Emekli Büyükelçi Dr. Şükrü M. Elekdağ
Doğu Akdeniz sularındaki bir deniz çatışması anında hava savaşına dönüşür. İsrail’in fazla adette yeni nesil ve üstün performanslı uçağa sahip olması ve diğer teknolojik üstünlük nedenleriyle Türkiye’nin İsrail’e karşı bir hava savaşını kazanma şansı olduğunu söylemek zordur.
Esasında ben bu soruyu son derece anlamsız buluyorum. Zira, İsrail ile aramızda Mavi Marmara olayından doğan ciddi bir anlaşmazlık bulunduğunu kabul etmekle birlikte, iki ülke arasında bir savaş çıkmasını gerektirecek bir sorun olmadığı kanısındayım. Lakayt kalamayacağımız Filistin sorunun muhakkak ki dış politikamızda önemli bir yeri olmalı ve diplomatik yollarla bu davaya sahip çıkmalıyız. Ancak, Filistin sorunu nedeniyle Türkiye’nin bir çatışmaya yol açacak riskli bir politika izlenmesini akla zarar bir tutum olarak görüyorum. İsrail’le anlaşmazlığımıza böyle bir perspektiften bakmama rağmen, bazı TV kanallarındaki tartışma programlarında İsrail’le olası savaş senaryolarının ele alınarak bazen ipe sapa gelmez değerlendirmeler yapılması beni bu konu üzerine eğilmeye zorladı. Bu makaleyi de bu nedenle kaleme aldım.
Anımsanacağı üzere söz konusu programlar, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun , Türkiye’nin İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ablukayı tanımadığı ve “Doğu Akdeniz’de seyrüsefer serbestisi için gerekli gördüğü her türlü önlemi alacağı” yolundaki açıklamasından sonra özel bir rağbet gördü. Savaş senaryosu da, genellikle Türk gemilerinin gayri-meşru abluka bölgesine Türk destroyerleri refakatinde girmeleri üzerine İsrail savaş gemilerinin müdahalesi sonucunda durumun sıcak bir çatışmaya dönüşmesini öngörüyordu.
Önde gelen TV haber kanallarından birinde bu senaryonun tartışıldığı programa katılan savaş analizleri yapmaya meraklı bir TV yöneticisi ve köşe yazarı, tam bir “üslûbu hakimane” ile Türkiye’nin donanmasının gayet güçlü olması nedeniyle Doğu Akdeniz sularında çıkacak bir çatışmada İsrail’in en ufak bir kazanma şansının olmadığını söyledi. Buna benzer görüşlerin başka programlarda da dile getirildiğine tanık oldum. Aynı zat İran’la ilgili olarak da şöyle bir ahkâm kesti: “İsrail Türkiye’ye en küçük bir silahlı saldırı yaptığı zaman İran İsrail’i tam ortasından vurur. İran elindeki nükleer silahla veya başka silahla İsrail’i tam ortasından vurur. Böyle bir fırsatı kesinlikle kaçırmaz.”
Bu değerlendirme vahim hatalar içeriyor
Hatalardan birincisi, Doğu Akdeniz sularında Türkiye ile İsrail arasında bir savaş çıkması halinde bunun iki tarafın deniz kuvvetleri arasında bir çatışma olacağı varsayımından kaynaklanıyor. Çünkü denizde çatışmanın başlamasıyla birlikte İsrail hava kuvvetleri duruma derhal müdahale eder ve durum kaçınılmaz olarak bir hava savaşına dönüşür. Sonunda hesaplaşma hava kuvvetleri arasında olur. Böyle bir çatışmanın sonuçlarının ne olacağı hakkında bir tahmin yürütmek için de iki tarafın hava kuvvetlerinin envanterleri arasında bir karşılaştırma yapılması gereklidir.
Önce Türk tarafının envanterine bakalım. Türkiye’nin elinde halen 203 tane F-16 C/D tipi modern uçak mevcut. Bunlar F-16’ların Blok 30 ve Blok 40 versiyonlarından oluşuyor. F-16 uçaklarının Blok 50 ve 52+ versiyonları daha yeni bir üretim olarak çok daha geliştirilmiş donanıma ve üstün savaş kabiliyetine sahiptirler. Türkiye ABD’ye Blok 50 versiyonundan 30 adet F-16 uçağı sipariş etmiştir, ancak bunlar henüz THK envanterine tam olarak intikal etmemiştir. THK envanterinde ayrıca, 157 modernize edilmiş eski nesil F4-E uçağı da vardır.
