Gündem

Türkiye-İsrail ilişkilerinde bardağın yarısını dolu görmek

Evet, Türk- İsrail ilişkilerine bakarken bardağın yarısını dolu olarak görmenin kulağa gayet garip geldiğinin farkındayım...

06 Eylül 2011 03:00

Barçın Yinanç
Turkish Daily News

 


Evet, Türk- İsrail ilişkilerine bakarken bardağın yarısını dolu olarak görmenin kulağa gayet garip geldiğinin farkındayım.

Hayır, iflah olmaz bir iyimser de değilim.

Bununla birlikte, önümüzdeki günlerde ikili ilişkilerde yaşanacak başağrıtıcı olayların iki tarafa da vereceği dersler açısından çok hayırlı olabileceğini düşünüyorum.

Zira, ilişkilerdeki bozulmanın iki tarafa da daha şimdiden bazı dersler öğrettiğine inanıyorum. Her iki başkentteki bazı karar vericilerin Mavi Marmara nedeniyle pişmanlık yaşadığından eminim.

Kanıt mı? Türk tarafı Mavi Marmara’nın gidişine göz yumduktan sonra  İsrail’le ilişkilerde gelinen noktadan memnun değil ki, Mavi Marmara’nin ikinci kez yola çıkmasını engelledi.

İsrail tarafında da Türkiye’yle ilişkilerde gidişattan bir rahatsızlık vardı ki, kabinenin bazı üyeleri özür dilenmesini savunuyordu.

Tabii; madem bazı dersler çıkarıldı o zaman nasıl oluyor da kriz daha da derinleşiyor diye sorulabilir.

Ne yazık ki, Türkiye’dekinin tersine, İsrail’de geçmiş krizden ders çıkaranlar, hükümetteki diğer dar  görüşlü kanat üzerinde ağırlığını kuramadı.

Bundan sonra yaşanacakların ise  sadece İsrail’deki sığ görüşlülerin değil, Ankara’da hala geçmişten ders çıkaramamış olanlar açısından da öğretici olacağını düşünüyorum. Zira, İsrail’e yönelik yaptırımlarda, ideolojik hissiyatın gözlerini kör ettiği bu grubun izlerini görmek mümkün.

İsrail’in 9 Türkü öldürdüğü için özür dilememesine karşılık, bu ülkeyle  diplomatik ilişkilerin düzeyini azaltmak,  askeri işbirliğini askıya almak, İsrail’e başağrısı verecek her türlü girişime destek olmak gayet anlaşılır bir şey.

Ancak Filistin’in veya diğer Arap ülkelerinin Gazze ablukasının kalkması için yapacağı her girişime destek vermek başka,  bu ablukanın yasadışılığını vurgulamak için sadece yasal düzeyde değil askeri düzeyde de girişimde bulunmak bambaşka bir şey.  Bu ikincisini yaparak, Türkiye,  kendi vatandaşlarının hakkının  değil, Gazze’deki tüm ölenlerin hakkının aranmasının peşinde olduğu izlenimi verecektir.  Halbuki, Türkiye’nin önceleği kendi vatandaşlarının hakkının aranması olmalı.  Türklerin haksızca öldürüldüğünü kanıtlayarak, İsrail askerlerine yargı yolunun açılmasını sağlamak, Gazze ablukasının yasal olmadığını kanıtlamaktan çok daha çabuk ve kolay elde edilebilecek bir sonuçtur.

Türkiye’ye tüm Arap dünyası adına İsrail’e kafa tutma misyonu biçen bir grubun karar verme mekanizmasını etki altına aldığı kanaati daha da pekiştikçe., Türkiye’nin derdi üzüm yemek değil bağcı dövmek denecektir.

Türkiye artık Ortadoğu’da Filistin – İsrail çatışmasına taraf olduğu için, o çok arzuladığı bölgesel rolünü, arabulucu rolünü oynayamayacaktır.

Önümüzdeki günlerde göreceğiz. Filistin, çok önemli bir diplomatik atağa kalkıştı. Bir kaç hafta içinde başlayacak olan Birleşmiş Milletler genel kurulunda Filistin devlet olarak tanınıp, tam üye olma talebinde bulunacak.  Filistin’in Türkiye’nin diplomatik gücüne en fazla ihtiyacı olduğu bir dönemde, Türkiye’yi kim dinleyecek?  “Bunun derdi barışa katkı sağlamak değil, İsrail’in canını yakmak,”  denecek.

Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun söylemiyle bölgede oyun kurucu olma misyonuna yaklaşması, tam da Davutoğlu’nun komşularla 0 sorun politikasının uygulanmasına bağlıdır. Türkiye ne zaman ki Yunanistan’la Ege’de itişip kakışmayı bıraktı, Suriye’yle ilişkileri düzeltti, işte o zaman sözü dinlenir oldu.

Önümüzdeki dönem, hem diplomatik cephede hem de askeri cenahta yaşananlar gösterecektir ki;  gerilim politikaları, Türkiye’yi bölgede ağırlığı hissedilir bir güç olma hedefinden uzaklaştıracaktır.  Ve yaşananlar,  ülkelerin ideolojik davalar için değil,  ulusal stratejik çıkarları için efelenmeleri  gerektiğine dair dersler öğretecektir.

Kuşkusuz gelişmeler İsrail açısından da öğretici olacaktır. Bir kere, geçmişteki gibi dokunulmaz olmadığını anlayacaktır. “Yaparım sonda da elimi bir güzel yıkarım” şeklindeki anlayışını eskisi kadar kolayca  sürdüremeyeceğini görecektir. Güvenliğin, düşmanların sayısını değil, dostların sayısını arttırarak sağlandığının farkına varacaktır.

Bu çerçevede, şu stratejik konjonktürde, Türkiye’yle işbirliği içinde, dostlarının sayısını arttırarak, düşmanlarına nispet yapabileceği tarihi bir fırsatı kaçırdığının ayrımına varacaktır.  Zira Suriye’deki yeni rejimle,  -ki eninde sonunda mevcut rejimin yerine geçecektir – Türkiye sayesinde  iyi ilişkiler geliştirerek, İran’ı  daha da izole etme şansını yitirdiğini geç de olsa görecektir.

Dediğim gibi, gelecekte yaşanacaklar çok öğretici olacaktır.