Özel Dosya

Türkiye’de ‘Toplumsal Hassasiyetler’ ve Tophane Vakası

T24'ün yeni yazı dizisinde ilk bölüm: Tophane'de mahalle hayatı

28 Mayıs 2015 03:01

“... rahmetli başbakanın dediği gibi yoksa benim memurum işini bilir penceresinden bakalım. Veya bir düşünür derki herkes kendi sokağını süpürürse çöpçüye gerek kalmaz O ZAMAN BİZDE BİZDEN OLMAYAN BU PİSLİKLERİ TEMİZLEYELİM VE MAHALLEMİZ TEMİZ KALMAYA DEVAM ETSİN İNSANLIK BOZULMASIN VATANA HİZMET ETMİŞ OLURUZ DEĞİŞİME HAYIR” -- topane sevdalısı, Tophane Haber, 18.08.2010

 

“Sizin sanat anlayışınız sokaklarda sevişmekmi sizin sanat anlayışınız sokaklarda içki içip kadehleri yere atmakmı sizin sanat anlayışınız budur işte sizin sanat anlayışınız Türk insanımıza ailesine hakaret etmekmidir Yazıklar olsun sizin sanatınıza” -- Namım Nam, Tophane Haber, 27.09.2010

 

“bütün rumlar, italyan, fransızlar apar topar kaçtıktan sonra işgal edip yerleştiğiniz tophaneden tıpış tıpış defolup gideceksiniz insanlığın yüz karası tophane bitirimleri sizi. O bel bağladığınız, kumanyalarla yemek dağıtan akp yüzünüze bile bakmayacak siz giderken!!!!!”-- gassaray, Tophane Haber, 22.09.2010

 

“Bu kadar rahatsızsanız gidin o zaman? Yanınızda ki değişimden, dönüşümden hoşlanmıyorsanız köyünüze, kasabanıza daha rahat olacağınız ve herkesi tanıyabileceğiniz bir yere taşının. İstanbul gibi kosmopolit bir yerde yaşamanız mı gerekiyor illa? Siz gidin, bir de onu deneyin. Bizi öldürmenize gerek yoktu yani.” -- Can, Tophane Haber, 24.09.2010

Bir haber portalından yapılan bu alıntılar, 21 Eylül 2010 tarihinde Tophane’de sergi açılışında gerçekleşen saldırıyla ilgili yapılan yorumlardan birkaçı. Bir grup sanat galerisinin ortak sergi açılışı yaptıkları o gün, 50-70 kişilik bir grup, galerilere ve ziyaretçilere sopalar ve biber gazlarıyla saldırdı. Maddi hasarın yanında onlarca sanatçı ve ziyaretçi yaralandı. Saldırı birden Türkiye’nin gündemine oturdu, televizyonda ve yazılı basında hararetle tartışılmaya başlandı. Tartışmalar çoğu zaman “sanat mekânlarının temsil ettikleri yaşam tarzı” ve “mahallelilerin kadim değerleri” etrafında ördükleri hassasiyetler arasındaki gergin karşılaşmaya işaret ederken, kiraların görece ucuz olması nedeniyle Tophane’de mekân açan ve “mahallenin dönüşümünde rol oynayan sanat galerileri” ve “yerinden edilen mahalleli arasındaki” gerilime dikkat çekenler de oldu. Başka bir deyişle, modern-muhafazakâr, kapitalist-mağdur gibi ikilikler tartışmaların eksenini oluşturdu.

 

‘Modern-muhafazakâr,
kapitalist-mağdur' 
çatışması demek yeter mi?

 

Oysa, bu Tophane’de ilk tehdit veya saldırı değildi. Bir sene önce, 2009 yılında, 1 Mayıs eylemlerinde ve IMF’ye karşı protestolarda sokak başlarında elleri sopalı bir grup, polis müdahalesinden kurtulmak için mahalleye kaçan protestoculara saldırmıştı.

2010 yılının başında da, “biriken” grubunun yönettiği, bir meleğin kendini porno setindeki bir oyuncunun bedeninde bulmasını anlatan Yala ama Yutma adlı oyunun Kumbaracı 50 tiyatrosundaki gösterimleri, o dönemki Vakit gazetesinin (Bugünkü Yeni Akit’in öncülü olan İslamcı gazete) sanatçıları hedef göstermesi nedeniyle iptal edilmişti. 2013 Gezi eylemleri sırasında da Tophane, yine sopalı grupların şiddetine tanık oldu.

