Avusturya hükümetinin sığınmacı sayısına ilişkin bir üst sınır belirleyeceğini açıklaması Almanya’da geniş yankı buldu. Kölner Stadtanzeiger’in konuya ilişkin yorumunda şu satırları okuyoruz:
"Avusturya bir domino efekti yaratacak ve komşu ülkelerde sığınma arayanların birikmesine yol açacak. Bu şekilde de tüm Avrupayı kapsayan bir çözüm için siyasi bir baskı uygulamış olacak. Almanya gibi güçlü bir ülke bu tarz bir zayıflık göstermemeli. Almanya ortaklarını böyle bir emrivakiye getirmemeli. Bir kez daha olmamalı. Almanya AB’deki ortaklarını kendi yol haritası için kazanmak istiyorsa onları ikna etmeli. En azından Angela Merkel bunu denemeli."
Frankfurter Rundschau gazetesinin aynı konuya ilişkin yorumunda ise şu satırlar göze çarpıyor:
"Sadece Avusturya’yı eleştirenler, sorunun tam olarak hakkını veremez. AB, bir bütün olarak mülteci krizinde başarısız olmuştur. Bu durum, Merkel’in tek başına aldığı karar ile başladı. Nitekim mülteci kabul etme kararı, doğruydu ve hala doğru. Ancak Almanya Başbakanı bu kararı meslektaşlarının da onayına sunmalıydı. Bu durum Yunanistan krizinde çok daha açık bir biçimde görülebiliyor. Merkel hükümeti diğer AB ülkelerinin karşı çıkmasına rağmen ne yapıp edip neoliberal politikaları kabul ettirdi. Berlin bununla şu mesajı verdi: Her ülke nerede durması gerektiğini görmeli. AB’nin önemli ülkeleri, Güney Avruplalıları mülteci sorunuyla tek başına bırakıp ve bu şekilde Akdeniz‘in yıllarca mültecilerin toplu mezarlığına dönüşmesine yol açarak, benzer bir tutumun şimdide mülteci politikasında söz konusu olduğunu gösteriyor."
Heidelberg’de yayımlanan Rhein-Neckar-Zeitung da mülteci krizinin Türkiye olmadan çözülemeyeceği değerlendirmesinde bulunuyor:
"Çözümü çok zor görevlerden biri, gelekte iltica başvurusu reddedilenleri geri göndermek olacak. Bu da Almanya-Avusturya ya da Almanya-İsveç sınırında olmayacak. Ama belki AB’nin dış sınırlarında olacak. İşte burada da sorun Türkiye olmadan çözülemez. Belki Davutoğlu’nun faturası çok yüksek olabilir ama onun da karlı çıkacağı çok şey var: Avrupa içerisindeki itibarı gibi."
Basın turumuzu Lüneburg’da çıkan Landeszeitung’un Rus gizli servisinin Litvenenko cinayetinde parmağı olduğunu iddia eden İngiliz makamlarının hazırladığı raporuna dair yorumu ile noktalıyoruz.
"Bolşevikler 1917 yılında Çeka gizli polisini yarattığından bu yana intikam hırsı Moskova’da kendine yer edindi. Çeka jargonunda tetikçi anlamına gelen “ıslak işler” uzmanları, ya kendi hesaplarına ya da Kremlin hesabına çalıştı. Sadece cinayet silahı bile Litvenenko cinayetinde bu ikinci hesaba çalışılmış olmasının muhtemel olduğunu gösteriyor. Polonyum nükleer reaktörlerde üretilir. Oraya da çok iyi ilişkileri olan ve banka hesabı kabarık katiller girebilir. Zira Litvenenko’nun çayına karışan zehirin 30 milyon euro değerinde olduğu belirtiliyor. Sadakatsizlere Moskovadan ölümcül selam göndermenin Rusya’da uzun bir tarihi var. Bu gelenek 1980’ler başında eski KGB şefi ve kısa süre Kremlin’in de başına geçen Yuri Andropov ile yeniden canlandırıldı. SSCB’yi güçlendirmek için yolsuzlukla çok sert mücade etti. Putin de onun izinden gidiyor gibi görünüyor."