Hürriyet yazarı Ayşe Arman, cinsellik eğitmeni ve danışmanı Avrupa Seksoloji Federasyonu Genç Komitesi üyesi Rayka Kumru ile cinsellik üzerine konuştu. Cinselliğin "En iyisi", "En ideali" olmadığını söyleyen Kumru, sağlıklı olanı ve onay çerçevesinde yaşananı olduğunu ifade etti. Kumru, "Biz kamusalda cinselliği sansürlüyoruz, özel alanda da bastırıyoruz. Bu da cinselliği ‘kamusal alan’ ve ‘tabusal alan’ olarak ikiye ayrıştırıyor. O yüzden ortaya ‘sansürbasyon’ ve ‘bastırmasyon’ çıkıyor!" dedi.
"Seks konuşulmadıkça antenler kısa devre yapıyor" diyen Kumru, "Dışarı boşalma yöntemi. Buna biz geleneksel yöntem diyoruz. Bir başka deyişle geri çekilme, milli sporumuz halinde! İkincisi prezervatif" şeklinde konuştu.
Ayşe Arman'ın sorularını yanıtlayan Rayka Kumru'nun açıklamaları şöyle:
Zorun neydi? Neden bu kadar kapsamlı bir cinsellik eğitimi aldın? Bir hikâyesi var mı?
- Var. Kanada’da üniversite birinci sınıfta, derslerimin arasında bir boşluk oldu ve ben öylesine bir sınıfa girdim. Dersin de ne olduğunu bilmiyorum. Oturdum. Hoca, tahtaya kocaman bir kelime yazdı: Mastürbasyon. Ben tabii Türkiye’den yeni gelmiş bir birinci sınıf olarak şoka girdim! Ama bozuntuya da vermedim. İnsanlar gülecek, kıkırdayacak filan zannettim. Hayır, sanki anatomi dersindeydim, herkes çok ciddiydi. Sonra ortaya çıktı ki, bu ders ‘cinsel bilimler dersi’. Bilgi verici ve saygın bir ders. Zaten sosyoloji okuyordum, ikinci dal olarak cinsel bilimler de okudum ve seksolog oldum. Sonra, ‘bu işin yükseği, dünyada en iyi nerede okunur?’u araştırdım, bütün hocalarım “Avustralya” dedi, oraya gittim. Benim serüvenim işte böyle başladı. Okuduğum bölüm, birçok farklı disiplinin perspektifinden, cinselliğe dair bilinen her şeyin tekrar sorgulanması ve tekrar gözden geçirilmesi. Mesela cinselliğe dair kullandığımız kelimeleri neden kullanıyoruz? Cinselliğe dair yapılmış araştırmalar gerçekten pür gözlerle ve amaçlarla mı yapılmış? O günün politik akımlarından ne derece etkilenmiş? Antropolojik, sosyolojik ve biyolojik açıdan cinselliği paramparça edip tekrar tanımlayan bir bilim.
"Türkiye'de bu alanda büyük boşluk var"
Bu anlattıkların ezber bozan şeyler de, seni çeken neydi?
- Mezun olduktan sonra Türkiye’ye dönüp çalışmak istiyordum. Çünkü bu alanda büyük bir boşluk olduğunu düşünüyordum. Zaten akabinde toplumsal cinsiyet eşitliği tartışmaları, kürtaj tartışmaları ve ülkenin her yerinde cinsel istismar ve tecavüz vakaları patladı. Ben toplumsal fayda peşindeyim aynı zamanda. Konuya dair okumayı, araştırmayı seviyorum. Cinselliği çok daha toplumsal bir boyutta ele alıyorum. Terapist olmadığım için tanı ve tedavi yapmıyorum. Bir terapistin cevap verebileceği sorunlara asla cevap vermiyorum. Gerekli uzmanlara yönlendiriyorum.
Seksolojinin loji’sine geçemedik, sekste kaldık ◊ Türkiye gibi bir ülkede ne önemli?
- Cinsellikle ilgili doğru bilgilendirilmek. Daha oraya gelebildiğimizi düşünmüyorum. Ben bunun için uğraşıyorum. Yani seksolojinin loji’sine geçemedik biz, seks’te kaldık!