 

Hangi hassasiyetler makbul?

 

Ortada linç girişimi olarak adlandırılabilecek birçok şiddet hadisesi yaşanırken, meseleye sadece ‘modern-muhafazakâr’, ‘kapitalist-mağdur’ gibi ikilikler üzerinden bakmak bu şiddetin nasıl ortaya çıktığı ve desteklendiğine dair bize bir şey söylemiyordu.

Galeri saldırısı farklı veçheleriyle ilginç bir sosyal vakaydı ve daha derinlemesine araştırılmayı gerektiriyordu. Böyle bir araştırmanın, Türkiye’de her türlü tehdit, saldırı, linç faaliyetini meşrulaştırmak için kullanılan hassasiyetler söyleminin nasıl üretildiğini ve hangi çelişkilerin üzerini örttüğünü ve arkasındaki stratejik işbirliklerini gösteren iyi bir örnek olduğunu düşünüyorum. Bu araştırmanın amacı, bu hassasiyetlerin varlığını yadsımak değil, toplumda türlü türlü hassasiyetler varken hangi hassasiyetlerin iktidar tarafından daha makbul sayıldığını anlamaya çalışmak. 

Diğer önemli bir soru da “makbul sayılan hassasiyetlerin halkı temsil ettiği” söyleminin siyasi pratiklerde nasıl bir işlev üstlendiği. Bu hassasiyetlerin toplumu temsiliyeti hakkında neler söylenebilir? Hassasiyetler gereği şiddete bu kadar fütursuzca başvurmanın gerektirdiği cesaret ve örgütlenme kimler tarafından teşvik ediliyor? Şiddet girişimlerini hassasiyetler söylemi ekseninde tartışmak hangi güç odaklarının işine nasıl yarıyor?

Banu Karaca Red Thread dergisindeki yazısında bu soruyu şöyle cevaplıyor:

“... hislere bu şekilde sığınma, (...) haklar ve (...) sorumluluklar ile ilgili tartışmaların önünü keser ve farklı baskı ve –nihayetinde varılan nokta olan— şiddet türlerine karşı siyasi kayıtsızlığı meşrulaştırır.” 

Bu soruların eşliğinde hazırladığım yazı dizisinde, göründüğünden daha karmaşık ve katmanlı olaylara farklı açılardan yaklaşmaya ve böylece, hassasiyetler söyleminin toplumdaki mevcut güç ilişkilerini nasıl çarpıttığını ve gruplar arasındaki güç eşitsizliğini nasıl örttüğünü göstermeye çalışacağım. Önce Tophane’nin tarihine, sosyal, ekonomik ve kültürel yapısına yakından bakalım.

 

Kabadayılığın ‘Tophane’nin genetiği’ndeki yeri

 

Beyoğlu’ndan Karaköy’e inen Boğazkesen Caddesi’ni içine alarak Galata’ya doğru genişleyen Tophane semti sadece konumu itibariyle değil, bu konumun getirdiği sosyal ve ekonomik işlevler nedeniyle de günümüzde kritik bir öneme sahip. Beyoğlu’nun eğlence ve kültürel hayatının tam dibinde, Karaköy’de bir antrepodan dönüştürülen İstanbul Modern Müzesi’ne ve art arda açılan restaurantlar, kafeler ve barlarıyla hareketlenen Karaköy’e yakın. Ahmet Sezgin ve Levent Geçkalan’ın ex-change sergi kataloğundaki yazısında anlattıkları üzere; Osmanlı’nın en önemli askerî endüstriyel tesislerinden birinin mekânı olan Tophane, 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra, İstanbul dâhil olmak üzere Doğu Akdeniz kentlerinin Akdeniz ekonomisine katılması ve bu kentlerin limanlarının, rıhtımlarının ve liman arkası bölgelerinin yenilenmesi sürecinde büyük ve şiddetli değişimlere sahne oluyor. Liman bölgesi olması nedeniyle Tophane’de kozmopolit bir nüfus oluşuyor. Tophane askerî tesislerin modernleşmesi ve başka bölgelere taşınmasıyla endüstriyel üretim merkezi olma özelliğini yavaş yavaş kaybediyor. Osmanlı’dan Türkiye’ye en önemli dış ticaret limanlarından olan Tophane limanının rıhtımlarının yenilenmesi için 1930’larda tasarlanan proje ve 1956-57 yıllarında yeni yollarla İstanbul’un trafik problemini çözmeyi, tarihî eserlerin etrafını temizleyerek onları “meydana çıkarmayı” amaçlayan imar çalışmaları kapsamında Tophane’de çok sayıda bina yıkılıyor ve şehrin ana trafik arterinin Tophane’den geçmesi sağlanıyor. Tophane’nin tarihî dokusunu oluşturan önemli yapıların yıkılması veya başka yere taşınmasından yaklaşık yirmi yıl sonra Tophane limanı deniz taşımacılığı konusunda yenilikçi adımlar atılamadığı için işlevini yitirmeye başlıyor. Akabinde mimari ve tarihî dokuyu korumaya yönelik bir proje geliştirilmediğinden, Tophane bir çöküntü alanına dönüşüyor. Başka bir deyişle, günümüzde mahallelinin zamanında mahalleden kovduklarını iddia ettikleri uyuşturucu satıcılarının, bağımlılarının ve suçluların kol gezdiği bir mahalleye dönüşüyor.

