Gündem

Türkiye-Ermenistan ilişkileri: Son 30 yılda neler yaşandı?

Ankara ile Erivan arasında 30 yıldır atılan her adım, ya 1915 olayları, ya Dağlık Karabağ sorunu ya da üçüncü ülkelerin müdahalesi nedeniyle geri tepti. Öyle ki, 2009'daki ortak bildiri için "Bir bardak suda fırtınalar koparıldı" denilerek geri adım atıldı. Bugün normalleşme için yeni bir adım atılırken, son 30 yılda yaşananları derledik

27 Aralık 2021 16:16

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, yıllık değerlendirme toplantısında Ermenistan'la yapılan görüşmelerle ilgili olarak ilk toplantının Ermenistan'ın arzusuyla Moskova'da gerçekleşeceğini ancak Türk tarafının ilk toplantı sonrasında doğrudan temastan yana olduğunu söyledi. Çavuşoğlu, "Charter uçakları da yakında başlayacak. Karşılıklı ziyaretler dahil doğrudan temasa geçip yol haritası belirlenmesi gerekiyor. Bu süreçte can Azerbaycan'la eşgüdüm önem arz ediyor" dedi.

Bu konuşmadan öne çıkan iki konu; Moskova'nın rolünün Ermenistan için önemi ve Türkiye'nin bu süreçte Azerbaycan'ın duruşuna verdiği önem oldu.

İki ülke arasındaki yakınlaşma, tam da Sovyetler Birliği'nin dağılması ve iki ülke ilişkilerinin ilk aşamada başlamasının 30. yıldönümünde gerçekleşiyor.

Bu iki konu, sadece bugün değil, geçen 30 yılda yakınlaşma için atılan her adımda belirleyici olmuştu.

1915 olaylarının en başından bu yana ciddi bir sorun alanı olduğu; henüz bir karşılıklı bir diplomatik temsilci bile atanmadan kesilen diplomatik ilişkiler, 30 yıl boyunca çok sayıda iniş çıkış gördü. Karşılıklı atılan küçücük ya da kritik adımlar, bazen üçüncü ülkelerin bazen de ülke içindeki milliyetçilerin tepkileri sonrası geri alındı.

Tam da ilişkilerin yeniden kurulabilmesi için bu kez ciddi adımların atılmaya başladığı bu dönemde, Ankara-Erivan hattında 30 yılda yaşananları derledik.

'İlişkilerin sınırların değişmezliği ilkesine saygı temelinde tesis edileceğine inanıyorum'

Osmanlı İmparatorluğu, 1915'te, Anadolu topraklarında yaşayan yüz binlerce Ermeni evlerini arkalarında bırakarak zorunlu tehcire gönderildi.

1915'te evlerini terk etmek zorunda kalan Ermeniler

Tehcirin etkileri sürerken 1. Dünya Savaşı sonunda başka birçok imparatorluk gibi Osmanlı Devleti de yıkıldı. Onun yerine Türkiye'nin temellerini atacak olan TBMM ile Ermenistan arasında, 1921 tarihli Moskova Anlaşması ve Sovyetler Birliği'ne bağlı Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan'ın da imzaladığı Kars Anlaşması'yla bugün hâlâ geçerli olan sınır belirlendi.

1980'lerin sonunda Sovyetler Birliği dağılmaya yüz tutmuşken Ankara, kısa bir süre sonra bağımsızlığını kazanacağı anlaşılan Erivan'la yeni bir sayfa açmak için bölgeye elektrik gönderdi. Açlık tehdidinin ortaya çıktığı yerlere gıda yardımı yaptı, Batı'dan gelen yardımların Türkiye üzerinden Ermenistan'a ulaştırılmasına yardımcı oldu.

Ermenistan, 21 Eylül 1991'de bağımsızlığını ilan ettiğinde Türkiye'den yola çıkan resmi heyet, ilişkilerin olumlu seyretmesi için Erivan'da ülkenin ilk cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan ile bir araya geldi.