Peki sen seksolog olmaya karar verince, annen baygınlık geçirmedi mi? “Kızım, yapma, etme, işletme oku!” demedi mi?
- Tam tersine, böyle enteresan bir şey okuyacağım için sevinç çığlığı attı. Babam biraz daha analitik yaklaştı. “Oku tabii de, önce bana ne olduğunu açıkla” dedi. “Cinselliğin toplumsal boyutunu, hukukunu, biyolojisini, her şeyi ele alan bir bilim dalı bu” dedim. Babamın hoşuna hukuk gitti. Uzun süre öyle anlattı arkadaşlarına.
“Ben Rayka, seksoloğum!” dediğinde, insanların tepkisi ne oluyor?
- Direkt “Helal olsun, çok gerekli, çok ihtiyacımız var!” diyen de var, tepkisiz kalan, suratı ekşiyen de... Ben yaptığım işi çok inanarak ve severek yapıyorum. Fakat terminolojide bile sorun var. ‘Seks’, İngilizcede cinsiyet anlamında kullanılıyor. Aynı zamanda ‘cinsel ilişki’ anlamında. ‘Sexuality’ yani cinsellik dediğimiz şey ise düşünce, duygu, haz, arzu, istek, onay, anatomi, psikoloji gibi her şeyi içinde barındıran bir şey. Benim ilgilendiğim bu.
Tezini, Türkiye’de 18-24 yaş arası gençlerin korunma yöntemleri, tutum ve deneyimleri üzerine yapmışsın. Nasıl sonuçlar çıktı?
- Beni şaşırtan sonuçlar çıktı: 1. Korunma yöntemlerine dair bilgi konusunda yetersiziz. 2. Gençler, korunma yöntemlerine dair değişik stratejiler geliştirmiş. 3. Kimi erkek kendi mahallesindeki bakkaldan prezervatif almayı seçiyor, kimi erkek de kız arkadaşı olduğu biliniyor diye bir üst mahalleden prezervatif almayı seçiyor. 4. Kimi kadın, politik bir duruş ve bir başkaldırı olarak doğum kontrol hapını ve prezervatifi gidiyor eczaneden alıyor. 5. Kaş kaldıran, yüzük var mı diye parmağını kontrol eden oluyormuş, kimi buna aldırıyor, utanıyor; kimi ise sinirleniyor. Tüm bunlar, bu son dönemde kadın bedeni üzerine çok fazla politika yapılmasının bir sonucu.
"Erkekler prezervatifi bakkaldan alıyor"
Başka böyle ilginç saptamalar?
- Erkekler bakkal veya marketten prezervatif aldıkları zaman, mutlaka ihtiyaçları olmayan başka ürünlerle birlikte satın alıyorlar. Mesela sakız, jilet, deodoran gibi gündelik malzemelerle... Arada kaynayıp gitsin diye böyle enteresan stratejiler geliştirmişler.
Cinsellik yaşı kaça düştü?
- Her araştırmada farklı bir şey çıkıyor. Ama ortalamada kadınlarda 19, erkeklerde 17-18 diyebiliriz. Bir de şu var tabii: Cinsellik araştırmaları genelde evli çiftler üzerinde yapılıyor. Çünkü daha kolay onay alınıyor. Evlilik yaşının kırsalda daha genç olduğu düşünülürse, ilk cinsel deneyimlerini de genelde evlilikte yaşadıkları hesaba katılırsa, ilk cinsel ilişki yaşıyla evlilik yaşı birbirine çok yakın Türkiye’de.
Kısacası büyük şehirlerde farklı istatistikler var...
- Evet tabii. Üniversiteden üniversiteye bile çok farklılık gösterebiliyor.
"Vajinal mi, klitoral mi, meme ucundan mı, kafa derisinden mi hiç önemi yok!"
Ünlü Masters ve Johnson, Kinsey ve Shere Hite raporlarından beri neler değişti?