Mahallelinin “Genetiğimizde var” dediği kabadayılık kültürü de yıllar geçtikçe değişiyor. Günümüzde kabadayılar halk arasında yoksulu doyuran, dertlerine çare arayan, mahallenin düzenini sağlayan kahramanlar olarak anlatılıyor. Tarihçiler ise kabadayıları her zaman mahalleli kadar romantize etmiyor. Ayşe Hür, Ahmet Rasim’den bir alıntı ile açıklıyor:

“… Tophane bölgesinde egemen olan ‘fiyakacılar’ kadınlara sataşır, mahalle kahvelerinde kavga çıkarır, kendilerine pay vermeyen dükkân sahiplerini, çay veya içki ikram etmeyen kahvecileri, meyhanecileri sopalar, sonra da bu rezaletleri sağda solda anlatarak övünürlerdi. Yakın tarihlere kadar, polisin gözünün içine baka baka Boğazkesen’e paralel Karabaş Caddesi’nin ortasında çilingir sofrası kuracak kadar pervasız olan Tophane kabadayılarının bir kısmı mahalle ağabeyliğine (‘mahallenin ileri geleni’) evrilirken, bir kısmı bitirimhane ağalığına, oradan da mafya babalığına veya tetikçiliğine geçtiler.”

Kabadayılık, mahallelinin şiddet eylemlerini normalleştirmek için atıfta bulundukları ortak bir hafızayı oluşturuyor ve kabadayılık hikâyeleri yeni nesillere aktarıldıkça şiddetin sebebi haline geliyor.

Tophane’nin asıl sahibi kim?

 

Saldırı ertesinde, Tophane ahalisinin 6-7 Eylül 1955 olaylarından sonra ülkeyi terk etmek zorunda kalan gayrimüslümlerin mülklerini ele geçirdiklerinden ve bu sebeple mahalle üzerinde söz sahibi olamayacaklarından bahsedildi. Fakat Ayşe Hür’e göre mahallede 50’lerden daha eskiye giden bir iskân politikası var. Hür, 1890’ların sonunda II. Abdülhamit’in İslamcı politikaları kapsamında doğu illerinden Kürt ve Arapların Tophane’ye getirildiğini, gelenlerin hamallıkla geçindiklerini ve hamallık tekelini elinde bulunduran Ermeni hamalların, 1896’da Osmanlı Bankası Baskını’nı bahane eden devlet tarafından öldürülmesinden sonra bu tekeli ele geçirdiklerini iddia ediyor. Görüştüğüm bir esnaf, ailesinin 100 sene önce Siirt’ten göç ettiğini ve babasının limanda vinç operatörü olarak çalıştığını söyledi. Nitekim mahalleliye ne kadar süredir mahallede yaşadıklarını sorduğumda çoğundan “150 yıldır buradayız!” yanıtını aldım. Bu ifadenin kendilerini işgalcilikle, barbarlıkla itham eden söylemlere de bir itiraz olarak söylendiği ortada. Nitekim Hür, 55 olaylarının Tophane’deki az sayıda gayrimüslimi göç etmeye zorladığından emin değil.

