Gündem

Türkiye'nin polisin yetkilerini artırırken AB'deki uygulamaları örnek aldığı doğru mu?

İnsan Hakları İzleme Örgütü temsilcisi Emma Sinclair-Webb, tartışmalı iç güvenlik paketini masaya yatırdı

14 Şubat 2015 17:22

 

Emma Sinclair-Webb

(Hürriyet Daily News - 14 Şubat 2015)

Türkiye hükümetinin polise verilen yetkileri artırmaya yönelik planları hem yurt içinde, hem de yurt dışında eleştiriliyor. Hükümet yeni iç güvenlik kanun tasarısının, Türkiye polisine AB ülkelerindeki muadillerinin sahip olduklarıyla aynı yetkileri verdiğini, daha fazlasını vermediğini iddia ediyor. Ancak gerçek o ki, polise verilmesi düşünülen yeni yetkiler, Türkiye vatandaşlarının devlet kaynaklı hak ihlallerine maruz kalma riskini artırabilecek nitelikte.

Muhalefet partilerinin tamamı ve bir çok baro ve insan hakları grubu, polisin yetkilerinin, TBMM'ye önümüzdeki hafta getirilecek yeni iç güvenlik yasa tasarısında önerildiği şekliyle artırılmasına karşı bayrak açmış durumdalar. Dahası, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri de kaygı belirten açıklamalar yaptılar. 

İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün tasarıya ilişkin birden fazla kaygısı var: Bu tasarı ilk olarak polislere, göstericilere karşı ölümcül güç kullanabilmeleri ve kamu düzenine tehdit oluşturduğunu düşündükleri kişileri gözaltına alabilmeleri için, yargı denetimine tabi olmaksızın kullanabilecekleri yeni yetkiler veriyor. Tasarı, ikinci olarak, şiddet eylemlerine veya "propaganda" gösterilerine katıldığı tespit edilen kişilere verilen cezaları artırıyor ki, bunun muhtemel sonucu daha çok sayıda protestocunun tutuklu olarak yargılanması olacaktır. Tasarı, son olarak, hükümetin emri altında görev yapan valilere ve kaymakamlara, yargı erkinin onayını veya iznini devre dışı bırakarak, emniyet güçlerine doğrudan gözaltı yapma talimatı verme yetkisi tanıyor.

Başbakan Ahmet Davutoğlu bizim bu kaygılarımıza katılmıyor. Davutoğlu, 10 Şubat'ta Meclis'te yapılan grup toplantısındaki konuşmasında "iç güvenlik paketinde tek bir madde gösterin ki AB standartlarında olmasın" dedi. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da, tasarının getirdiği yeni yetkileri savunmak için Fransa, Almanya, Britanya ve Hollanda'da da benzer yasaların bulunduğunu ileri sürdü.

Peki, AB üyesi ülkelerde gerçekten benzer yasalar var mı ve bu tasarıda yer alan unsurlarla bu ülkelerin hukuk düzenlerinden seçilmiş değişik örnekler arasında böylesi bir kıyaslama yapmak mümkün mü? İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün AB üyesi önemli bir ülkenin bir diplomatından öğrendiğine göre, Türkiye'nin İç İşleri Bakanlığı geçtiğimiz Kasım ayında kendi ülkelerinde polise tanınan yetkileri sormuş ve AB'den gelebilecek eleştirilerin önünü kesmek amacıyla onların yasalarında bulunan bazı unsurları cımbızlayarak almış. Örneğin, İngiliz polisinin insanları kendi inisiyatifi ile gözaltına alma yetkisi gerçekten de var ve Alman yasaları göstericilerin kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini örtmelerini bir suç olarak tanımlıyor ki  Türkiye'nin yeni tasarısı bu iki unsura da yer veriyor.

