Gündem

Türkiye'nin miladı 2002 Kasım değil

Soli Özel, Atatürk liderliğindeki Genç Cumhuriyet'in dış politikadaki başarısını yazdı.

10 Kasım 2010 02:00

T24- Soli Özel, Atatürk'ün ölümünün 72. yıldönümünde iki dünya savaşı arasında "Genç Cumhuriyet'in Avrupa ülkelerine kıyasla saldırgan, intikamcı olmayan dış politikasında Atatürk'ün  yaratıcılığı ve gerçekçi siyaseti"ni yazdı.

Soli Özel'in Habertürk gazetesinde yayımlanan (10 Kasım 2010) yazısı şöyle:


Atatürk'ün Dış Politikası


Bir devlet kurmak zor iştir. Türkiye gibi İmparatorluk bakiyesi, dolayısıyla devlet geleneğine sahip bir ülkede dahi modern bir devlet inşası kolay değildir. Üstelik modern çağlarda devletin ulusal kimliği nedeniyle birbirileriyle ortak paydaları az, farklı gruplardan, halklardan bir millet de yaratmak gerekir. Bu hedefleri geçekleştirmek zordur.
Süreçler acılı, sancılı ve uzundur. Hatalar yapılır, ağır bedeller ödemek gerekir ve ödenir. Mesele projeyi zaman içinde dondurmamak, değişen koşullara uygun şekilde dönüştürebilmektir.


Bir devlet kurucusu olarak Mustafa Kemal 20. yüzyıl tarihi içinde önde gelen bir yere sahiptir. Bugünden geriye dönüp bakıldığında eleştirilecek çok yanı bulunsa da onun ve arkadaşlarının projesi, döneminin koşulları içinde başarılı bir projedir. Pek çok Avrupa devletinin aksine genç Cumhuriyet saldırgan, intikamcı olmamıştır.

1930'ların Avrupa'sında ya da dünyasında genç Türkiye Cumhuriyeti'ni neden demokratik değildi diye sorgulamak kanımca çok anlamlı değildir. Ne ülkenin ekonomik/toplumsal yapısı ne de uluslararası sistemin o günkü dinamikleri böyle bir açılıma uygundur. Burada da asıl mesele 1930'ların devlet ve yönetim modeline artık toplumsal yapı köklü bir şekilde dönüştükten sonra takılıp kalmamayı becermektir.


Atatürk'ün liderliğini yaptığı Cumhuriyet iki savaş arasının belirsiz yapılanması içinde dış politika çizgisini çizmek, yolunu bulmak zorundaydı. Bugün, belirsizliklerle dolu dünya sistemi içinde girişimciliği ve yaratıcılığı ile öne çıkan Türkiye o dönemde de yabana atılamayacak bir girişimcilik sergiliyordu. Son yılların en berbat eğilimi olan, tüm tarihi 2002 Kasım'ından başlatma merakı nedeniyle bunlara dikkat çekmek pek moda değil ama tarihi değiştirmek de mümkün değil.


Atatürk Türkiye'si Avrupa merkezli uluslarararası sistemde pasif bir izleyici değildir. Gelişmeleri gayet yakından takip eden, gerektiği zaman inisiyatif alabilen, hayli de etkili bir dış politkaya sahiptir. Atatürk'ün, "çılgın Türkler" edebiyatı nedeniyle doğru değerlendirilmeyen belki de en önemli özelliği son derece gerçekçi bir siyasetçi oluşudur.

Bu gerçekçilik içinde 1930'lardaki Avrupa dengelerini izlemiş, siyasetini ona göre belirlemiştir. Bu nedenle de Avrupa'daki büyük devletler Türkiye'yi yanlarında görmek istemişlerdir.


Dilek Barlas ve Serhat Güvenç'in gelecek yıl yayınlanacak, iki savaş arasında Türkiye'nin Akdeniz politikasını tahlil eden kitaplarında yazdıkları gibi, "Türk dış politikası ne içe kapanmacıdır ne de iki savaş arasındaki stratejisi yalnızca dengelemeye yaslanmıştır...(uluslararası) statükoya bağlı olan Türk diplomasisi giderek daha aktif hale gelmiş ve dengelemekten çok köprü kurmaya odaklanmıştır." Türk dış politikası uluslararası sistem içindeki tüm aktörlerin eşitliği ilkesine sıkı sıkıya bağlı kalarak hareket etmeye çalışmıştır.


İtalya'nın Akdeniz'deki yayılmacı eğilimleri karşısında sıkı durulmuş Balkanlar ve Karadeniz'i de içeren bir Akdeniz tanımlamasıyla dış politika oluşturulmuştur. Gene Barlas ve Güvenç'e göre 1930'ların ilk yarısında Balkanlar'daki girişimlerin başarısı sayesinde Türkiye Akdeniz'e dönmüştür. Bir "orta boy güç olarak yükselen profilini Akdeniz'e de yansıtmış, bu şekilde Avrupa'nın barış ve istikrarını koruyabilmek amacıyla çok taraflı düzenlemelerden yana olmuştur."

Ölümüne yakın Atatürk'ün Nazi Almanya'sına değil ayakta kalabilmiş ender demokrasilerden birisi olan İngiltere'ye yakınlaşmak istemesi de dünya sistemi içindeki tercihlerinin bence bir yansımasıdır.


Cumhuriyet'in ilk döneminin uluslararası sistem içindeki başarısı, Atatürk'ün dış politikada maceracılığa kapalı oluşu, diplomasiye olan bağlılığı ve yaratıcılığının sonucudur.