Ayşe Hür, mahallenin Müslüman ve gayrimüslim nüfusunun başka yerlere göç etmesinin sebebinin daha çok Adnan Menderes zamanında üretim atölyelerinin yıkılmasıyla bağlantılı olabileceğini düşünüyor. Boşalan yerlere, Siirtli Araplar (Siirt’in Halenze, Firsef, Tom ve Sinepi köylerinden), Bitlisli Kürtler, Erzincanlı, Erzurumlu Türkler, Rizeli Lazlar ve İstanbullu Romanlar vb. yerleştiriliyor. Hür’ün de vurguladığı üzere, Tophane’de kaç hanenin gayrimüslümlere ait olduğu ve sonra iç göçle gelenler tarafından ele geçirildiği üzerine elimizde bir veri olmadığından, bu düşünceler iddia düzeyinde kalıyor. Yine de mahallede yapılan araştırmalarda yıllardır kira vermeden yaşayanların hikâyelerine rastlanabiliyor.

 

‘Mahalle değil, semt!’

 

Tophane’nin daha büyük bir yerleşim birimi olduğunu ifade etmek için, aslen bir mahalle değil, semt olduğu sürekli vurgulanıyor. Yedi mahalleden oluşan Tophane, Cem Behar’ın kitabında tanımladığı üzere, ana yolu, küçük meydan etrafında kümelenmiş sokakları, camileri, tekke ve hamamıyla, klasik bir Osmanlı mahallesine benziyor.

Mahalleliye Tophane’nin fizikî sınırlarını sorduğumda, bu sınırların mahalleli açısından belirsizliği, tanımsızlığı göze çarpıyor. Mahalle adlarını tam olarak sayabilen, mahallenin nereye kadar genişlediği konusunda net bir yanıt verebilen yok. Bu, mahallenin sınırlarının mahalledeki grupların etki alanları, ortak hafızanın anımsattıkları ve gündelik yaşamın gerektirdiği ihtiyaçlar doğrultusunda göreceli algılandığına dair bir kanı uyandırıyor. Mahallenin sınırlarını orada yaşayanların çizdiğini öne süren Behar’a göre, “mahalle sakininin gözü nereyi ‘kendi mahallesi’ olarak görüyorsa mahalle odur.”

 

'Önemli olan nereden geldiğin değil, Tophanelilik'

 

Behar’ın deyimiyle “kolektif mahalle algısı”, mahalle sakinlerinin geliştirdikleri yüz yüze ilişkiler ve dayanışma temelli gündelik pratikleriyle oluşuyor. Tophane sakini için nereden geldiklerinin önemi yok, aslolan Tophanelilik. Tophanelilik onların kolektif mahalle algısını oluşturuyor. “Konuşmayı, oturup kalkmayı bilen, yaşlılara saygı duyulan eski bir İstanbul semti olan” Tophane’de, Tophanelilik “herkesin birbirine saygı duyduğu”, “birbirleriyle dayanışma içerisinde oldukları”, “geleneklerine sahip çıkan”, birleştici harcın din ve sosyal yaşam olduğu ortak bir yaşamı ifade ediyor.

