Doğan Akın / ANALİZ
“Kürt konferansları” yakın siyasi tarihimizde “kriz”le özdeştir.
12 Eylül 1980 darbesinin ardından geçen ANAP’lı yıllardan sonra 20 Ekim 1991’de yapılan genel seçimler demokratikleşme özlemleri açısından büyük bir umut yaratmıştı. Ancak umut beslenen ana akımı temsil eden Erdal İnönü liderliğindeki SHP, özellikle Kürt sorunu nedeniyle büyük çalkantılar yaşıyordu. Meseleye “Kürt sorunu” mu, “Güneydoğu sorunu” mu denileceği üzerinde bile uzun tartışmalar yapılıyordu.
Dönemin önemli olaylarından birisi, 7 milletvekilinin 1989’da Paris’te düzenlenen “Kürt Konferansı”na katılmaları oldu. Parti içi disiplin işledi ve 12 Eylül sonrasında sol kamuoyunun büyük umutlar beslediği SHP, konferansa katılan Kürt milletvekillerini ihraç etti.
Bu grubun kurduğu Halkın Emek Partisi’nin (HEP) 20 Ekim 1991’de yapılacak seçimlere katılamayacağı anlaşılınca SHP-HEP ittifakı gündeme geldi. SHP, ihraç ettiği milletvekillerinin partisiyle seçim ittifakı yapmıştı! İttifak girişimleri parti içinde ciddi krizlere neden olmuş, İnönü’nün koyduğu ağırlıkla sağlanabilmişti. Ancak seçimlerden bir süre sonra ayrılmak yine kaçınılmaz olacaktı.
Seçimden çıkan DYP-SHP koalisyonunun yarattığı umutlar Başbakan Süleyman Demirel’in “Kürt realitesini tanıyoruz” çıkışıyla ancak bir süre daha devam edebildi, Türkiye terör-şiddet sarmalında bugünlere geldi.
Aradan geçen zamanda ciddi bir yol kat edilmediğini söylemek gerçekçi olmaz. Ama ne pahasına? Kat edilen yolların genelde Türkiye’yi “sürükleyen” rüzgârlarla aşılabildiğini kabul etmek zorundayız. Yoksa örneğin devlet televizyonunda Kürtçe yayın yapmak için neden bu kadar yıl beklendiğini açıklamak mümkün olamıyor.
Bakalım, devlet televizyonunda bile meşru sayılan Kürtçe’nin siyasetteki yasağının kalkması için hangi rüzgârların siyaseti sürüklemesi gerekecek!
Hafta başında ABD Başkanı Obama’ya sunulmak üzere hazırlanan beş aşamalı PKK’yı tasfiye planına ilişkin ayrıntıları okuduk. ABD'de Lehigh Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Henri J. Barkey’nin "Preventing Conflict Over Kurdistan-Kürdistan Üzerinde Çatışmayı Önleme" başlığıyla hazırladığı raporda PKK'nın tasfiyesi ve Kürt sorununun çözümüne ilişkin olarak sıralanan önerileri şöyle özetleyebiliriz:
- Türkiye’nin Kuzey Irak (Erbil) yönetimi ile ilişkilerini geliştirmesi
- PKK’lılar için genel af ilan edilmesi, silah bırakacak PKK’lıların geleceğinin Erbil ve ABD tarafından garanti edilmesi
- Silahların Türk subayların gözeteminde ABD’li yetkililere şeffaf usullerle teslimi
- Bu sürecin ardından Kuzey Irak’ta silahlı PKK’lılara göz yumulmayacağının ilanı
- Silah bırakmamakta direnenlere karşı ABD Hava Kuvvetleri’nin operasyon yapması
Bu planın ardından gelen haber, hazırlıkları bir süredir devam eden Kürt Konferansı’nın Erbil’de bütün Kürt gruplarının katılımıyla kısa bir zaman dilimi içinde yapılacağı oldu. Konferansın, 29 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerin sonrasına bırakılma olasılığı bulunuyor.
Mesud Barzani liderliğindeki Kürdistan Yurtsever Birliği’nin (KYB) ev sahipliğinde yapılacak konferansta, “bütün Kürtler’in selameti için diğer grupların PKK’yı silah bırakmaya zorlayabileceği” belirtiliyor.
Türkiye’nin gelişmeleri dikkatle izlemesi ve akan kanı durduracak çözüm yolları üzerinde, bu kez hiçbir rüzgârla sürüklenmeyi beklemeden cesaretle düşünmesi gerekiyor.
1990’lı yıllarda “PKK ateşkesi” bile tartışmalara yol açardı. Tepkilerin odağını “muhatap alınmak için yapıyor”, “devlet PKK’yı muhatap kabul edip ateşkesi ciddiye alamaz” görüşleri oluştururdu. Demirel, son Başbakanlığı sırasında kendisine ısrarla yöneltilen “Ateşkes hakkında ne düşünüyorsunuz” sorularına, bir gün “Ne yani, silah bırakan adama niye silah bıraktın mı diyelim” karşılığını vermişti.
Demirel’in pragmatizminden bile ders çıkarılacak günlerden geçiyoruz!