Gündem

Türkiye'nin garip kavgası

Önümüzdeki seçimlerin tercihleri bu noktada yeni siyasetin ne olacağına karar verecek nitelikte. Ya hayallere ve kavgalara devam ya da çözüm

30 Mart 2015 00:50

Ahmet Erdi Öztürk * 

Türkiye hatırı sayılır bir süredir oldukça yoğun bir gündemle boğuşuyor. Protestolar, yolsuzluk iddiaları, olağan üstü hal yasalarını aratacak güvenlik paketleri, polis soruşturmaları ve seçimler bu yoğunluğun içerisinde göze diğerlerinden daha çok çarpan gündem maddelerinden sadece bir kaçı. Her ne kadar, birçok kişi Ağustos ayında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra gündemin yoğunluğunun azalacağını düşünmüş olsalar da, yoğunluk hız kesmeden devam ediyor. Dahası, düzelmesi umut edilen, basın ve ifade özgürlüğü, kadın cinayeti meselesi, iş kazaları ve yolsuzluk konularında ise ne atılan olumlu bir adım var ne de herhangi bir gelişme. Bütün bu yoğun ve yorucu gündem karmaşasının bulanıklığına ilave olarak geçtiğimiz günlerde birbiriyle dolaylı yoldan bağlatısı olan gelişme de yaşandı. Bunlardan ilki, Barış Süreci ile alakalı olarak gelişti. Hadisenin ortasında Cumhurbaşkan’ı Erdoğan’ın bulunduğu ve onun karşısında birçok kabine üyesinin yer aldığı, kakofonik söylemlerle ortalık bulandı. Hoş, buna benzer bir durumu yasalarla özerkliği belirlenmiş Merkez Bankası olayında da yaşanmış, Saray ile kabinenin görüş ayrılıkları yüksek sesle yankılanmıştı. Diğer bir olay ise, hiç kuşkusuz hem banalliğin hem kimi hukuksuzluk iddialarının ortaya atıldığı Bülent Arınç ve Melih Gökçek kavgası. Etrafta olup biten onca önemli olaya rağmen bu kavga her şeyin bir anda önüne geçti. Bu olayda da Saray ile hükümetin görüş ayrılığının olduğu ve kişilerinde taraflarını buna göre seçtikleri açık. Bütün bu kavgalar ise çözümden çok uzak. Yaşanan gelişmeler ilk başta reel siyasetin bir kavgası olarak görülse de olayın derinlerinde teorik bir sorunun olduğu da göze çarpıyor.

Herkesin çok uzun zamandan beri bildiği, Erdoğan’ın da her fırsatta tekrarladığı gibi, kafasında bir başkanlık sistemi var. Esas itibariyle kimsenin nasıl olduğunu, detaylarını bilmediği, gizemli, kimilerine göre de gizemli olduğu oranda ürkütücü bir sistem. Elbette herhangi bir kişinin kafasında bir sistem kurgulaması, bunu yasalar uyarınca konuşması ve tartışması, ifade ve fikir özgülüğünün sunduğu bir imkân. Dahası, bir siyasal öznenin gerekli hal ve durumlar oluştuğu takdirde sistemi değiştirmesi de çok tabi. Ancak, siyasal özne olmayan bir durumu varmışçasına kendisini, sürekli tekrarlamak suretiyle, inandırıyor ve buna göre davranıyorsa burada teorik sorun başlıyor demektir. Sloven düşünür Slavoj Zizek bu ve benzeri durumları “bilmediğini bilmeyip, olmayanı varmış sanmak” olarak tanımlıyor. Bu durumu yaşayan siyasal özne bir noktada kendi gelecek temayülü olan olana inanıyor ve bunu yaşamaya çalışıyor. Kanımca olaya bu şekilde bakınca Erdoğan’ın Anayasal sınırları zorlayarak, yetki alanının dışında uygulamalara imza atmasını ve dahası müdahil olmaması gereken konulara karışmasını bir nebze daha açıklanabilir yapabiliriz. Bu noktada Erdoğan olmayan bir sistemi gerçek kabul ederek davranmakta ve kendince doğruyu yapmaktadır. Buna karşın yaşanan tartışmaların kaotik olmasının en büyük nedeni de olmayan bir sistemin varmışçasına devletin en tepesi tarafından uygulanmaya çalışılması.

Bununla beraber, Türkiye’de uzunca bir zamandır parlamento işlevsiz konumda. Ne komisyonlarda verimli çalışmalar gerçekleşiyor, ne genel kurulda toplumun tamamının yararına olacak tartışmalar cereyan ediyor ne de hükümet belirli bir sosyal oydaşmanın sonucunda kararlar alıyor. Dahası, başta yolsuzluk ve patronaj dâhil olmak üzere hiçbir konuda da gerekli denetim sağlanamıyor. Bu noktada parlamenter sistemin işlevsiz olduğunu ve çalışmadığını söylemek doğru olacaktır. Kısacası büyük sistemde, hiç de azımsanmayacak ölçekte bir boşluk var. Aristotales’in dediği gibi hem siyasal hem de doğal durumlarda “doğa boşluktan nefret eder”. Bu noktada istemsiz bir şekilde, boş olan alan başka bir aktör tarafından doldurulmaya çalışılır.

İşte tam da yukarıda bahsi geçen iki konuyu aynı anda masanın üzerine koyduğumuz zaman, Türkiye’de son zamanlarda yaşanan tartışmaların günde güne kaos boyutundan daha da ileride olan katastrofiye yani çözülememe durumuna geçtiğini bir nebze de olsa anlamlı bir hale getirebiliriz. İşlemeyen bir parlamento ve ona bağlı olarak temel fonksiyonlarını verimli şekilde yerine getiremeyen bir hükümet var. Bu sistem de çok büyük bir boşluğu olduğunu işaret ediyor. İşte bu boşlukta Erdoğan’ın aslında olmayan ama yaşamaya çalıştığı Başkanlık sistemi ile doldurulmaya çalışılıyor ki bu pratik anlamda imkânsız. Bu noktada da iki alanın aktörleri boşluğa sahip olmak adına âmânız bir mücadeleye girişiyorlar. Sonuç olarak olmayan sistem, işlemeyen sistem ile kavgaya tutuşuyor ve iki alanın özneleri gerek etki alanlarını kaybetmemek, gerekse de reel siyasi karizmalarından bir şey kaybetmemek adına sertleşip yaşananları iyice çözülmez hale getiriyorlar. Esas itibariyle çatışmaları çözüme kavuşturması beklenen siyasetin bu noktada devreye girip arabulucu olması gerek. Buna karşın mevcut öznelerin kurgularıyla da bunu yapması pek mümkün değil. Önümüzdeki seçimlerin tercihleri bu noktada yeni siyasetin ne olacağına karar verecek nitelikte. Ya hayallere ve kavgalara devam ya da çözüm.

* Ljubljana Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü, Turkey Institute Araştırmacısı