Dünya

'Trump Putin gibi düşünüyor': Liberal dünya düzeninin sonu mu?

Donald Trump'ın Ocak ayında göreve gelmesinden bu yana izlediği politikalar ve kamuoyu önündeki çıkışları göz önüne alındığında, 'liberal dünya düzeninin' ölmekte olduğunu söylemek doğru olur mu? BBC Rusça Servisi konuyu uzmanlara sordu

02 Mart 2025 19:20

Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden bu yana geçen üç yıl boyunca, ABD ve müttefikleri Moskova yönetimini uluslararası hukuku ihlal eden dışlanmış bir parya olarak gördü.

Ancak ABD Başkanı Donald Trump şimdi bu yaklaşımı tersine çevirdi: Moskova ile ilişkileri yeniden kuruyor, Rusya'yı saldırgan olarak nitelendirmeyi reddediyor ve Ukrayna'yı savaşın mağduru olarak ilan etmiyor.

Geçen Cuma günü Trump ile Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy arasında yapılan ve hararetli tartışmalara sahne olan toplantıda bu tutum açıkça ortaya çıktı.

Bazılarına göre bu, 1990'lardan beri var olan "liberal dünya düzeninin" sonuna yaklaşıldığı anlamına geliyor. Ancak durum gerçekten böyle mi?

Liberal hegemonya dönemi

"Liberal dünya düzeni" terimi, taahhütler, ilkeler ve normlar üzerine kurulu bir uluslararası ilişkiler sistemini ifade ediyor. Temelinde uluslararası hukuk ve Birleşmiş Milletler (BM), BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi gibi kurumlar yer alıyor.

Ayrıca, liberal dünya düzeni serbest ticaret gibi değerleri temsil ediyor ve Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar tarafından da destekleniyor.

Bu düzenin ideolojik varsayımı, Batı tarzı liberal demokrasinin en iyi yönetim modeli olduğu inancına dayanıyor.

Uluslararası hukukun ihlali, BM Genel Kurulu kararları veya Uluslararası Adalet Divanı hükümleriyle resmi olarak belirlenebiliyor. BM Güvenlik Konseyi ekonomik yaptırımlar uygulayabilir ya da bazı aşırı durumlarda askeri müdahaleyi onaylayabiliyor.

Ancak pratikte, yaptırımlar ve askeri müdahaleler genellikle BM onayı olmadan gerçekleştiriliyor. Bu da Rusya'nın uzun süredir eleştirdiği bir konu.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 2007'de Münih Güvenlik Konferansı'nda yaptığı konuşmada, "Güç kullanımının yalnızca BM tarafından onaylanması halinde meşru sayılabileceğini" söylemiş ve NATO veya AB'nin BM'nin yerine geçmemesi gerektiğini vurgulamıştı.

2023'te Polonya'nın başkenti Varşova'da konuşan dönemin ABD Başkanı Joe Biden ise Ukrayna'daki savaşı, "kurallara dayalı düzen ile kaba güce dayalı bir düzen arasındaki büyük bir özgürlük savaşı" olarak tanımlamıştı.

Ancak Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik işgali, yalnızca uluslararası hukuku ihlal etmekle kalmadı, aynı zamanda küresel işleyiş biçimine meydan okudu.

Batı'nın bakış açısına göre, Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik saldırganlığı, Soğuk Savaş'tan bu yana kurallara dayalı düzenin en açık ihlalini temsil ediyor.

Princeton Üniversitesi'nden siyaset ve uluslararası ilişkiler profesörü G. John Ikenberry, İngiliz Financial Times gazetesine yaptığı değerlendirmede bu savaşın üç temel ilkeyi ihlal ettiğini belirtiyor:

"Güç kullanarak toprak sınırlarını değiştiremezsiniz.

"Sivillere karşı şiddeti savaş aracı olarak kullanamazsınız.

"Nükleer silah kullanma tehdidinde bulunamazsınız."

Putin'in ilk iki ilkeyi ihlal ettiğini ve üçüncü ilkeyi tehdit olarak öne sürdüğünü vurgulayan Ikenberry, "Bu, kurallara dayalı düzen için gerçek bir krizdir" diyor.

Buna karşılık Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Batı'nın yaklaşımının uluslararası hukuku ve BM kurumlarını hiçe saydığını savundu.

Moskova sık sık NATO'nun 1999'da Yugoslavya'yı bombalamasını, ABD öncülüğünde 2003'te Irak'ın işgalini ve 2008'de Kosova'nın bağımsızlığının tanınmasını, Batı'nın BM Güvenlik Konseyi'nin onayı olmadan gerçekleştirdiği eylemlere örnek olarak gösteriyor.

Rusya'ya göre bunlar BM Şartı'nda yer alan ilkelerin ihlali konumunda.

ABD Başkanı Donald Trump ile Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy Oval Ofis'te gerçekleştirdikleri görüşmede kamuoyu önünde tartıştı

Washington'un İsrail-Filistin çatışmasındaki tutumu, liberal dünya düzeninin en büyük sınavlarından biri oldu. Pek çok ülke, Biden yönetimini İsrail'e verdiği askeri destek nedeniyle sert şekilde eleştirdi ve ABD'yi Filistinlilerin ölümüne kayıtsız kalmakla suçladı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Numan Kurtulmuş, Washington Post'a verdiği röportajda, "Bu çok açık bir şekilde bir çifte standart ve hatta bir tür ırkçılık. Filistinli kurbanları, Ukraynalı kurbanlarla eşit görmezseniz, insanlık içinde bir hiyerarşi yaratmaya çalışıyorsunuz demektir. Bu kabul edilemez" dedi.

