyeliği konularına kaydırdı bile.
Aynı telgrafın “Acil Mesajlar: İran, Irak, Afganistan, AB-Türkiye, Kosova-Rusya” başlıklı bölümünde ise, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı’nın Paris’teki temaslarında Sarkozy’nin yardımcılarına iletmesi gereken öncelikli mesajların bu beş konu olduğu anlatılıyor. “AB/TÜRKİYE” başlıklı bölüm şöyle:
ABD’nin çıkarının, enerjisini yeniden toplamış bir Avrupa’dan yana olduğu yönündeki genel mesajımızın bir parçası olarak, Fransa’yı kamuoyu önünde ve özel görüşmelerde, Avrupa’da hakkı olan konumu yeniden üstlenmesi için teşvik etmeliyiz. (...) Fransa’nın eski eğitim bakanlarından, siyasi yorumcu ve Sarkozy’nin yakın arkadaşı Luc Ferry, Sarkozy’nin Türkiye’nin AB üyeliğine olan muhalefetini değiştirmeye çalışmamız için bize ısrarcı oldu. Sarkozy’nin kendisini, Türkiye’nin üyeliğine muhalefet yapmakla siyaseten özdeşleştirdiği düşünülünce, bu konudaki inancının değişmesi imkânsız görünse bile, onu seçim sonrası söylemini yumuşatmaya, katılım müzakerelerinin devam etmesine imkân tanımaya ve en azından bu aşamada kapıyı dramatik biçimde ve tamamen kapatmamaya ikna etmeye çalışmalıyız.
Tony Blair, Türkiye için Paris’i sıkıştırmış
ABD’nin Paris Büyükelçisi Craig Stapleton’ın yukarıdaki telgrafından beş gün sonra, 15 Mayıs 2007’de, bu kez ABD’nin Paris’teki Siyasi Müsteşarı Josiah Rosenblatt “Blair-Sarkozy görüşmesinden Birleşik Krallık Notları” başlıklı bir kripto yazdı. Sarkozy, 11 Mayıs’ta Britanya Başbakanı Tony Blair’le görüşmüştü ve Amerikalı diplomatlar, Britanyalı meslektaşlarıyla temasa geçerek, görüşmenin notlarını almışlardı.
Bu notları aktaran telgrafın giriş bölümünde, Avrupa Birliği Anayasası ardından ilk ele alınan konu, Türkiye... “Türkiye konusunda,” diye yazıyor Amerikalı diplomat, “Blair, Türkiye’nin katılım müakerelerinin kesintiye uğratılmamasının önemini vurgulamış; Sarkozy ise niyetini açıkça belli etmemiş.” Aynı bölümde, Britanya’nın, Sarkozy’nin Akdeniz Birliği önerisine, “Fransa’nın Türkiye sorunuyla başa çıkmak için bulduğu bir yol” gözüyle baktığı da kayda geçirilmiş.
Telgrafın devamında, “Birleşik Krallığın Dört Kaygısı; Bunlardan Üçünde Sarkozy Yakın Görüşte” başlıklı bölümde ise, Londra hükümetinin Avrupa Birliği’nin nispeten daha gevşek bir kurumsal yapılanma olarak yoluna devam etmesinden yana çeşitli görüşlerine, Sarkozy’nin pek de soğuk bakmadığı anlatılıyor. Bu bölümde “TÜRKİYE: EN ÇETİN CEVİZ” başlıklı bir paragraf da var. Aynen aktarıyoruz:
Türkiye konusunda, Hitchens (Britanya’nın Paris Büyükelçiliği Başmüsteşarı) bize, Blair’in pozisyonunun Türkiye’nin katılım müzakerelerinin kesintiye uğramadan devam etmesi olduğunu, zira Birleşik Krallık’ın müzakerelerin kendisini de başlıbaşına değerli saydığını söyledi. Hitchens, Sarkozy’nin Türkiye’nin üyeliğine karşı keskin bir muhalif olduğunu ve (Blair’le görüşmesinde de) bunu hiç vakit geçirmeksizin açıkça belirttiğini söyledi. Hitchens, Birleşik Krallık olarak, Sarkozy’nin 26 haziranda (Türkiye ile) yeni müzakere fasılları açılması konusunda sorun çıkarmakta siyasi bir çıkar görmeyeceğini ve eğer bunu yaparsa da, etkisinin Brüksel’e yansımayıp sadece Paris’le sınırlı kalacağını umduklarını söyledi. Sarkozy’nin Akdeniz Birliği fikrinin (Türkiye konusunda) görüntüyü kurtaran bir çıkış yolu olup olmadığı sorulduğunda, Hitchens, aksi yöndeki iddialar ne olursa olsun, bu inisiyatifin hedefinde öncelikle Türkiye’nin olduğunu teyit etti. Bir konuda güçlü bir tavır alırken, bir yandan da aynı anda bir çıkış kapısı bırakmanın Sarkozy için tipik bir durum olduğunu da sözlerine ekledi. Hitchens, Fransa’nın Akdeniz’le ilgilenmeyi, Almanya’nın Doğu Avrupa’yla olan bağlarını dengelemenin de bir yolu olarak gördüğü konusunda bizimle aynı görüşteydi.