Tophane’de bu ortak yaşamın kaideleri ‘’cemaat’’ denilen dinî grubun tavsiyeleri ve kararlarıyla şekilleniyor. Cemaat sadece dinî konularda değil, siyasi ve toplumsal karar alma mekanizmalarını da yönetiyor. Cemaatin nasıl kurulduğu ve örgütlendiği, siyasi bağlantılarının ne olduğu konusunda açık bir yanıt almak kolay değil. Buradaki cemaatin tek bir dinî gruba dayanan homojen bir yapı olmadığını ve içinde güç çatışmalarını da barındırdığını söylemek gerekli. İslami kurallara göre yaşamayı savunan farklı dini gruplarla ilişkili çoğu esnaf cemaat üyesi tarafından kurulmuş veya hemşeriliğe dayalı sivil toplum örgütleri mahallede yerel dayanışma ağlarının esas aktörleri. Tophane Derneği, Siirt Halenze Derneği, Bitlisliler Derneği, Gönül Bağı Vakfı, Kardeşlik Vakfı bu ağ içinde önemli aktörler. Söz konusu derneklerin yapısı ve faaliyetlerini anlayabilmek için dergâh olarak kullanılan Kardeşlik Vakfı’nı ve cemaatin kurucusu olarak anlatılan Gönül Bağı Vakfı’nı ziyaret ettim, fakat kapıdan çevrildim. Bu sivil toplum kuruluşları AKP iktidarı boyunca desteklenerek mahallenin dönüşümü süreci ve mahalle sakinleri üzerinde söz sahibi olmuş yapılar. Bu dernekler devletin yerine sosyal bir platform oluşturarak mahallelinin ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Muhafazakâr bir sanatçının aktardığı kadarıyla, “Tophane’de cemaatin oluşumu, 70’lerde Türkiye’de İslamcı hareketin kendi içinde siyasi örgütlenmesi sonucunda gerçekleşiyor. Geçmişi,  Milli Görüş Hareketi’nin temsilcisi Erbakan’ın 1975’te kurulmasına önderlik ettiği Akıncılar hareketine dayanıyor. İslamcı hareketin toplumun her tabakasında örgütlenmesini amaçlayan Akıncılar hareketinin temsilcilikleri, 1980 darbesinden sonra kapatılıyor ve bir kısmı yargılanıyor. Darbe sonrasında tekrar bir araya gelen hareket İran Devrimi, Filistin Direnişi gibi toplumsal hareketlerden de etkilenerek, kendi mahallelerinde cemaatler oluşturmaya başlıyor ve mahalle sakinlerine nasıl yaşamaları gerektiğini tebliğ ediyorlar. Tophane cemaatinin yapılanması da bu döneme denk düşüyor. Ağırlıklı olarak esnaf olarak örgütleniyorlar ve bu örgütlenmeyi devam ettirenler de esnaf. İslamcı hareketin kendi legal yapılarını kurması 28 Şubat 1997 sonrasına denk geliyor. Daha önce illegal örgütlenen İslamcı yapılar kendilerini ifade etmek amacıyla dernek kuruyorlar. İHH, Özgür-Der ve içinde seksen kadar yapıyı barındıran Sivil Dayanışma Platformu gibi. Tophane cemaati birçok farklı gruba destek verir ama ulusal bir İslamcı yapılanmanın organik bir parçası değil. Ama stratejik işbirliği yapıyor. Aktüel politik durumlarda iletişim kurarlar. Bu iletişim sürekli devam ediyor.”

 

Cemaatler, ‘mahallenin temizliği’ne soyununca… 

 

Tophane 70’lerin sonunda çöküntü alanına dönüştükten sonra, İslamcı hareket Tophane’ye yerleşiyor ve ilk iş mahalleyi “uyuşturucudan temizliyor.” Yukarıda alıntıladığım sanatçının bahsettiği üzere “İslamcı hareket o dönemde Tophane’de olduğu gibi uyuşturucu gibi kriminal durumlarla kavga ederek güçleniyor ve örgütleniyor.” Mahallelerde etkinleşen tebliğci cemaatler, düzenledikleri sohbet halkalarında ahlaklı bir yaşamın nasıl olacağını anlatırken bir yandan da mahalleleri güvenli birer yaşam birimine dönüştürüyorlar. Bu, mahallenin hırsızdan, uyuşturucudan, içkiden, fuhuştan “temizlenmesi” demek. Cemaatlerin bu savaşı, aynı zamanda onları bir hareket olarak da sağlamlaştırıyor.

Tophane sokaklarda yürümenin bile tekin olmadığı bir mahalle iken, 80’lerden itibaren cemaatin çabalarıyla ailelerin rahatça yaşayabildiği bir yer haline geliyor. Cemaatler uyuşturucu kullananların bir kısmını dine yönlendiriyor, bir kısmını ise şiddete başvurarak mahalleden uzaklaştırıyor: “Uyuşturucu satıcılarına ya siz gidin ya da biz dedik. Kimisi kendi gitti. Kalmakta ısrar edenlerle tabii ki öpüşerek ayrılmadık.” “Tophane’yi uyuşturucudan âkil insanlar temizledi. İkaz ve sopa cennetten çıkmadır dendi. Kötü adamlar terk etsin, biz buradayız dendi.