Bağımsızlığını henüz ilan eden Ermenistan'da ise 1915 olayları ve meşru görülmeyen Türkiye sınırıyla ilgili hassasiyet devam ediyordu. Bu sebeple Ter-Petrosyan, Ankara'dan gelen heyetle ticari ve ekonomik ilişkilerin nasıl kurulabileceğini görüşmekle yetindi.

Yüzyıllar boyunca devleti olmayan Ermeniler, 1918'de ilk bağımsız ülkelerini ilan etti ancak iki yıl sonra Sovyetlerin bir parçası haline geldi

16 Aralık 1991'de Türkiye, Ermenistan'ı ilk tanıyan ülkelerden biri oldu. Ancak Ankara'nın çekinceleri vardı. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, 24 Aralık 1991'de Levon Ter-Petrosyan'a gönderdiği mektupta, şu ifadeleri kullanacaktı:

"Hükümetimiz, Ermenistan Cumhuriyeti'ni tanırken, toprak bütünlüğüne saygı ve sınırların değişmezliği ilkesine bağlı kalacağı anlayışı içinde hareket etmiştir. İlişkilerin bu temel ilkelere saygı temelinde tesis edilip geliştirileceğine inanıyorum."

1992'de henüz iki ülke arasında diplomatik temsilcilikler açılmadan Ermenistan askerleri, Dağlık Karabağ'a girdi. Uluslararası hukuka göre Azerbaycan toprağı olan, nüfusunun çoğunluğunu Ermenilerin oluşturduğu Dağlık Karabağ'daki Ermenistan işgali büyürken Türkiye, Bakü'den yana tavır aldı.

Ermenistan Kelbecer'e girdiğinde Ankara, 3 Nisan 1993'te komşusu Ermenistan ile tüm sınırları kapattığını, demiryolu ve havayolu bağlantılarını kaldırdığını, transit ticaret hatlarını da kestiğini duyurdu.

Ve ikili ilişkilerde hızla yeni bir döneme girildi.

https://www.youtube.com/watch?v=pUnz_VU7YKE&t=1s

Ermenistan'ın 'soykırımın tanınması' çabalarından Türkiye'nin 'komisyon' önerisine

Moskova'dan resmen bağımsızlığını ilan ettikten sonra ilk yılları savaşlarla geçen Ermenistan, 1998'de yeni bir yönetimin iktidara gelmesinin ardından diplomasiye ağırlık verdi. O güne kadar Ermeni diasporasının yürüttüğü 1915 olaylarının "soykırım olarak tanınması" çalışmalarını dışişleri bakanlığı aracılığıyla resmen yürütmeye başladı.

Bu sürede bazı ülkelerin parlamentoları, Ermenistan'ın yürüttüğü diplomasi sonucu Ankara'nın tepkisini çekse de 1915 olaylarını "soykırım" olarak tanıdı.

Bir yandan da, Soğuk Savaş'ın hemen ardından bölgedeki iki ülkeyi yakınlaştırmaktan yana olan ABD'deki George Bush yönetiminin telkinleriyle, Türk ve Ermeni dışişleri bakanları çeşitli uluslararası toplantılarda bir araya geldi.

Ancak bu görüşmeler bir sonuç doğurmadı.

Nihayet 2005 yılında, o dönem AKP ve CHP'nin ortaklaşmasıyla, "Tarihçiler Komisyonu" kurulması bildirisi imzalandı ve TBMM'de onaylandı. Bildiri, Ankara tarafından "soruna bilimsel çözüm için atılan ilk resmi adım" olarak değerlendirildi.

Erdoğan, dönemin Ermenistan Cumhurbaşkanı olan Robert Koçeryan'a da bir mektup yazarak iki ülkeden tarihçilerin ve uzmanların bir araya gelmesi, arşiv taramasıyla tarihi aydınlatması önerisini iletti.

Mektuba yanıt, 25 Nisan'da, yani 1915 olaylarının yıldönümünden bir gün sonra geldi.

Koçeryan, "ikili ilişkilerin geliştirilmesi sorumluluğunun hükümetlere ait olduğunu" belirtiyor; "bu sorumluluğu tarihçilere bırakma hakkımız yoktur" diyordu.

