DW Türkçe: Avrupa Birliği Komisyonu sığınmacı krizinin çözümünde Türkiye ile işbirliği yapmak istiyor. Bu çerçevede Türkiye’de iki milyon sığınmacının barınacağı altı yeni mülteci kampı kurulması önerisi gündemde. Ayrıca Türkiye’nin Yunanistan ile ortaklaşa AB’nin dış sınırlarını da daha etkin şekilde koruması isteniyor. Bu planı nasıl karşılıyorsunuz?
Angenendt: Şu ana kadar hangi kararların alınacağı açıklığa kavuşmadı. Fakat Avrupa Birliği’nin ne istediği belli, Türkiye’nin yeni kamplar kurması ve şimdiye kadar olduğundan daha fazla sığınmacı kabul etmesi arzulanıyor. Bu kamplara, Yunanistan üzerinden AB’ye yasadışı girenlerin yerleştirilmesi planlanıyor. Buna Frontex’le ortak yürütülecek sınır koruma faaliyetleri eşlik edecek. Bir anlaşma sağlanacağından eminim. Fakat henüz netleşmemiş olan pek çok husus var. Uygulamada olduğu gibi siyasi konularda da... Uygulamaya ilişkin noktalar, Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin bu kampları kurabilmesi için yeterli mali yardımda bulunup bulunmayacağı. Açık olarak görülüyor ki Türkiye kampların organizasyonunu kendisinin, finansmanını ise AB’nin üstlenmesi beklentisi içinde. Ancak soru şu, AB Türkiye’yi memnun edecek kadar mali kaynak ayırabilecek mi? Ayrıca buna karşılık olarak Türkiye ne talep ediyor? AB bu beklentileri yerine getirmeye hazır mı? İlk olarak aklıma Türkiye’nin vize kolaylığı talebi geliyor. AB’nin bazı ülkeleri buna karşı çıkarken, bazıları ise onaylıyor. Öte yandan bu kamplarda iltica hukukuna ilişkin standartlar nasıl sağlanacak? Kamplar BM Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından mı denetlenecek? Bu da esas mesele gibi henüz belli değil. Esas mesele ise AB ülkelerinin gerçekten de bu kamplardan mülteci kabul edip etmeyeceği. Zira AB’nin buradan mülteci alması Türkiye’nin en önemli taleplerinden biri.
DW Türkçe: Sizce AB “Mülteci kabul edeceğiz” diyerek boş bir vaat mi vermiş olur?
Angenendt: Avrupa Birliği düzleminde Resettelment (Yeniden Yerleştirme) programına giriş yaptık. İçişleri bakanları Yunanistan ve İtalya’daki kamplardan 160 bin mültecinin kabul edilmesini kararlaştırdı. Buna benzer bir girişim Türkiye ile de yapılmalı, yani kurulacak yeni kamplardan AB'ye mülteci kabul edilmeli. Türkiye ile bu programa devam edilmeli, fakat mülteci kabul etme iradesi de olmalı. İşler bu aşamaya gelir mi, pek emin değilim. AB ülkelerinin buna hazır olup olmayacağı büyük bir soru işareti. Oysa Türkiye’nin bu tür kamplar oluşturulması yönündeki kararı AB'nin bu konudaki tutumuna bağlı olacaktır.
DW Türkçe: AB’nin Türkiye politikasında da büyük bir değişiklik gözlemliyoruz. Siz, güncel sığınmacı krizinin AB ile Türkiye’yi yakınlaştıracağına ihtimal veriyor musunuz?
Angenendt: Evet, Türkiye zamanla en önemli aktör haline geldi. En azından mevcut kriz bağlamında... Eğer Türkiye bu kadar önemliyse beklentileri ve istekleri konusunda da tavizkar olunmalı. Bence Türkiye ile AB birbiriyle yakınlaşacak. Bu yakınlaşmanın ve yakın işbirliğinin, Türkiye’de yüksek iltica hukuku standartlarının geçerli kılınması yönünde kullanılmasını umuyorum.
DW Türkçe: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kimi yorumlarda sığınmacı krizi üzerinden AB’yi baskı almak hatta AB’ye şantaj yapmakla eleştirildi. Siz bu eleştirilere katılıyor musunuz?
Angenendt: Ben böyle olduğunu düşünmüyorum. Erdoğan, AB’nin sığınmacı krizinin çözümü konusunda Türkiye’ye ne kadar muhtaç olduğunu biliyor. Konuya dikkatle yaklaşan bütün Avrupalı politikacılar Türkiye’nin müthiş bir müzakere gücü olduğunun farkında. Tehditlere hiç gerek yok. Herkes Türkiye ile iyi bir işbirliği yapılabileceğini biliyor. Tabii ki Türkiye’nin AB’ye yaklaşması, hatta üyelik konusunda başlatılacak yeni bir tartışma da bunun bir parçası.
DW Türkçe: Sizce Avrupa Birliği, dış sınırların Türkiye tarafından etkin şekilde korunmasını isteyerek sığınmacı sorununu Türkiye’nin üzerine mi yıkmış oluyor?