 

Polis: Suç bitmiyor, yer değiştiriyor 

 

Narkotikten bir polise “bu yöntemlerle bölgenin uyuşturucudan temizlenmesinin mümkün olup olmadığını” sorduğumda suçun yer değiştirmesi kavramından bahsediyor.

Polise göre, uyuşturucu satıcıları başka bölgelere itilmiş olabilir, fakat bu, uyuşturucu kullanımını ve özellikle toplu taşıma araçlarına yakın merkezî bir konumdaki yerleşim bölgesi ise başka mahalleye gidip uyuşturucu satın alınmasını engellemiyor. Görüşmelerde sıkça dile getirdikleri gibi, “Tophanelilerin bazıları evlerinde içki içiyorlar, hatta bazıları uyuşturucu kullanıyor.” Üstelik yakın zamanda mahallede bonzai kullanımının engellenmesine yönelik pankartların asılmasından anlaşılıyor ki, uyuşturucu tehlikesi yeniden belirmiş ve hatta kapılarını çalmış.

 

'Tayyip sevgisi' geçmişe dayanıyor

 

Mahalle günümüzde AKP’nin kalesi olarak biliniyor. Bunda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın Siirtli olmasının yanında, Erdoğan’ın gençlik dönemini burada geçirmesi, rivayete göre yanında çalıştığı cemaatin kurucularından bir esnaf aracılığıyla Erbakan ile tanışması ve hareket ile yolunun kesişmesi etkili olmuş.

Cemaatin liderlerinin taleplerini iletmek için, yerel yönetimi de pas geçerek doğrudan Tayyip Erdoğan’a ulaşabilmesi bu samimi ilişkinin bir işareti. Nitekim Gezi eylemleri sırasında T24’ün yaptığı bir söyleşide Hammed Aksoy şu ifadeleri kullanmıştı: “...Aynı zamanda biz Allah’a inandığımız gibi bu davaya (AKP’ye) inanıyoruz. Burada kendimizi zor tutuyoruz. Gençleri zor tutuyoruz. Tayyip bir desin ki ‘çıkın’ var ya Taksim’i dağıtırız. Biz ona biat ettik. Tayyip bizim 'emir ül müminin'imiz.

 

Tophaneliler, Misbah Demircan’a Erdoğan için katlanıyor

 

Tophanelilerle konuştukça idrak ediyorsunuz ki, mahalleli Tayyip Erdoğan’a karşı besledikleri sevgi gereği, sadece onun hatırına, ‘’bir türlü sevemediklerini ve gitmesini dört gözle beklediklerini’’ söyledikleri AKP Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’ı 2014 yerel seçimlerinde tekrar seçmiş. Tophanelilerin Beyoğlu Belediyesi’ne yönelik öfkelerini saldırı sonrasında Tophane Haber forumunda yazılanlardan anlayabiliriz: “Sn. Ahmet misbah demircan bu sizin eseriniz, fatihin topları döktürdüğü yeri fuhuş yuvasına çevirdiniz...size oy verenlere değil oy vermeyenlere hizmet ettiniz” (Rumuz: Yeter artık, 25.09.2010)

Nitekim, mahallelinin apart hoteller ve galerilerle ilgili belediyeye gönderdikleri şikâyet mektupları dikkate alınmıyor, hatta belediye onlara bu şekilde tepki vermek yerine kentsel dönüşümün rantından faydalanmalarını öneriyordu. Bu durum belediyeye öfkelerini daha da artırıyordu. Yine Tophane Haber’de “Tophane’de değişimin ruhsatı belediyeden” başlıklı çıkan bir haberde mahallede açılan hostellerin inşaatlarında mahallenin huzurunun gözetilmediği, bunun da mahalleliyi tedirgin ettiğini ve mahallelilerin, “ilçe belediyesinin ya bazı şeyleri görmediğini ya da görmezden geldiğini düşünmeye başladığını” yazıyordu.

