Dünya

Türkiye’de neler oluyor ?

Gülen cemaatine yakınlığıyla bilinen medya kuruluşlarına yönelik polis operasyonları Türkiye’de seçimler öncesi soru işaretlerini beraberinde getirdi. Uzmanlar gelişmeleri DW Türkçe'ye değerlendirdi.

16 Aralık 2014 11:29


Tartışmaların başını; “Türkiye’de iletişim özgürlüğü bitti mi” sorusu çerçevesinde yapılan değerlendirmeler çekiyor. Kimi gazeteciler ve basın meslek örgütleri konunun iletişim özgürlüğüyle doğrudan ilgisi olmadığını savunurken, kimisi hükümetin kendisine muhalif tüm basını susturmayı hedeflediğini, operasyonun da bu hedefin bir parçası olduğunu iddia ediyor.

“Sadece basın özgürlüğü meselesi değil”

Peki; son yaşananların Ergenekon ve Balyoz davalarında tutuklanan ve hükümet kayıtlarına ‘darbeci gazeteci’ olarak geçirilen gazetecilerin yaşadıklarından farkı var mı? Bu gazeteciler, Gülen cemaati medyası ile aynı kefede mi görülmeli? Türkiye’deki aktif 12 basın meslek örgütünün oluşturduğu G-9 Platformu’nun Sözcüsü Siyaset ve İletişim Bilimci Doğan Tılıç, Deutsche Welle’nin sorularını yanıtlarken “Son yaşananların basın özgürlüğüyle ilgili bir boyutu mutlaka var ama hükümetin şimdi hedef aldığı kesimin geçmişte basın özgürlüğüne dönük saldırılarda iktidarla birlikte hareket ettiğini dikkatlerden kaçırmamak gerekir” diyor.

“İktidar bloğu içinde çatışma””

Tılıç’a göre; gerçekten basın örgütlerinden yana olanlar, gerçekten basın özgürlüğünü savunanlar hükümetin hedef aldığına bakarak ‘basın özgürlüğü var ya da yok’ demezler. “Çünkü bu sadece basın özgürlüğü meselesi de değil” diyor Tılıç ve ekliyor:

“Türkiye’de iktidar bloğu kendi içinde çatışmaktadır. Paralel yapıyla mücadele için güvenlik yasalarını değiştiren, nerdeyse herkesi makul şüpheli sayan iktidarın giderek totaliterleşen siyasi niteliği ortaya çıkmaktadır. O yüzden; olup-bitene karşı çıkmak cemaati savunmak değil, bir iktidara karşı çıkmak olarak da algılanmalıdır. Şunu da söylemek gerekir ki; operasyonun hedefi olan isimlerden biri; Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, operasyonu demokrasiye darbe olarak nitelemiştir. Aynı kişi; ekmek parası için sokağa dökülen Tekel eylemcileri için de ‘Varsa bir hatamız, açıkta kalan işçilere merhamet beslememizdir’ diye yazılar yazabilmişti.”

“Türkiye’nin asıl meselesi: Muhalefet”

Son yaşananların Türkiye’deki ‘faşist atmosferi’ de bir kez daha gün yüzüne çıkardığını öne süren Tılıç, “Yaşananların 2015’te yeni bir parlamento seçimi yapılacak olmasıyla ilgisi var mı” sorusunu yanıtlarken de, “Evet” diyor ve “Hükümet partisi AKP, seçime giderken Kürtleri hoş tutarken, milliyetçi oyları da ürkütmemek açmazında. Bu ortamda en yakın ortağı Gülen cemaati de karşısında olduğu için şiddet ve baskı dolu uygulamalarını yoğunlaştırıyor” değerlendirmesinde bulunuyor. Ülkede yaşananların “Türkiye’nin en önemli problemini” de ortaya koyduğunu söyleyen Tılıç, bu problemi “Ciddi muhalefet eksikliği” olarak tanımlıyor. Ana muhalefet partisi CHP’nin iktidarla mücadeleden çok, kendisiyle mücadele ettiğini ve halka güven vermekten uzak olduğunu anlatan Tılıç, “Ülkedeki tablo budur. Biz gazeteciler olarak uyarmaya, dikkat çekmeye, çabalamaya devam edeceğiz” yorumu yapıyor.

“Çatışmalar artacak”

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Anayasa ve İnsan Hakları Uzmanı İbrahim Kaboğlu’da, Deutsche Welle’nin sorularını yanıtlarken, yaşananların 2015 seçimiyle doğrudan ilgisi olduğunu vurguluyor ve “Sadece 6 ayın kaldığı seçime doğru toplumda çatışmalar artacak çünkü hükümet toplumu sürekli geriyor, gündem kaydırıyor ve bunu yaparken baskı ile şiddeti meşru kılmaya çalışıyor” diyor. Tıpkı Doğan Tılıç gibi Türkiye’nin asıl sorununun “ciddi muhalefet eksikliği” olduğunu söyleyen Kaboğlu, toplumda çatışmaların artacağı görüşünü de şöyle açıklıyor:

“Tüm evrensel insan hakları sözleşmelerini bir kenara atarak Avrupa’ya meydan okumuş bir hükümetin varlığı somuttur artık. Cumhurbaşkanı; hem başbakan hem parti başkanı gibi konuşurken, başbakan da sadece muhalefeti hedef alan açıklamalar yapmaktadır. Türkiye’de devlet, tek kişinin elindedir. Kitle halindeki muhalefetin sokağa çıkmasını istemeyen bu devlet, insanları daha evden çıkmadan bastırmak için gerekli yasal düzenlemeleri yapmıştır. Ancak bu baskıcı anlayış, tepkileri körükleyecek ve çatışmalar artacaktır.”

“17 Aralık'ın rövanşı”

Cemaat medyasına dönük operasyonların, geçen yıl 17 Aralık’ta hükümet üyelerine yapılan yolsuzluk operasyonlarının bir rövanşı olduğunu söyleyen Kaboğlu, “Yaşanan kaosta, sadece basın özgürlüğü üzerinden tartışmaları götürmek bile bir gündem kaydırmadır. Bugünün Türkiye’sinde hükümet partisi AKP, tüm gücüyle Anayasa’yı değiştirecek bir çoğunluğa ulaşmaya yoğunlaşmış, bu uğurda tüm özgürlükleri rafa kaldırmıştır” diyor.

Kaboğlu; toplumdaki son tartışma konularının zorunlu Osmanlıca dersinden zorunlu din dersine, kadın-erkek eşitliğinden Alevi-Sünni çatışmasına kadar uzanarak bir ‘anlamsızlık deryası’na dönüştüğünü belirtirken de, hükümetin her tartışmada kendine dini referansları temel alarak yönünü Avrupa’dan çoktan uzaklaştırdığını söylüyor. Kaboğlu’na göre hükümetin bu tarzının anlamı da “totalizm”e denk geliyor.

Peki tüm bunlar ne anlama geliyor? Yaşananlar karşısında kamuoyu ne yapmalı? Kaboğlu, bu sorulara da “Kaos ve travma içinde yaşam mücadelesi verenler ya da ülkenin normal olduğunu düşünen herkes, yaşananları gözden geçirmeli ve sadece evrensel hukuk kriterleri ışığında toplumun ilerleyip ilerlemediğini sorgulamalı. Toplum; tercihini kaos ve travmadan değil demokrasiden yana kullanmalı” yanıtını veriyor.