Başkan Bush da aynı mesajı tekrarlıyor
Britanya hükümeti ile Cumhurbaşkanı Sarkozy arasındaki bu ilk temastan sonra, sıra ABD Başkanı’ndaydı. Fransa’nın Paris’teki Maslahatgüzarı Thomas J. White 18 Mayıs 2007’de, Sarkozy ile Bush arasında 6 haziranda gerçekleşecek olan ilk görüşme öncesinde (bu, bakanlar düzeyinde ilk temas olacaktı ama Sarkozy, 12 Eylül 2006’da İçişleri Bakanı’yken, Bush’la kısa bir görüşme yapmıştı), ABD Başkanı’nın vermesi gereken mesajlar konusunda bir kripto yazdı. Bu kriptonun Türkiye konusuna ayrılan en son paragrafı şöyleydi:
Son olarak, Sarkozy’nin Türkiye’nin AB üyeliğine karşı tutumu biliniyor ve muhtemelen de değişmeyecek: Bu, onu tanımlayan az sayıdaki dış politika konularından biri. Sarkozy, bizim Türkiye’nin AB’ye katılmasını sağlama konusundaki stratejik gerekçelerimizi dinledi ama Türkiye’yi dışta tutmanın bedeli ne olursa olsun, 70 milyon Müslümanı Avrupa’ya sokmaya ve böylece Avrupa’nın kimliğini daha da sulandırmaya ve Fransa’nın kendi hassas göçmenlik meselesini daha da şiddetlendirmeye karşı çıkıyor (bu konudaki argümanını “Türkiye, Küçük Asya’dadır, Avrupa’da değil” diye ifade etse bile). Başkan (Bush), bunun sadece AB tarafından karara bağlanacak bir konu olduğunu kaydetmekle birlikte, yine de Sarkozy’yi erken ya da dramatik bir şekilde kapıyı kapatmamaya ikna etmeye çalışmalı; zira bu aşamada bir karar vermemek, Türkiye’nin kendi iç reformlarının kesintiye uğramadan devamı açısından vazgeçilmez önem taşıyan katılım müzakerelerinin sürmesine imkân verecektir.
Şimdi de ABD’nin Paris Büyükelçisi Craig Stapleton’ın 22 Mayıs 2007 tarihli kriptosuna bakalım. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Negroponte’nin 15 mayısta Sarkozy’nin diplomasi başdanışmanı ve Fransa’nın eski Washington Büyükelçisi Jean David Lavitte ile yaptığı görüşmenin dökümünü aktaran bu kriptoda da yine Türkiye vurguları ön planda.
Telgrafa göre, Levitte (ki kendisi, Sarkozy’nin danışmanı olmadan önce, Türkiye’nin AB üyeliğine destek veren bir diplomattı) Amerikalı muhatabına, Sarkozy’nın Türkiye’yi AB’de görmek istemediğini söylemiş. Telgrafın “AB, TÜRKİYE, RUSYA” başlıklı bölümünde şu ifadeler var:
Dışişleri Bakan Yardımcısı, ABD’nin Türkiye’nin eninde sonunda AB’ye üye olmasına verdiği desteğin stratejik nedenlerini aktardıktan sonra, Sarkozy’nin Türkiye’ye muhalefetiyle ilgili soru sordu. Levitte, Sarkozy’nin Türkiye konusundaki görüşlerini değiştirmenin çok zor olacağını belirtti. Dışişleri Bakan Yardımcısı (Negroponte) ise, bu konuda farklı fikirlere açık davranmaları ve en azından kapıyı tamamen kapatmamaları için Fransızlara ısrarcı oldu.
Sarkozy, Erdoğan’dan korkmuyor ama...
ABD’nin Sarkozy yönetimine Türkiye konusunda aynı mesajı birçok koldan verdiğini kanıtlayan bir başka telgraf ise, 3 Temmuz 2007 tarihli. ABD’nin Paris Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarı Josiah Rosenblatt, Demokratik Partili ABD Kongre Üyesi ve Temsilciler Meclisi’ndeki Türkiye Dostluk Grubu’nun yöneticilerinden Robert Wexler ve heyetinin Paris’teki temaslarını aktarmış. Wexler’ın danışmanlarının 7 temmuzda Fransa Dışişleri Bakanlığı’nda yaptıkları görüşmenin ana konusu Türkiye. Fransız diplomatlar, Sarkozy’nin Türkiye’yi AB’de görmek istemediğini, buna karşın Türkiye ile iyi ilişkiler sürdürmekten yana olduğunu ve Ankara’nın da Sarkozy’nin muhalefetini anlayarak, buna saygı duyduğunu iddia ediyorlar. Tartışma esnasında, Fransız diplomatların, Türkiye ile katılım müzakerelerindeki 35 fasıldan bazılarının açılmasına karşı çıktıkları, ancak sorunca, karşı çıktıkları fasılların hangileri olduğunu tam bilmediklerinin anlaşıldığı da, Amerikalı diplomat Rosenblatt tarafından alaylı bir dille not edilmiş.