Görüşmelerde dile gelen iddialardan biri “yerel yönetimin Tophane’yi bilerek boşladığı, böylece daha da çöküntü haline getirdiği ve dönüşümü hızlandırdığı.” Belediye ile semt arasındaki bu gerilimli ilişki şu sıralarda yumuşamış gibi görünüyor. “Belediyenin saldırılardan sonra semttekilerin elektrik ve su borçlarını sildiği” iddialar arasında. Cemaatin belediye ile süregiden bir pazarlık halinde olduğu, belediyenin, mahalledeki bazı kurumların iddia edildiği üzere esnaftan zorla yardım toplamasına göz yummasından ve oradaki bir işyerinin binası için gerekli restorasyon iznini, geçenlerde Tayyip Erdoğan’ın bizzat ziyaret ettiği Tayfunspor’un yenilenmesi karşılığında vermesinden anlaşılabilir.

Mahalleyi romantize ederken gözden kaçanlar

 

Yaptığım görüşmelerde, Tophane’nin geçmişi, günümüzde gösterdikleri tepkiyi açıklamak için sık sık hatırlatıldı. Mahalleli, mahalleye uyuşturucu girmesini, sokakta içki içerek taşkınlık yapılmasını ve mahallenin hırsızların cirit attığı bir yer haline gelmesini istemiyor. Verdikleri şiddetli tepkiyi böyle açıklıyorlar, fakat bir yandan da  Tophane’nin sürekli şiddetin yaşandığı bir yer olarak algılanmasından rahatsızlık duyuyorlar. Mahalleli gurur duydukları güven ve dayanışma ile anılmak istiyor. Evleri satıp daha geniş bir evde yaşama şansları varken, Tophane’yi çok sevdiğinden ayrılmayan onca insan var. Peki gerçekten suçtan arınmış, anlatıldığı gibi herkesin birbirine yardım ettiği, derdine ortak olduğu ve sahip çıktığı bir mahalle var mı? Yoksa, Alman beat kuşağından Tophane’de vakit geçirmiş Jörg Frauser’in Rohstoff adlı kitabında anlattığı gibi bir halüsinasyon mu söz konusu?

“Hiçbir yabancının gitmeye yeltenmediği bir semt vardı; Tophane. Metrekare başına muhtemelen Harlem veya Hong Kong’daki kadar uyuşturucu bağımlısı düşerdi.Bu Tophane’nin güvenli olmadığı anlamına gelmezdi, aslında insan bazen yerlerde bir ceset görebilirdi, ama şu ana kadar başıma alışveriş yaparken dolandırılmak dışında hiç kötü bir şey gelmedi. Söz konusu meblağ büyük olduğunda ve kazıklanan müşteriler geri geldiklerinde, ortam birkaç saat içinde öyle bir değişirdi ki, sanki o sefil mahalle bir film setine dönerdi. – bir de burada dolup taşan bir çayevi varmış, şimdi ise kapıları kilitli, camında eskiden kalma bir toz tabakası; köşedeki sinemada şu Hun dizileri yerine bir aşk filmi oynardı; insanların yakasından tutarak içeri çekildikleri kulübe bir marangoz atölyesiydi ve çalının altında yatan ceset yerine bir teknisyen Ford marka bir taksiyi tamir ediyordu. Aranan uyuşturucu tacirleri sanki yerin dibine girmişlerdi. Acaba o evler aynı evler miydi? Gözlerini ovuşturmak bile işe yaramazdı. Eğer halüsinasyon bir sigaranın basitliğine sahipse, işte o zaman algılayışın kendisi gibi algının kapıları da dumana kıyasla aldatıcı bir yapıya sahip olurdu.”

 

Diri tutulan geçmiş anlatısı nasıl bir işlev görüyor?

 

Yaşar Adanalı’nın mutlukent blogunda aktardığı haliyle, Murat Belge İstanbul Gezi Rehberi’nde bir mahalleyi şöyle anlatır: “... Sokaklar oldukça dardır. Yukarıda cumbalar iyice birbirine yaklaşır. Dolayısıyla özel hayatın da özel kalması epey zordur. Mahalleli, birçok işte birbirine yardımcı olur – örneğin sokakta oynayan çocukların sorumluluğu oldukça ortaklaşadır. Tabii bu ortamda gerginlik ve sürtüşmeler de eksik olmaz ve buna göre çeşitli mahalle içi ittifakları kurulur, stratejiler uygulanır. Çocuklara göz kulak olmak gibi, ‘mahallenin namusu’ da ortak bir sorumluluk alanıdır. Bireysel farklılaşmadan çok komünal değerleri teşvik eden bu hayat tarzının, her hayat tarzı gibi olumlu ve olumsuz özellikleri iç içedir.”