Abdullah Gül ve Serj Sarkisyan, 6 Eylül 2008'de milli maç sonrası Erivan'da bir araya geldi

Tepkilere rağmen milli maçta uzlaşma

2007'de Abdullah Gül, Türkiye'nin cumhurbaşkanı oldu. Ermenistan'da da 19 Şubat 2008'de Serj Sarkisyan, cumhurbaşkanı seçildi.

Henüz Sarkisyan için "hile" iddialarının olduğu, seçim sonuçlarına bazı protesto gösterilerinin devam ettiği ve birçok devlet başkanının tebrik için ortalığın yatışmasını beklediği günlerde, Abdullah Gül, fırsatı kullanarak Sarkisyan'a geleneksel tebriklerin ötesine geçen bir mektup gönderdi. İkili ilişkilerin geliştirilmesi temennisini güçlü şekilde dile getirdi.

Aynı sıralarda o dönem başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan ile dışişleri bakanı olan Ali Babacan da, Ermeni mevkidaşlarına birer iyi niyet mektubu gönderdi.

Bu sırada Türkiye'de 1915 olayları için "soykırım" ifadesini kullananlara yönelik yargı süreçleri devam ediyor; Ermeni gazeteci Hrant Dink suikastına devletin güvenlik birimlerinin de dahil olmuş olabileceğine dair haberler artıyordu.

Sarkisyan ise, Ankara'daki yeni yönetimin mektuplarına olumlu yanıt verdi. Moskova'ya bir ziyarette bulunan yeni Ermenistan lideri, ekonomi, savunma gibi birçok alanda neredeyse bağımlı olduğu Rusya'nın da onayını alarak Gül'ü, Ermenistan ve Türkiye Milli Futbol Takımları'nın Erivan'da oynanacak maçına davet edeceğini açıkladı.

6 Eylül 2008'deki maçı Türkiye 0-2 önde bitirdi

İki ülkedeki milliyetçi kesimlerin tepkilerine rağmen karşılıklı olumlu açıklamaların sürdüğü birkaç ayın ardından, 6 Eylül 2008'de, ilk kez bir devlet başkanı Türkiye'den Erivan'a gitti. Bir dönüm noktası olan bu günübirlik ziyarette Gül, maçın ardından Başkanlık Sarayı'nda Sarkisyan'la, daha sonra "yapıcı ve olumlu" diye açıklayacağı bir görüşme yaptı.

Bu ziyaret sonrası ikili ilişkilerde 15 yılın ardından ciddi bir ivme yakalanmış oldu. Türkiye, Ermenistan uçaklarına Türk hava sahasını tamamen açarken yurt dışı temsilciliklerde iki ülke diplomatları, birbirlerinin davetlerine katılmaya başladı. İki ülkenin dışişleri bakanları, uluslararası toplantılar vesilesiyle birkaç ay içinde 6 kez bir araya geldi.

Bu sırada Azerbaycan ile yakın ikili ilişkilerini bozmak istemeyen Türkiye, bir yandan da Azerbaycan-Ermenistan-Türkiye üçlü görüşme formatını oluşturmak için çabaladı. Eylül 2008'deki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantıları sırasında üst düzey olmayan bir üçlü görüşme gerçekleşti. Ocak 2009'da da Davos'taki zirvede İlham Aliyev, Erdoğan ve Ermenistan Dışişleri Bakanı Nalbantyan birlikte kameralara poz verdi. Ancak Azerbaycan, bundan sonraki girişimlere olumlu yanıt vermedi.

Aliyev, Erdoğan ve Nalbantyan, Davos - Ocak 2009

Tüm bunlar olurken ABD, Türkiye ve Ermenistan basını da olumlu havayı yansıtan haberlerinde bazı iddialara yer veriyor; sınırların hızla açılacağı; diplomatik ilişkilerin kısa zaman içinde tesis edileceği yazılıyordu.