- Çok büyük değişiklikler var. 40’larda, 50’lerde, ‘vajinal birleşmeyle orgazm olamamak eşittir histeri’ anlamına geliyordu. Tedavi için kadınlar zaman zaman akıl hastanesinde tedavi görüyordu. Hatta vibratör dediğimiz alet, sözüm ona kadın histerisinin tedavisi için bulunan bir alet aslında. Yani bir yandan kadınların da cinsel ihtiyaçları olduğunu kabul ediyoruz ama bir yandan da bunu çok tıbbileştiriyoruz. Hastalıklaştırıyoruz. Bu tarih boyunca yapılmış bir şey. Karanlık çağda, ‘Cadı’ deniyordu, sonraki dönemlerde ‘Histeri’ dendi, şimdi ‘O....pu’ deniyor. Sürekli el değiştiren bir durum var.
"Klitorisi daha iyi tanıyoruz"
Klitoral orgazm ve vajinal orgazm aynı şeyler diye biliriz. “Orgazm klitoraldir, vajinal orgazm zordur” filan. Bunlarda da değişiklikler var mı?
- Kadınların ortalama yüzde 55’iyle 75’i arası, cinsel birleşme esnasında, yani penisin vajinada bulunduğu durumda orgazm olmuyor. Farklı yöntemlerle orgazm olabiliyor. Eskiden bu bir rahatsızlık, bir psikolojik gelişememe durumu olarak kabul edilirken, şimdi “Bir dakika kardeşim, yüzde 60 yüzde 70 bunu deneyimlemiyorsa, bu belki de bir bozukluk değildir!” demeye başladığımız bir dönem. Ayrıca bugün klitorisin iç yapısına dair de çok ciddi bilgilerimiz var, eskiden olmayan...
"Önemli olan haz deneyimlemek"
Nedir o bilgiler?
- Klitoris tek bir nokta diye bilirdik. Öyle değil. O nokta, sadece dışarıdan görünen kısmı. İçeriye doğru vajinal girişin etrafını saran iki farklı kanadı var. Dolayısıyla şu tartışma da çıkmış oluyor: Belki de eskiden vajinal zannedilen orgazm da klitoraldi. Ama bence bunun da bir önemi yok. Çünkü vajinal mi, klitoral mi, meme ucundan mı, kafa derisinden mi, mekik çekerken mi -ki böyle orgazma ulaşanlar da var- çok da önemli değil. Önemli olan; o insanın, istediği zaman haz deneyimliyor olması. Ve bunu sağlıklı bir biçimde ifade ediyor olması. Ötesi bence çok da fazla takılmamız gereken bir nokta değil.
"Geri çekilme milli sporumuz"
Gençler arasında en sık kullanılan korunma yöntemleri ne?
- Dışarı boşalma yöntemi. Buna biz geleneksel yöntem diyoruz. Bir başka deyişle geri çekilme, milli sporumuz halinde! İkincisi prezervatif.
"Evlenmeden asla' büyük şehirde tarih oluyor"
Bekâret hâlâ önemli mi?
- Form değiştirerek önemli olmaya devam ediyor. Artık pek çok büyük şehirde, ‘Evlenmeden asla!’ geleneksel bakışına sahip değil gençler. Fakat yine de kadınların da erkeklerin de üstünde, “İlk cinsel deneyimini benimle yaşasın!” baskısı ve arzusu var. Kadınlarda mesela, daha önce birden fazla birlikteliği olduysa bile, “Senden önce sadece bir kişiyle birlikte oldum!” demek çok ciddi bir strateji. “İlkim değilsin ama ikincimsin!” diyor. Bir de anal ilişki bir strateji...
Bu hâlâ geçerli mi?
- Evet, bekâretini korumuş oluyor ama seks de yapıyor. Bekâret kavramının önemli olmaya devam ettiği toplumlarda, özellikle de Ortadoğu ülkelerinde bir gerçek. Bekâretle ilgili çok fazla ürün çıkmaya başladı. Sahte kan kapsülleri, vajinanın içine yerleştirebildiğin ve cinsel birleşme sırasında patlayıp kan çıkaran kapsüller.
Hiç bilmiyordum!
- Gerçi bunların etiği çok tartışılıyor. Bir yandan toplumun bekârete önem vermesine yardımcı oluyor, bir yandan birçok kadının ve ailenin hayatını kurtarıyor.