Mahallenin birbirleriyle çekişen farklı grupları barındıran heterojen bir yapı olmasının yanında, böyle bir yardımlaşmanın ve dayanışmanın gerçekleştiğinden kuşku yok. Fakat Ayşe Hür’ün de belirttiği gibi, Osmanlı’dan beri bu tür mahallelerde grupların birbirleriyle dayanışma içinde fakat mesafeli bir ilişki içerisinde olduğu ve ancak bu şekilde beraber yaşamanın mümkün olduğu gerçeği kolektif mahalle algısından dışlanıyor. Görüşmelerde her grubun kendi içinde sosyalleştiğini ve mahallede birbirleriyle iletişimde temkinli davrandıklarını dillendirmelerine rağmen uyum içinde yaşayan homojen mahalle algısı anlatısını bozmadıkları göze çarpıyor. Bu Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Biray Kolluoğlu’nun bahsettiği ‘merkezîleşmiş bakış’ın ta kendisi. Kolluoğlu’na göre, mahallenin homojen bir yapı olarak kurgulanması bu merkezileşmiş bakışın mahalle tarafından içerilmesiyle sağlanıyor.

Kolluoğlu’na göre mahallenin işlevi ve anlamları geçmişten günümüze kadar sürekli dönüşüyor:

Mahalle Osmanlı’da bir idari birimdir, güvenliğinden sorumlu, kendinden menkûldür. Ama artık modern dünyada yaşıyoruz. Devletin güvenliği sağlamak amaçlı kolluk kuvvetleri var. O zaman bu mahalle günümüzde nasıl anlamlandırılıyor, buna bakmamız gerekli. 90’larda Türkiye’de mahalle dizileri çekilmeye başlıyor. Bu yıllar aynı zamanda sokağın yok olmaya başladığı zamanlar. İlk mahalle dizilerinden İkinci Bahar dizisinin çekildiği o yıl ilk kapalı site ve alışveriş merkezi açılıyor. Karşılaşmaları mümkün kılan sokağın dağılmaya başlamasıyla, refleks olarak ortaya bir mahalle tahayyülü çıkıyor. Bu tahayyülde mahalle ilişkilerin mahremiyet içerdiği, düşmanca ilişkiler olsa bile yine de gündelik hayatın içinde sıcaklığın, dayanışmanın olduğu bir mahalle. Dolayısıyla artık Osmanlı’daki gibi kendi güvenliğinden sorumlu bir idari birim değil, bir kültürel bir birim haline geliyor. Maalesef sanatçılar, akademisyenler gibi kritik düşünenler bu mahalle tahayyülüne gereğinden fazla değer verdiler. Mahalledeki ilişkilerin sıcaklığı, yüz yüze iletişimin yoğunluğu ve farklı kimliklerle karşılaşabilme ve iletişime geçebilme fırsatı sanatçılar ve araştırmacılara çok cazip geldi ve kültürel kodların ötesinde, eşitsizlikleri, sınıfsal çelişkileri göz ardı ettiler. Mahalleler yok olmaya yüz tutarken, böyle bir eğilimi farkeden sermaye ise bu fazla değer verilen mahalle yaşantısını bir pazarlama stratejisi olarak kullandı. Kapalı siteleri pazarlarken bu sitelerde kayıp giden mahalle yaşantısını tekrar canlandıracağını söyledi. Yaşamın her alanında, sağlıkta, işte güvencesizleştiğimiz bir ortamda ise, mahalle yaşantısı bize böyle bir güvence sundu.

Bu durumda Tophane’de sürekli diri tutulan geçmiş anlatısı bugün nasıl bir işlev görüyor?  İçindeki farklı pratikleri ve çelişkileri bertaraf eden mitik anlatılarla yaratılan “hayali” mahalle ile hem mahalleyi homojen bir topluluk olarak kurguluyor, hem de bu hayali mahalleyi kuran anlatıları sürekli hatırlatarak, dışarıdan gelenlerin bu kimliğe uyması isteniyor.

21 Eylül 2010'da olanlara bu gözle bakabilir miyiz? Mahalleli bu olayı nasıl anlatıyor? Bir sonraki yazıda bunları anlatacağım.

 

YARIN: Tophane halkı neyi istemiyor?