Bu iddialar, o güne kadar kamuoyu önünde sessizliğini koruyan Bakü'deki tepkilerin su yüzüne çıkmasına yol açtı.

Öyle ki; 6-7 Nisan 2009 tarihlerinde Medeniyetler İttifakı toplantısı için birçok dünya liderinin bir araya geldiği Türkiye'ye, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev gelmeyi reddetti.

Erivan-Ankara yakınlaşmasını "memnuniyetle takip eden" dönemin ABD Başkanı Barack Obama, Türkiye'deki toplantıya katılması halinde Aliyev'le baş başa görüşme sözü verdi ancak bu söz de Aliyev'i kararından döndürmedi.

Barack Obama, Nisan 2009'da İstanbul'da Ermenistan ve Türkiye dışişleri bakanlarının görüşmesine önayak oldu

'Bir bardak suda fırtınalar kopartıldı'

9 Nisan 2009'da Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı'ndan, Türkiye-Ermenistan sınırının açılmasının kabul edilmeyeceği açıklaması geldi.

Gül'ün ve Babacan'ın Erivan'daki milli maç sonrasında Bakü'ye yaptığı ziyaretler sonuç vermemişti.

Bir süre sonra hem Erdoğan hem Gül, yaptıkları konuşmalarda "Ermenistan işgali altındaki Dağlık Karabağ" vurgusu yapmak ve Ermenistan'a "işgale son verme çağrısı yapmak" durumunda kaldı. Bu vurgular sıklaşınca, Ermenistan yönetiminden de rahatsızlık duyduklarına dair açıklamalar gelmeye başladı.

Bu ortamda dönemin dışişleri bakanı Babacan Erivan'a bir ziyaret gerçekleştirdi. Ermeni mevkidaşı Nalbantyan, ziyaretin ardından "sınırların anlaşması konusunda ilerleme kaydettiklerini ancak nihai anlaşmaya varılmadığını" açıkladı.

Nalbantyan ve Babacan

Nihayet 22 Nisan 2009'da Türkiye, Ermenistan ve İsviçre Dışişleri Bakanlıkları ortak bir açıklama yaparak iki ülkenin "kapsamlı bir çerçeve üzerinde mutabık kaldığını, normalleşme için bir yol haritası belirlendiğini" duyurdu.

Ancak yol haritasının detayları açıklanmadı. Azerbaycan basınındaki eleştirinin tonu da "Türkiye Karabağ'ı satıyor" manşetleri basacak kadar sertleşti.

Ve Bakü, SOCAR aracılığıyla Türkiye'ye sattığı doğalgazın fiyatını da artırmak için girişimde bulundu.

Bunun üzerine, ortak bildirinin üzerinden bir ay bile geçmeden dönemin Başbakanı Erdoğan, 14 Mayıs 2009'da Bakü'ye yaptığı ziyarette, Azerbaycan Parlamentosu'nda yaptığı konuşmada şunları söyledi:

"Son dönemlerde yalan haberler üzerinden kardeşlik iklimi gölgelenmeye çalışıldı, adeta bir bardak suda fırtınalar koparıldı. Yukarı Karabağ tamamıyla Ermenistan'ın işgali altına girdiğinde kapılar kapanmıştır. Bu ortadan kalktığında kapılar açılır veyahut biz Azeri kardeşlerimizle bu noktada mutabık kalmadığımız sürece bir adım atamayız."

Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev de, bu sözler üzerine "artık şüpheye yer kalmadığını" söyledi ve Erdoğan'a teşekkür etti.

Ekim 2009'da Bursa'da oynanan Türkiye-Ermenistan milli maçı için de Sarkisyan Türkiye'ye gitti

Erdoğan'ın "bir bardak su" dediği Ermenistan'la tarihi görüşmeler ise bir yandan devam ediyordu. Ancak bu görüşmelerde iki taraf için de hassas konulardan biri olan Dağlık Karabağ meselesi hiç gündeme getirilmiyor, gelse de kamuoyuna açıklanmıyordu.