Son 10 yılda artan yabancılaşma ve yabanileşme
Cinselliğin bir özel alanı, bir de toplumsal alanı var, değil mi?
- Özelde konuşulması gereken şeyler konuşulamadığı için, toplumsal alana sağlıksız bir biçimde yansıyor. Biz kamusalda cinselliği sansürlüyoruz, özel alanda da bastırıyoruz. Bu da cinselliği ‘kamusal alan’ ve ‘tabusal alan’ olarak ikiye ayrıştırıyor. O yüzden ortaya ‘sansürbasyon’ ve ‘bastırmasyon’ çıkıyor! Bin yıllık bastırılmışlık eşittir bastır-masyon. Bitmez tükenmez sansürlerimiz de eşittir sansür-basyon. Tabii bunlar uydurma kelimeler, ben uydurdum.
Bu da seksolojinin ‘loji’, yani bilim kısmıyla ilgilenmediğimiz anlamına geliyor...
- Evet. Bu da kendi içinde iğrenç bir döngüye giriyor. Çünkü insanlara bilgi almaya açık alanlar tanımadıkça, seks daha çok merak ediliyor. Daha çok merak edilip konuşulmadıkça, bu sefer antenler kısa devre yapıyor. O zaman ne mi oluyor? Mesela sokakta her zaman erkekler ıslık çalar, laf atardı. Fakat son 10 yıldır erkekler kadınlara öyle bir bakıyorlar ki, sanki hayatlarında ilk defa kadın görmüş gibiler! En azından İstanbul için bunu söyleyebilirim. Böyle bir yabancılaşma ve yabanileşme durumu var.
"Tabu dediğimiz uzaydan gelmedi ki!"
Nedir bu cinsellik tabusu tepemizdeki? Canımızın istediği gibi sevişemeden ölüp gidecek miyiz?
- Tabii ki hayır ama bizim biraz da kendimizi sorgulamamız gerekiyor. Hepimiz, bu toplumun bir parçasıyız. Tabu dediğimiz şey uzaydan gelmedi ki! Biz de o sözünü ettiğimiz tabuların bir parçasıyız. Bu iş sadece sevişmekle olmuyor. Bu iş, küfrü nasıl ettiğinle de alakalı, sokaktan geçen birine nasıl baktığınla da alakalı, kadınlar birbirlerinin cinselliklerini bu kadar katı bir şekilde yargılarken ve erkekler birbirlerini bu kadar köşelere sıkıştırırken, bu tabu kolay kolay kalkacak bir şey değil.
"Artık 'Sevişmeye gidiyorum' yazılamaz"
Ben eskiden, “Sevişmeye gidiyorum, byeee!” diye yazı bitirdiğimi hatırlıyorum. “Deli işte!” deyip gülüp geçiyordu millet. Ama şimdi mümkün değil. Gittikçe tutuculaşıyor muyuz?
- Başka bir şey oluyor. Cinsellikle ilgili çok ciddi bir derdimiz var. Gördüğümüz haber sürekli bununla ilgili. Her konuşmanın içinde cinsel istismardı, tecavüzdü, tacizdi, kürtajdı mutlaka olumsuz bir referans var. Biz cinselliği hiç olumlu şekilde konuşamıyoruz artık. Sağlıklı bir biçimde de konuşamıyoruz. Cinsellik, insanın doğumundan ölümüne kadar var olan bir süreç. Herkes deneyimlemek zorunda değil. Ama içinde bir sürü konuyu barındıran bir gerçek. Ve biz bunu olduğu gibi kabul edemiyoruz. Etmeyince, sürekli olumsuz mesajlarla da donatılınca, sosyal açıdan bu kadar ataerkil bir toplum da olunca, agresyon, suç, güç dengeleri açısından çok sağlıksız bir portre çıkıyor karşımıza. Tabii ki ülkenin ekonomisinin son dönemlerde bu kadar inişli çıkışlı olmasının da tüm bu yaşanan cinsel suçlarda etkisi var. Hepsi birbirine bağlı.
Tüm bunlar mı cinsel suçların oluşmasına yol açıyor?