Angenendt: Evet, bir açıdan bakıldığında sorun oraya doğru itilmiş oluyor. Fakat bunun alternatifi yok. Alman gözüyle bakıldığında, sayıları biliyoruz. Son günlerde gazetelerin hemen hepsinde yıl sonuna kadar bir milyon daha sığınmacı gelebileceğine ilişkin haberler yer aldı. Niyet ne kadar iyi olursa olsun, başa çıkmakta zorlanılan sayılar bunlar. Sığınmacıların kabul edilmesinin, uzayan ve karmaşık iltica süreçlerinin bu krizle mücadelede en iyi yol olmadığı ortada. İnsanlar koruma arayışı içinde bile olsa yeni bir yöntem bulunmalı. Bence biz mülteci politikasında temel bir dönüşümün eşiğindeyiz. Buraya gelen ve korunma ihtiyacı içinde olanlara koruma sağlanmasına dayalı geleneksel politika gelecekte yerini yeni bir anlayışa bırakacak. Sınırlar daha sıkı korunacak, AB’nin dış sınırları daha iyi denetlenecek. Avrupa Birliği Komisyonu’nun planı, komşu ülkelerde mülteci kamplarının kurulmasını öngörüyor. Türkiye ile yürütülen kamp tartışması sadece bir başlangıç. Benzer kampların Kuzey Afrika’da ve dünyanın diğer yerlerinde kurulması da gündemde. İşte bu mülteci politikasında bir dönüşüme işaret ediyor. Zira gelecekte AB ülkeleri bu kamplara gidecekler, mültecileri seçecekler, koruma ihtiyacı olan insanları Avrupa’ya getirecekler. Bu da yeniden yerleştirme programına giriş niteliğinde. Bu halihazırdakinden daha farklı bir politika.
DW Türkçe: Peki, AB’nin temel ilkelerinden olan serbest dolaşımın bu bağlamda tehlikeye girdiğini düşünüyor musunuz?
Angenendt: Serbest dolaşım esas herkes ortak bir iltica politikası üzerinde uzlaşamadığında tehlikeye girer. Aslında bu konunun bu yılın ortalarına kadar halledilmiş olması gerekiyordu. Ama olmadı. Standartlar ülkeden ülkeye farklılık gösteriyor. Aynı zamanda mülteci kabul etme kapasitesi de farklı. Ortak iltica politikası acilen yürürlüğe girmek zorunda, aksi takdirde kısa veya uzun vadede yeniden kalıcı iç sınırlara sahip olacağız. Schengen Anlaşması işlevini yitirecek. Üye ülkeler Schengen’i ihlal etmeye başlayacak. Bu hem Avrupa entegrasyonunu hem de Avrupa Birliği’ni tehlikeye atar. Ya ortak bir iltica politikası izlenir yada Schengen kısa veya uzun vadede sadece bir kağıt parçasından ibaret hale gelir.
DW Türkçe: Avrupa Birliği bu kadar çok sayıda insanın ülkesinden kaçıp Avrupa’ya doğru yola çıkmamasını sağlamak, yani sorunun kökenine inerek çözümü orada aramak için neler yapmalı?
Angenendt: Bütün uzmanlar yıllardır mülteci krizinin yaşandığı ülkelerin komşularına yani Suriye krizinde Türkiye, Lübnan, Ürdün ama örneğin Afrika’da da çok sayıda Afrika ülkesinin desteklenmesi çağrısında bulunuyor. Buralarda sığınmacıların ilk etapta kabul edildiği kamplarda temel ihtiyaçların karşılanmasının güvence altına alınması çok önemli. Ayrıca bu ülkelerin iltica ve entegrasyon politikası geliştirmesine de destek olmak gerekiyor. İnsanlar Türkiye’yi, Lübnan’ı, Ürdün’ü terk edip Avrupa’ya gidiyorlar, çünkü bu ülkelerde bir gelecek perspektifi görmüyorlar. Çocuklar okula gitmiyor, iş olanakları yok ve kendi ayakları üzerinde durabileceklerine dair perspektif mevcut değil. Bu ülkelerin iltica ve entegrasyon politikası için ciddi biçimde desteklenmesi şart. Fakat bazıları bunu istemiyor, örneğin Türkiye sığınmacıları ‘misafir’ olarak görüyor. Yine de en önemlisi komşuların desteklenmesi.
DW Türkçe: Sizce sığınmacıların geldikleri ülkelerde siyasi yetkililer onların ülkeye uyumunu kolaylaştırmak için yeterince çaba gösteriyor mu?
Angenendt: Politikanın hala kriz ayarında olduğunu hissediyorum. Tabii ki Almanya’da bir kriz var, yerel yönetimlerin temsilcileri ile konuştuğunuzda ne kadar büyük bir zorluğun üstesinden gelmek zorunda olduklarını görüyorsunuz. Ancak yine de çabaların mültecilere kalacak yer bulmak, onların gıda ihtiyacını karşılamak gibi kısa vadeli önlemlere odaklandığını görüyorum. Bence esas sorunlar orta vadede ortaya çıkacak, zira çok sayıda mülteci geri gitmeyecek. Almanya’da ve geldikleri diğer ülkelerde kalacaklar; çünkü kendi ülkeleri çökmüş durumda. Bu yüzden en önemli konulardan biri uyum. Tamamen yeni bir yaklaşım benimsememiz gerekli. Çünkü bu insanların istihdam piyasasına uyumunun da sağlanması gerekecek. Bence istihdam programları geliştirmek zorundayız, bundan kaçışımız yok. Mültecilerin çoğunun kalifikasyonları yeterli değil, bazıları sosyal yardımlara bağımlı olacak. Sığınmacıların kabul edildikten sonra yaşanan ilk sorunlar buzdağının görünen yüzü. İstihdam programlarının hazırlanması şart, aksi takdirde sosyal barış tehlikeye girebilir.
Merkezi Berlin'deki Bilim ve Politika Vakfı’nın (SWP) “Küresel Sorular” araştırma bölümü yöneticisi siyaset bilimci Dr. Steffen Angenendt, göç, iltica, entegrasyon ve kalkınma konusundaki araştırmalarıyla tanınıyor.