Nihayet 31 Ağustos 2009'da iki ülke arasında iki adet protokol üzerinde anlaşma sağlandı. Bunlardan biri "Diplomatik İlişkilerin Kurulmasına Dair Protokol" diğeri ise "İlişkilerin Geliştirilmesine Dair Protokol"dü. Bu protokollerin yürürlüğe girmesinden iki ay sonra sınır kapılarının açılması kararlaştırılmıştı. Ne var ki; protokollerin iki ülke bakanları tarafından imzalanması ve parlamentolarda onaylanması için zor bir süreç öngörülüyordu.

Türkiye'de muhalefet partileri protokollere karşı çıktı, meclise geldiğinde onay vermeyeceklerini açıkladı; bir yandan da küçük çaplı protestolar düzenlendi.

Ermeni diasporası, birçok ülkede protokollere karşı protesto gösterileri düzenledi

Ermenistan'da da protokoller kilise ve meclisteki milliyetçi partilerin tepkisiyle karşılaştı. Burada da farklı şehirlerde protesto gösterileri düzenlendi. Sarkisyan, Türkiye'nin büyük bir ticaret ortağı olacağını açıklayarak tepkileri dindirmeye çalıştı. Ardından Paris'ten başlayarak diasporayı ikna etmek için yurt dışı gezilerine başladı. Bu geziler sırasında da "hain" sloganlarıyla karşı karşıya kaldı.

En büyük tepki ise Ermenistan Anayasa Mahkemesi'nden (AYM) geldi. Mahkeme, "soykırım kurbanlarına da tazminat talep edilmesi gerektiği" açıklaması yaptı. Bu açıklama önemliydi; zira Ermenistan'da her türlü uluslararası sözleşme, Meclis'e gitmeden önce AYM'nin onayından geçmek zorunda.

'Ölü doğan' Zürih Protokolleri

Tepkiler artarken Ankara ve Erivan görüşmeleri sürdürdü ve nihayet 10 Ekim 2009'da, İsviçre'nin Zürih kentinde protokoller imzalandı. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner'in de katılımıyla, Türkiye ve Ermenistan'ın dışişleri bakanları Ahmet Davutoğlu ve Edward Nalbantyan tarafından protokoller imzalandı.

Zürih Protokolleri, 10 Ekim 2009

O gün yapılan konuşmalarda ne Dağlık Karabağ'a ne de 1915 olaylarına değinildi.

Ancak iki tarafta da tepkiler dinmedi. Nihayet 10 Ocak 2010'da, Ermenistan AYM, protokollerin bazı şartlar yerine getirilirse uygulanmasının anayasaya aykırı olmadığına hükmetti. Bu şartların başında 1915 olaylarının tartışmasız "soykırım olarak kabul edilmesi" geliyordu.

Türkiye Dışişleri Bakanlığı, yaptığı sert açıklamayla bunu kabul etmeyeceğini duyurdu. Zaten TBMM'deki MHP ve CHP'den de onay verilmeyeceğine dair açıklamalar geliyordu.

10 Nisan'da son bir adım daha atıldı ve Nükleer Güvenlik Zirvesi için Washington DC'ye giden Erdoğan ve Sarkisyan son bir görüşme yaptı. Ancak daha sonra yapılan açıklamalara göre, Erdoğan 'Dağlık Karabağ işgalinin sona ermesi' üzerinde dururken Sarkisyan 'soykırımın tanınması ve mağdurlara tazminat verilmesi' konusundan vazgeçmediklerini dile getirdi. Böylece son çaba da sonuçsuz kaldı ve protokoller, dönemin Türk diplomatlarının ifadesiyle 'ölü doğmuş' oldu.

Görüşmeden günler sonra Sarkisyan, "Türkiye'nin Dağlık Karabağ sorununu ön koşul olarak sunduğunu, bunu kabul etmeyeceklerini" açıklayarak protokollerin meclise getirilmesini süresiz olarak askıya aldı.

27 Eylül'de başlayan Dağlık Karabağ savaşının sonucunda Azerbaycan birçok bölgeyi hakimiyeti altına aldı

Peki bugün Dağlık Karabağ sorunu büyük ölçüde masadan kalktıktan sonra başlayan görüşmelerde protokollerin yeri ne olacak?