Türkiye’ye ve ayrıca Kıbrıs’taki duruma ilişkin kapsamlı bir diplomatik diyalog içeren bu uzun telgrafın orijinal metnini Taraf’ ın internet sitesinde bulabilirsiniz. Biz buraya sadece, Fransa’nın o günkü Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner’in Avrupa İşleri’nden sorumlu sağ kolu Jean Louis Falconi’nin Türkiye konusunda Amerikalılara anlattıklarından bir bölüm alıyoruz:
(Toplantıya geç gelen) Falconi, Fransa’nın Türkiye’ye “özel bir durum” olarak baktığını da ilave etti. Sarkozy’nin Türkiye’nin AB üyeliğini reddetmesinin Türkiye’den ya da Erdoğan’dan korkmasından değil, AB kimliğini ilgilendiren daha genel meselelerden kaynaklandığı hususunda ısrar etti. Fransa’nın, Türkiye’nin (üyeliğinin kesinkes reddedilmesi halinde) bir ölyçüde farklı politikalar izleyebileceğini anladığını söyledi, Carne (toplantıya katılan Fransız diplomatlardan biri) ise, Türkiye için Ortadoğu ile Batı arasında bir “üçüncü yol” bulunmadığını buna ekledi. Türkiye’nin Hamas ya da Suriye ya da İran’la ittifak kurması bir çıkar yol olmayacaktı. (...) Falconi, AB’nin bir siyasi proje olduğunu hiçbir zaman unutmamanın önem taşıdığını söyledi; (Ankara’ya) verilen sözler ne olursa olsun, Türkiye’nin üyeliği potansiyel olarak bunun(bir siyasi proje olarak Avrupa’nın) sorgulanmasına ve geçmişte hiç sorulmayan soruların sorulmasına yol açabilirdi. AB’nin “kararlardan” ziyade “verilmemiş kararlar” ile ilerlemeye dayalı bir tarihi olduğunu, oysa Sarkozy’nin şimdi bütün meseleleri masaya koymaktan yana çıktığını söyledi. AB’nin sınırlarını tartışmak üzere çalışma grubunun Türkiye’nin üyeliğine kapıyı tamamen kapatmayacağını, zira Fransa’nın hâlâ konuşmaktan yana olduğunu savundu.
Rehn: Bu işin sonu imtiyazlı ortaklık
Son olarak, 20 Temmuz 2007’de ABD’nin Helsinki Büyükelçiliği’nin Washington’a gönderdiği telgrafa bakacağız. Büyükelçilik Siyasi Müsteşarı Gregory Thome’un kaleme aldığı telgraf, ABD’nin Helsinki Büyükelçisi Marilyn Ware’in AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn’le yaptığı bir görüşmeyi anlatıyor. Türkiye ağırlıklı geçtiği anlaşılan görüşme, telgrafın “Türkiye’yi İdare Etmek... Sarkozy’yi İdare Etmek” başlıklı bölümünde şöyle özetlenmiş:
Rehn, 22 temmuz genel seçimlerinin Türkiye’nin sıkıntılı AB’ye katılım sürecinde “öngörülemeyen” bir etki yapabileceğini söyledi. AKP, reformların devam etmesini sağlamak için en iyi seçenekti ve tek parti hükümetleri –koalisyon hükümetlerine kıyasla– hem reformlar hem de iç politika beklentilerini yönetmek açısından en iyi sicile sahiptiler. Türkiye’de hızla artan genç oyların bölünmüş olmasının ise can sıkıcı bir olgu olduğunu ve(muhtemelen, gençleri peşinden sürüklemek anlamında) net olarak ortaya çıkmış bir lider bulunmadığını da ilave etti.
Rehn, AB’nin rolünden söz ederken de –Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin aksini söyleyen açık mesajlarına rağmen— Türkiye’nin katılım süreciyle ilgili olarak hâlihazırda yürürlükte bulunan AB Konseyi onaylı politikaların değişmeyeceğini söyledi. Bunu söylemekle birlikte, Sarkozy, Fransız seçmenlere Türkiye’nin katılım sürecini yavaşlatacağına, hatta durduracağına söz vermişti ve “onun bu sözü yerine getirme konusundaki kararlılığını hiçkimse azımsamamalıydı.” Rehn muhtemel bir çözüm ortaya attı: AB’nin, eninde sonunda, Sarkozy’nin Fransız toplumuna “İmtiyazlı ortaklık konusunu AB’nin tartışma gündemine soktum” demesine imkân verecek kararlar alması gerekebilecekti. Aynı zamanda, Türklerin istikametlerini değiştirmeden ilerlemeye devam etmeleri halinde, AB konusundaki uzun vadeli hedeflerini hâlâ kontrol edebileceklerini söylemelerine imkân verecek ifadeler de bu kararların metninde olmalıydı. “Bu pek zarif değil” dedi Rehn, “ama AB böyle işliyor.”