Ancak, AB üyesi ülkelerin her birinde polise verilen münferit yetkilerin cımbızlanması yoluyla bir kıyaslama yapılması, bilinçli bir yanıltma kastı taşıyor. Amaç ağaçları göstererek, ormanı görmezden geleceğinizi ummak. Başbakan Ahmet Davutoğlu ve Adalet Bakanı Bekir Bozdağ'ın değinmekten kaçındığı konu, Türkiye'de kamu düzenini korumak için yürütülen polis faaliyetlerinin bugünkü durumu. Barışçı gösterilerin polisler tarafından şiddetle ve hukuksuz olarak dağıtıldığı, şiddet eylemlerine karışmamış barışçı göstericilerin gözaltına alındığı ve yargılandığı sayısız vaka hakkında düşünce belirtmiyorlar. Türkiye'de, yerleşikleşmiş görev suistimalleri, kötü muamele ve işkence nedeniyle, bir kaç istisna dışında polislerden yıllardır hesap sormayan siyasi otoritelerin ve mahkemelerin kötü sicili hakkında düşünce belirtmiyorlar.

Bu gerçek bağlam göz önüne alındığında, Türkiye'de polise verilen ateşli silah kullanma yetkisinin artırılmasının daha çok sayıda vatandaşın ölümü anlamına geleceği, kuvvetli bir ihtimal değilse bile önemli bir risktir. Geçmişteki uygulamalar, haksız güç kullanımından kaynaklanacak bu tür ölümlerin büyük ölçüde cezasız kalabileceğine de işaret ediyor. Dahası, Türkiye'de geçmişte gözlemlenmiş uygulamalar düşünüldüğünde, polise, yargı erkinin onayı olmaksızın, kendi insiyatifi ile kitlesel gözaltılar yapma yetkisinin verilmesi, gözaltında kötü muamele vakalarının ve hatta insanların keyfi olarak gözaltına alındığı ve kimseyle görüştürülmediği veya gözaltında kaybedildiği vakaların artması ve sıradanlaşması  anlamına da gelebilir. Hükümetin kendisinden farklı düşünenlere geçmişte göstermiş olduğu tahammülsüzlük düşünüldüğünde bu son derece sevimsiz bir ihtimaldir. Ve Türkiye'yi polis tarafından yapılan hak ihlallerinin sıradanlaştığı, eski kötü günlere geri döndürme riskini taşır.

Adalet Bakanı Bozdağ ve İçişleri Bakanı Efkan Ala, kendilerini AB üyesi ülkelerin hukuk düzenlerinden cımbızla ayıkladıkları bu tür yeni yetkilerle donatmak yerine, Avrupa Konseyi Bakanlar komitesinin Türkiye'de polis yetkilerinin ve toplanma özgürlüğünün kullanımı ile ilgili olarak dile getirdiği kaygıları ele almak için işbirliği yapsalar daha iyi olur.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 2006'dan bu yana, Türkiye'yi, toplanma özgürlüğünü ihlal ettiği ve işkence ve kötü muamele faillerini cezasız bıraktığı için 45 kadar davada suçlu buldu (ki bunlar "Ataman v. Turkey" dava grubu olarak bilinmektedir) ve Türkiye'yi polislik faaliyetlerine ve hesap verebilirlik ilkesinin işlememesine ilişkin ayrıtılandırılmış bir dizi kaygıyı ele alması için acil adımlar atmaya davet etti. Avrupa Konseyi Bakanlar komitesi, Türkiye'nin bu kaygıları ele almakta kaydettiği ilerlemeyi tartışmak üzere, Mart ayında toplanacak.

Türkiye'nin, polise bir dizi yeni ve kontrolsuz yetki vererek, Avrupa Konseyini, sayısız AİHM kararında tespit edilen sistematik hak ihlallerini ciddiyetle ele aldığı konusunda ikna etmesi pek de mümkün görülmüyor. 

.. 

Emma Sinclair-Webb, İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün (Human Rights Watch) kıdemli araştırmacısıdır