Çavuşoğlu, 27 Aralık'ta bu konuyla ilgili yaptığı açıklamada "Protokollerin bir anlamı kalmadı, en önemli kısımları Ermenistan Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Bunlar artık geride kaldı. Bugün yeni bir süreç başladı." dedi.

'Sessiz diplomasi' ve Dağlık Karabağ savaşı

2010-2020, Türkiye-Ermenistan ilişkileri açısından -bazı kritik açıklamalar olsa da- kayda değer bir ilerlemenin görülmediği yıllar oldu. Abdullah Gül, gazete manşetlerinin ve açıklamaların sürece olumsuz etki yaptığını belirterek "sessiz diplomasi" yürüteceklerini söyledi.

2012'de Davutoğlu, "ekonomik ilişkileri güçlendirip siyasi sorunları çözme" yolunu denedi. Ermenistan'ın Dağlık Karabağ'daki 7 rayondan çekilmesi karşılığında iki ülke arasında doğrudan demiryolu hattı inşa edebileceklerini açıkladı.

2013'te Nalbantyan'la Erivan'daki uluslararası bir toplantı marjında bir araya gelen Davutoğlu, "Tehciri yanlış bir uygulama olarak görüyoruz" açıklaması yaptı.

Dağlık Karabağ savaşı sonrası ateşkesi izlemek için Ocak 2021'de Türk-Rus Ortak Merkezi açıldı

2014'te Erdoğan, 1915 olaylarının yıldönümünde yayımladığı mesajda "Ermenilerin o dönemde yaşadıkları acıların hatıralarını anmalarını anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir." ifadelerini kullandı ve olaylarda hayatını kaybeden Ermenilerin torunlarına "taziye" dileklerini iletti.

Ancak Ermenistan o dönemde, 1915 olaylarının 100. yıldönümünde "soykırımın tanınması için" çalışmalarına yoğunlaşmıştı. 2015'te olayları "soykırım" olarak kabul eden birkaç ülke daha listeye eklendi. Türkiye'nin de Ermenistan'a yönelik açıklamaları ve tavrı bir kez daha sertleşti.

2020 Eylül ayında ise, bugüne dek atılan adımlarda tıkanmaya yol açan sebeplerden birisiyle ilgili kritik bir gelişme oldu. Dağlık Karabağ'da çatışma başladı. Savaşta Türkiye, hem savunma sanayi alanında hem de diplomasi alanında Azerbaycan'a ciddi bir destek verdi.

9 Kasım'da Ermenistan yenilgiyi kabullendi. Dağlık Karabağ çevresindeki 7 rayondan çekildi, Dağlık Karabağ'da da Rusya barış gücü olarak görev yapmaya başladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu gelişmeden bir ay sonra "Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde de yeni bir sayfa açılabilir" açıklaması yaptı. Aliyev'le de bu konuda mutabık kaldıklarını söyledi.

Nihayet Aralık 2021'de Türkiye ve Ermenistan, doğrudan görüşmeler için birer temsilci atadı. Türkiye'nin temsilcisi eski Washington Büyükelçisi Serdar Kılıç olurken Ermenistan, Meclis Başkan Yardımcısı Ruben Rubinyan'ı temsilci seçti.

Bugün Nahcivan üzerinden Türkiye-Azerbaycan'ı birbirine bağlayacak olan koridor, Dağlık Karabağ çevresinde Rus askeriyle birlikte görev yapan Türk askeri gibi konularda Ermenistan'la sorunlar devam ediyor. Ancak bunların hiçbiri, Dağlık Karabağ meselesi ve Azerbaycan'ın itirazları gibi kök sorun olarak görülmüyor ve normalleşmenin önünde engel olarak durmuyor.

Şimdi, rafa kaldırılmazsa ya da ortak komite önerileri kabul edilmezse görüşmeleri etkileyecek ana konu; 1915 olayları olarak karşımıza çıkıyor.