T24 Haber Merkezi
Türkiye’de gazetecilerin ifade özgürlüğü davalarını takip eden Press in Arrest; raporladığı yargılamaların verilerini ve analizlerini içeren "Türkiye’de Gazeteci Yargılamalarının Anatomisi" başlıklı raporunu yayımladı. Raporda, her 10 gazeteci soruşturmasından birinde, savcıların ömür boyu hapis cezası talep ettiği belirtildi ve gazeteci davalarının yüzde 61’inde mahkeme heyetinin en az bir defa değiştiği vurgulandı.
2018’den beri 356 gazeteci ve 240 dava dosyasından hareketle hazırlanan raporda, Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik saldırılardaki temel eğilimleri tespit etmek ve sistematik insan hakları ihlallerine dair kanıtlar sunmak hedeflendi.
Press in Arrest'in izlediği davalardan edindiği bulgularına göre; her 10 gazeteci soruşturmasından birinde savcılar ömür boyu hapis cezası talep etti.
Raporda, 240 gazetecinin davasında, iddianamenin kabul edilmesinin ardından ilk duruşmanın görülmesinin yaklaşık 5 ay aldığı belirtildi. Davaların yüzde 20'sinde ise yargılamalar iddianamenin kabul edilmesinden en az altı ay sonra başladı.
Yargılanan gazetecilerin yüzde 58’inin yüksek güvenlikli cezaevlerinde tutulduğu belirtilen raporda, en az 133 gazeteci yargılamasında ceza kanununa göre ilgili suçun 'basın ve yayın yolu ile işlenmesini’' ceza artırımı gerekçesi olarak tarif eden ek maddelere başvurulduğu kaydedildi.
58 gazetecinin yargılandığı 22 davada, kamuya açık duruşma ilkesinin ihlal edildiği belirtilirken; gazeteciler aleyhine açılan 240 davada Terörle Mücadele Kanunu’nun maddelerine 299 kez başvurulduğu bilgisi paylaşıldı.
Rapora göre; gazeteci davalarının yüzde 61’inde mahkeme heyeti en az bir defa değişti. Yargılama süreçlerinin uzamasına neden olan bu durumun, makul sürede yargılanma hakkının ihlali anlamına gelebildiği vurgulandı. Press in Arrest’in gözlemlediği en az 133 gazeteci davasında da hakim heyetinin en az bir kere değiştiği ifade edildi.
İncelenen 356 gazeteciden 38'ine karşı açılan davalarda savcıların büyük oranda sadece gizli tanık ifadelerine dayanarak iddianame hazırladığı kaydedildi.
"2016'daki OHAL, ifade özgürlüğüne yönelik süregelen saldırılarda önemli bir dönüm noktası oldu"
Raporda, 2016 yılındaki darbe girişiminin ardından Türkiye’de ilan edilen olağanüstü halin (OHAL) ifade özgürlüğüne yönelik süregelen saldırılarda önemli bir dönüm noktası olduğu belirtildi, basın kuruluşlarının; hızla hükümete yönelik her türlü eleştiriyi susturmak üzere hazırlanmış bir dizi olağanüstü hal kararnamesinin hedefi haline geldiği vurgulandı.
"Son derece somut olan keyfi kovuşturma ve tutuklanma tehlikesi, birçok gazetecinin ülkeyi terk etmesine yol açtı ve bir korku ve otosansür iklimi oluşturdu" denilen raporda, Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik saldırılardaki temel eğilimler tespit edilirken, aşağıdaki sistematik insan hakları ihlallerine dair kanıtlar sunuldu:
"Ceza hukuku ve terörle mücadele mevzuatının keyfi kullanımıyla gazetecilerin hedef haline getirilmesi: Verilere göre, Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu’nun kimi hükümleri ısrarlı biçimde gazetecileri hedef alacak şekilde kullanılıyor. Bu kanunların pek çok maddesinin fazla geniş kapsamlı ve muğlak olduğu ve uluslararası insan hakları standartlarına uymayan şekilde uygulandığı ortadadır.
Gazetecilerin keyfi biçimde gözaltına alınması ve tutuklanması: Toplanan verilere göre, keyfi gözaltı ve tutuklu yargılama yöntemlerinin, iktidara yönelik gerçek veya farazi muhalefeti ve hükümete yönelik eleştirileri engellemek için kullanımı neredeyse kural haline geldi. Oysa uluslararası insan hakları hukukuna göre, gazetecilerin gazetecilik faaliyetleri nedeniyle özgürlüklerinden mahrum bırakılması, ancak olağanüstü ve istisnai durumlarda meşru olabilir.
Gazeteci davalarında ceza yargılaması ve adil yargılanma hakkı prensiplerine uyulmaması: Rapor, yargılamanın aleniyeti, tarafların eşitliği ve masumiyet karinesi ilkeleri gibi, uluslararası hukuk tarafından güvence altına alınan bir dizi adil yargılanma hakkı prensibinin gazetecilere yönelik davalarda istikrarlı biçimde ihlal edildiğini vurguluyor.
Yargının bağımsız ve tarafsız olmaması: Rapora göre, Türkiye’de hakim ve savcıların atama ve terfileri ile görevden alınma ve disiplin cezalarından sorumlu kurum olan Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) bileşimi nedeniyle, yargının gerçek anlamda bağımsız olması tasarımı itibariyle mümkün değildir. 2017’de yapılan Anayasa değişiklikleri, yürütmenin HSK üzerindeki kontrolünü önemli ölçüde genişleterek, bu kurumu siyasi güçlere daha da maruz bırakmış ve bağımsızlığına ket vurmuştur."
Raporun tamamını okumak için tıklayın.