İsrail’in envanterinde ise, 339 adet F-16 uçağı mevcuttur ve bunların 102 tanesi F-16 Blok 52+ versiyonundandır. Buna ilaveten, İsrail’in elinde 83 adet F-15 Eagle uçağı var. F-15’ler, F-16’lara nazaran daha büyük, uzun menzilli ve daha yüksel performanslı uçaklardır.
İsrail’in sahip olduğu teknolojik avantajlar
Envanterlerin karşılaştırılması , hernekadar İsrail’in Türkiye’ye karşı tartışılmaz üstünlüğünü ortaya koyuyorsa da, gerçek bir güç mukayesesinde İsrail’in sahip olduğu iki büyük teknolojik avantajın da hesaba katılması gerekir. Bunlardan birincisini izah için önce, ABD’nin müttefiklerine sattığı uçaklardaki “dost-düşman” ayırımı yapan elektronik sistemin hasım uçakları gözle görülme mesafesinden çok daha uzakta teşhis ederek hedefe kilitlendiğini ve otomatik olarak füzeleri ateşlediğini belirtelim. Özel stratejik müttefik muamelesi gören İsrail, ABD’den kaynak yazılım kodlarını sağladığı için, savaş uçaklarının “dost/düşman” yazılımını kendi düzenliyor ve kimi düşman görmek istiyorsa onu sisteme işliyor. Buna mukabil, ABD’nin Türkiye’ye sattığı uçaklardaki standart “dost-düşman” sistemi İsrail’i “düşman” olarak görmüyor. ABD kaynak kodları vermediği için de Türkiye yazılımı değiştirerek sistemin İsrail’i düşman olarak tanımlamasını sağlayamıyor . Bu durumda, muhtemel bir Türk-İsrail hava savaşında Türk pilotları daha İsrail uçaklarını görmeden, İsrail uçaklarının elektronik hedef saptama sistemleri teşhis ettikleri Türk uçaklarına kilitlenerek füzelerini ateşleyecek ve Türk uçaklarını düşüreceklerdir.
İsrail’in ikinci avantajı da, uzayda dört uydusunun mevcut olmasından kaynaklanıyor. Bu sayede İsrail Anadolu’yu rahatça tarassut edebilecek ve hava kontrolünü çatışmanın başından itibaren elinde tutacaktır. Burada belirtmemiz gereken bir husus, NATO ülkeleri pilotları arasında yapılan tatbikat ve yarışmalarda Türk pilotlarının büyük takdir topladığı ve nadiren birinciliği diğer müttefik pilotlara kaptırdıklarıdır. Ne var ki, teknolojik nedenlerle bir hava savaşında Türkiye’nin İsrail karşısında kazanma şansı olduğunu söylemek zordur.
İran rehine kendisi için rehine işlevi gören İsrail’i vurmaz
Şimdi, “bir Türkiye-İsrail savaşında İran’ın bunu bir fırsat olarak görerek İsrail’i tam ortasından vuracağı” iddiasına gelelim. Bu görüş strateji mantığından yoksundur. Çünkü Tahran, esas büyük düşman olarak İsrail’in velinimeti ve koruyucusu olan ABD’yi görmekte ve onu saldırıdan caydırmak için “beni vurursanız, ben de İsrail’i vururum” mesajını vermektedir. Yani Tahran, İsrail’e karşı aşırı saldırgan söylemine rağmen bu ülkeye ABD’ye karşı kullanılacak değerli bir rehine olarak bakmaktadır. Bu itibarla İran İsrail’in bu rehinelik işlevini kaybetmesini kesinlikle istemez, bu nedenle de İsrail’e ilk darbeyi vurma inisiyatifini almaz. Ayrıca, Tahran’daki yöneticiler, İsrail’i vurdukları takdirde anında ABD’nin korkunç misillemesine maruz kalacaklarını ve böyle bir saldırının hem Ayetullah rejiminin sonu olacağını hem de İran’ı uzun süre kötürüm bırakacağını çok iyi bilmektedirler. Bu yöneticiler ayni zamanda, İsrail’i vurmalarının Obama’ya yeniden başkan seçilmek için beklediği fırsatı vereceğini de bilirler. Zira, ünlü araştırma kuruluşu PEW’un son anketine göre Amerikalıların yüzde 61’i İran’ın vurulmasını destekliyor.