Ikenberry, liberal dünya düzeninin ABD'ye, ABD dolarına ve ABD ekonomisine bağlı olduğunu ve esas olarak NATO ve ittifaklardan oluştuğunu belirtiyor. Yani, BM Güvenlik Konseyi'nden çok ABD'nin "liberal hegemonyası" ile bağlantılı bir yapı olduğunu söylüyor.

Düzeni koruyan Amerika'nın bozucu güce dönüşmesi

Dönemin Başkanı Biden Mart 2022'de Varşova'da konuşuyor.

Geleneksel olarak, mevcut uluslararası düzeni değiştirmek isteyen ülkeler "revizyonist güçler" olarak tanımlanıyor. ABD'li politikacılar ve analistler uzun yıllardır Çin ve Rusya'yı bu kategoride değerlendiriyor.

Princeton Üniversitesi'nden Ikenberry'ye göre, ancak son dönemde ABD'nin kendisi "dünyanın en büyük revizyonist gücü" haline geldi.

Ikenberry, Trump yönetiminin ticaret ve ittifaklardan demokratik dayanışma ve insan hakları korumalarına kadar "liberal dünya düzeninin neredeyse her yönünü" ortadan kaldırmak için çalıştığını söylüyor.

Trump geçen günlerde yaptığı açıklamada "Yönetimim, geçmiş yönetimin ve açıkçası geçmişin dış politika başarısızlıklarından kesin bir kopuş yaşıyor" dedi.

Ekibinin getirdiği diğer radikal değişikliklerin aksine, dış politikanın doğrudan Başkan'ın yetki alanına girmesi, bu değişimin Kongre ve yargı tarafından engellenmesi özellikle zor olacaktır.

Trump yönetimi Rusya ile yakınlaşmaya yönelik hamlesini tam da ABD'nin çıkarları açısından çerçeveleyerek meşrulaştırdı.

ABD Başkan Yardımcısı JD Vance sosyal medyada yaptığı açıklamada, "Bu savaşın devam etmesi Rusya için kötü, Ukrayna için kötü, Avrupa için kötü. Ama en önemlisi, ABD için kötü" ifadelerini kullandı.

Ancak Trump'ın diplomatik devrimi, ABD kamuoyunda pek popüler değil.

Yapılan bir ankete göre, Amerikalılar Trump'ın en çok göç politikalarını desteklerken, Rusya-Ukrayna savaşı ve İsrail-Filistin çatışmasındaki tutumunu en az destekledikleri politika olarak görüyor.

Amerikalıların üçte ikisinden fazlası Ukrayna'yı müttefik olarak görüyor ve neredeyse yarısı Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy hakkında olumlu görüş bildiriyor.

Trump'ın diplomatik çalkantısı

Oxford Üniversitesi'nde Rusya ve Avrasya çalışmaları alanında araştırma görevli Dr. Julie Newton, "Şubat 2025 itibarıyla, artık kurallara dayalı düzeni tehdit eden ülke ABD'dir" diyor.

Newton, buna gerekçe olarak da Trump'ın Ukrayna'nın doğal kaynakları üzerindeki kontrol taleplerini, Rusya ile ilişkileri normalleştirmesini ve Zelenski'ye yönelik saldırgan tutumunu, Avrupa'daki aşırı sağcı partilere verdiği desteği gösteriyor.

24 Şubat'ta, Ukrayna işgalinin üçüncü yıldönümünde, ABD, BM Genel Kurulu'nda Rusya'nın saldırganlığını kınayan bir karara karşı oy kullandı.

Bunun yerine ABD, çatışmada "her iki tarafın da yaşadığı trajik can kaybını" vurgulayan daha yumuşak bir açıklama önerdi. Bu arada Trump, Washington ile Moskova arasındaki ekonomik bağları yeniden kurmak için Putin ile görüşmeler yaptığını duyurdu.

Dr. Newton, "Trump'ın diplomatik devrimi, Helsinki Şartı'nın ilkelerini yerle bir ediyor ve ABD'yi kendi müttefiklerinin gözünde bir rakip konumuna getiriyor" diyor.

Helsinki Nihai Senedi, 1975 yılında ABD, Sovyetler Birliği ve Avrupa ülkeleri arasında imzalanan bir anlaşmaydı. Anlaşma, toprak bütünlüğü, sınırların ihlal edilemezliği ve iç işlerine müdahale etmeme ilkelerini güçlendirmeyi amaçlıyordu.

Johns Hopkins Üniversitesi'nden Rusya uzmanı Sergey Radchenko, "Trump, Putin gibi düşünüyor, 19. yüzyılın emperyalistleri gibi" diyor.

Radchenko, "Avrupa önemli ekonomik güce ve Rusya'ya baskı yapabilecek finansal araçlara sahip" diyor ve şöyle devam ediyor:

"Trump, Putin ile diyaloğunu ne kadar ileri götürürse götürsün, Avrupa ülkelerinin eş zamanlı olarak Rusya ile ilişkileri normalleştirmesi zor görünüyor."

Atlantik Konseyi'nin Avrasya Merkezi'nden Shelby Magid'e göre, "liberal dünya düzeninin sonu" ilan etmek için henüz çok erken.

ABD'nin Rusya'ya yönelik yaptırımları hâlâ yürürlükte ve Trump yönetimi, bu yaptırımların yalnızca Rusya'nın Ukrayna'daki savaşı sona erdirmesi halinde kaldırılacağını belirtti.

"Erken ve tehlikeli bir normalleşme riski olduğu konusunda hemfikirim, ancak henüz tam anlamıyla o noktaya ulaşmış değiliz" diyen Magid şunları söylüyor:

"Sonuçta, dünya düzeni üzerindeki kalıcı etki, savaşın nasıl sona ereceği ve barışın nasıl sağlanacağı ile belirlenecek, bu sürecin nasıl işlediğiyle değil."