- Evet. Taciz, tecavüz her yerde var fakat bizde ve bazı ülkelerde daha çok var. Bu demek değil ki, Türkiye’de daha çok sapkın ya da cinsel suça meyilli insan var. Bizim mevcut sistemimiz, buna bir şekilde elveriyor. Eğitimin olmaması, kültürel altyapı, kanunların gerektiği gibi uygulanmaması... Tek problem politik durum ya da erkeklerin eğitilememesi diyemeyiz. Toplumsal boyuta bu denli taşınmış bir sorunun, birçok farklı elementini içeren sebepleri var.
"Ay ne olur kimse bulmasın G noktasını!"
G noktasını bulamadan ölmek sorun mu?
- Ay ne olur bulmasın kimse G noktasını! Sanki her şeyi çözdük de Türkiye’de cinsellikle ilgili, bir tek G noktasını bulmak kaldı! Bana soruyorlar, “G noktası nerede?” diye. Ben de diyorum ki: “Vajinadan içeri gir, düz git, orada tekrar sor!”
"Her seferinde orgazm olman da şart değil!"
Yıllar önce en önemli meseleydi orgazm. Şimdi orgazmdan söz eden yok! Nasıl olur?
- Bu bir yandan iyi, bir yandan kötü bir şey. Neden iyi olduğunu söyleyeyim. Çünkü cinsel orgazma bu kadar fazla odaklandığınız zaman, yine o at koşturma meselesine geri dönüyoruz. Sevişiyorsun, orgazm olabiliyorsan tamam -olamama bozukluklarından bahsetmiyorum- ama her ilişkinin sonunda da orgazm olmana gerek var mı? Burada kasten bir mahrum bırakma durumu yoksa, o sevişme güzel gidiyorsa ve güzel bir paylaşım varsa, bırak gitsin bir dahaki sefere olursun.
"Cinsel performans diye bir şey yok!"
O en çok sorulan sorunun cevabı ne? Penis boyunun önemi var mı?
- Hayır! Penis boyunun performans dediğimiz şeyle bir alakası yok! ‘Cinsel performans’ ne demek ayrıca? Ben böyle bir şeyin olduğuna inanmıyorum. Boyla mı ölçersin, kalınlıkla mı ölçersin, yoksa karşındakini ne kadar tatmin ettiğinle mi ölçersin? Tabii ki partnerini ne kadar mutlu ettiğinle ölçersin. Bazı kişiler bir partnerle çok kötü, bir başkasıyla harika bir uyum yakalıyor. Ya da tam tersi: Birkaç partnerle belli bir uyumda olup hep öyle gideceğini zannedip başka bir partnerle inanılmaz kötü sevişebiliyorlar. Bu bir at yarışı değil.
Etik porno nedir, feminist porno nedir?
Porno kötü bir şey mi? “Porno ilişki bozar, yuva yıkar” da deniyor. Öyle midir gerçekten?
- Türkiye’deki genel porno algısıyla ilgili şöyle bir şey var: Sapık erkekler porno izler. Ya da “Benden memnun değil, o yüzden porno izliyor!” “Ben eşimi tatmin edemiyorum, o yüzden porno izliyor!” Eğer kişi işin cılkını çıkarıp bütün gün porno izliyor ve bu bir bağımlılık haline geliyorsa, çocuklarıyla, eşiyle ilgilenmiyorsa, işine geç kalıyorsa o zaman tabii ki porno onun için kötüdür. Ama bu sigara da olabilir, alkol de... Burada problem porno değil, problem sorumlulukların yerine getirilmiyor olması. Benim söylemeye çalıştığım şu: Eğer çiftler diğer konularda olduğu gibi cinsellikte de iletişime geçebilirlerse, o zaman porno hislerin ya da bireylerin neyi isteyip neyi istemediklerini, ilgi odaklarını, cinsellikle ilgili ilgilendikleri konuları keşfetmek için onlara bir ortam da sağlayabilir.
Peki pornonun etiği olur mu?
- Evet, son dönemde ‘etik porno’ söz konusu. 10 yıldır popülerleşmeye başlayan bir şey. Etik porno, oyuncuların minimum asgari ücret aldığı, sağlık sigortalarının olduğu, istemediklerini yapmaya zorlanmadıkları ve belli saatler haricinde çalıştırılmadıkları, normal iş gibi gidip geldikleri bir sistem. İçerikleri de daha etik. Daha onay kavramını içeren, çok fazla taciz, tecavüz veya kadını aşağılayıcı öğeler barındırmayan tipte pornolar. Ama şöyle bir gerçek var, yapımı daha pahalı olunca, satışı da daha pahalı oluyor. Dolayısıyla onlara erişebilenler, pornoya belli bir parayı ayırabilen insanlar. “Bedava izleyebiliyorsam niye para vereyim” düşüncesinde olanlar etik olmayanları izliyor.
Peki ‘feminist porno’ var mı?
- Var. Feminist porno da, cinsiyet fark etmeksizin daha kapsayıcı içerikler barındıran, her bedenden, her etnik kökenden, her vücut tipinden insan bulunan, hikâyeleri de herhangi bir cinsiyeti veya kimliği aşağılamadan, cinselliği bir gerçek olarak benimseyip ele alan filmler. Kadın yönetmenlerin çektiği pornolar da var.
Kadınlar porno seyretmez mi? Böyle bir şey var mı?
- Oranlar erkeklere göre birçok ülkede daha düşük. İskandinav ülkelerinde ve Kanada’da biraz daha eşit olabilir ama Ortadoğu, Türkiye ve benzeri ülkelerde daha düşük. Çünkü böyle bir alışkanlık çok. Bir de bizde asırlardır gelen, ‘cinsellik erkektir’ algısı var. ‘Cinsel olan, aktif olan erkektir, kadın daha durağan bir varlıktır’ gibi bir algı...
En sık sorulan soru: Cinsel organın boyutu önemli mi?
Artık penis, vulva, vajina, klitoris gibi organ adlarını bile kullanmıyoruz. Neden?
- Bunun cevabını bilmiyorum. Keşke bilsem. Tamamen öğrenilmişlik. Bugün ebeveynlerle bir eğitimim vardı. Yuva çağındaki çocukların anne-babaları. O anne-babaların master dereceleri mi var, doktoraları mı var, hekimler mi, avukatlar mı hiç önemli değil. Kendi anne-babalarından ‘pipi’ diye duydularsa, çocuklarına da onu öğretiyorlar. Sen çocuğuna şunu penis ve vulva diye anlatsan; bir, çocuğun iletişimini kolaylaştıracaksın; iki, çocuk bedenini doğru tanıyacak; üç, istismar riski azalacak.
İstismar riskini nasıl azaltıyor?
- Bir çocuğun diğer bütün organlarına doğru isimleriyle hitap edip söz konusu yerlere ‘pipi’, ‘kuku’ deniyorsa, o çocuk oraların garip yerler olduğu algısına kapılıyor. Anne-baba, “Bak bazı insanlar buna pipi-kuku der ama sen doğrusunu bil. Buralar senin özel bölgen ve sadece sana ait!” demeli. Sen o zaman verdin çocuğa zırhını, sal parka, yiyorsa biri dokunmaya çalışsın! Tamam istismarın sorumlusu hiçbir zaman çocuk ya da aile değil, istismarı yapanın kendisi ama bizim, çocuğa kendisini koruyabilmesi için bazı araçlar vermemiz lazım. En azından sonrasında, ebeveynine gelip söyleyecek bir lügati oluyor. Amerika’da bir cinsel istismar davası vardı. Adli tıp uzmanları çocuğa sorular soruyor. Çocuk, sabahtan akşama kadar “Kurabiyemi yedi!” diyor. Sonradan anlıyorlar ki, aile içinde cinsel organa, ‘kurabiye’ deniyor.
İnsanlar sana en çok hangi sorunlarla başvuruyorlar? Neleri soruyorlar?
- Çocuklarla iletişim konusunda çok fazla soru geliyor. Kapsamlı cinsellik eğitim modelini anlatıyorum. Yaşa uygun, değerlere saygılı, bilim odaklı bir cinsel eğitim. Bireysel sorulara gelince... En sık sorulan, “Cinsel organın boyutu önemli mi?” Olmadığını söylüyorum. Erken boşalma ve ereksiyonla ilgili sorular da geliyor.