Hürriyet yazarı Murat Yetkin, ABD Başkanı Donald Trump'ın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile 16 Nisan'da yapılacak halk oylamasına kadar irtibat kurmama kararı aldığını ileri sürdü. Yetkin, "Hatta 16 Nisan kampanyalarında malzeme olmasın diye ABD yönetiminin -Rakka operasyonun gecikmesini de göze alarak- yola YPG ile devam etme kararını açıklamayı dahi 16 Nisan sonrasına bıraktığı konuşuluyor" diye yazdı.
Murat Yetkin'in "Referandum sonrası dışişlerimiz sıkıntılı" başlığıyla yayımlanan (5 Nisan 2017) yazısı şöyle:
Aslına bakarsanız bir ara durum sanki toparlanmış görünüyordu.
Evet, AB ile tutuklanan gazetecilerden OHAL altında yargı bağımsızlığına dek uzanan sorunlar yine vardı.
Ama mesela Suriye’de, Fırat Kalkanı ile IŞİD’e karşı ilerleme sağlanıyordu. Bu sayede Rusya ve İran ile Suriye’de ateşkes anlaşması sağlanıyordu. Astana görüşmeleri o arada Ankara’daki Rusya büyükelçisi Andrey Karlov’un öldürülmesine rağmen yapılabilmişti.
Mesela İsrail’le yeniden karşılıklı büyükelçi atanmış, İsrail gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya nakli yeniden konuşulmaya başlanmıştı. Hatta Kıbrıs görüşmelerinde umut vardı ve kim bilir belki Kıbrıs gazı da Türkiye üzerinden geçerdi.
Evet, Barack Obama yönetimiyle ne YPG’ye verilen destek, ne Fethullah Gülen’e karşı yasal yaptırım ne de –neticede Türk vatandaşlığı verilmiş olan- Reza Zarrab’ın tutukluluğu üzerinde ilerleme sağlanamamıştı. Ama sayılı gün çabuk geçerdi, 20 Ocak’ta Donald Trump görevi devralacaktı ve Trump’tan umudu vardı Ankara’nın.
Nitekim Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Enerji Bakanı Berat Albayrak dâhil hükümetin önemli kişileri ABD’ye gidip, Trump görevi devralmadan yönetiminde yer alacak önemli kişilerle görüşmelerde bulunmuş, lobi yapmışlardı.
Ancak ilk aksama ABD’de başladı. Seçildiğinde ilk telefonla görüştüğü liderlerden birisinin de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olduğunu açıklayan Trump, görevi devraldıktan sonra –en son Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah Sisi’ye kadar- pek çok ülke yöneticisiyle görüştü. Erdoğan ile yalnızca bir telefon görüşmesi var kayıtlarda.
Diplomatik camiada Trump’ın Erdoğan ile 16 Nisan’a dek yakın irtibat kurmak istemediği konuşuluyor. Hatta 16 Nisan kampanyalarında malzeme olmasın diye ABD yönetiminin -Rakka operasyonun gecikmesini de göze alarak- yola YPG ile devam etme kararını açıklamayı dahi 16 Nisan sonrasına bıraktığı konuşuluyor.
Avrupa Birliği (AB) ile zaten şekerrengi olan ilişkiler, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım’ın idam cezasının geri getirilmesini “Evet” kampanyasının ana sloganlarından biri haline getirmesiyle iyice gerilmişti.
Gerilimi zirveye tırmandıran ise, AB ülkeleri, özellikle de Almanya ve Hollanda’nın Erdoğan ve AK Partili bakanların resmi sıfatla ülkeye gelip referandum propagandası yapmasına izin vermemesi, ama mesela PKK yanlısı gösterilere, üstelik Kandil bağlantılarıyla izin vermesi oldu.
Avrupa’da özellikle seçim zamanı, yabancı düşmanlığı yükseliyordu. Avrupalılar da kendilerine Nazi suçlaması yöneltilince cevap vermeden duramıyorlardı.
Netice mi? Çavuşoğlu dün dedi ki “Avrupalı politikacıların aptallığı sayesinde “Evet” oylarımız arttı”. Belki Angela Merkel 16 Nisan’a dek Türkiye-AB ilişkileri üzerine yorum yapmaya tövbe edene dek o zıtlaşma ve mağduriyet üzerinden AK Parti “Evet” puanlarını artırmıştı ama Türkiye’nin AB ile ilişkileri artık “Bir referandum da onun için yaparız” düzeyine gelmişti.
Bir de Rusya var. Türkiye Suriye’de IŞİD ile savaşırken Rusya yardımcıydı, Suriye uçaklarını filan bile tutuyordu. Ne zaman ki hükümetten “Münbiç’e girer YPG’yi vururuz” açıklamaları gelmeye başladı, ABD’nin yanı sıra Rusya’da Türkiye’ye karşı YPG’yi korumaya aldılar; YPG onlara IŞİD’e karşı lazımdı. Bir hafta önce bakanları Münbiç’e Rakka’ya yürümekten söz eden hükümet Fırat Kalkanının “başarıyla tamamlandığını” açıkladı. Askerler orada kalacak ama artık muharip görevde değil, Türkiye’ye gelmiş Suriyeli mültecilerin evlerine dönmesi için çalışacaktı.
Suriye’deki gizli aktör İran ile tek ortaklığın bağımsız Kürt devletine karşı durmak olduğunu söylemeden geçmemek lazım.
ABD, AB ve Rusya ile durum bu da Arap ülkeleriyle harika mı? Bakalım. Suriye ile ilişkimiz yok. Mısır’la hemen hemen yok, Irak’la sallantıda. Suudi Arabistan ve Katar ile belki mali ilişkiler yolunda ama mesela onlar Müslüman Kardeşleri terörist sayıyorlar, Türk hükümeti saymıyor. Trump yönetiminin “IŞİD’ten ve El Kaide’den sonra sırada” saydığı Müslüman Kardeşler konusu er geç Arap ülkeleriyle sorun olacak gibi duruyor.
Kıbrıs’ta işler yeniden bozuldu, Yunanistan’la Enosis ve adalar sorunu yeniden gündeme geldi.
Ve İsrail. İsrail, Kıbrıs Rum, Yunanistan ve İtalya hükümetleri dün –çok daha uzun ve pahalı rotayı göze alarak, Türkiye’yi by-pass edip İsrail ve Kıbrıs gazını boru hattıyla Avrupa’ya taşıyacak EastMed hattı üzerinde ön anlaşmaya vardıklarını açıkladılar.
Bütün bu dış sorunlar, daha çok da muhataplarımız tarafından 16 Nisan’a dek adeta buzluğa yerleştirilmiş, dondurulmuş vaziyette bekletiliyor.
Dış sorun deyip geçmeyin, bunlar doğrudan Türkiye’nin içini, güvenliğini, ekonomisini ilgilendiren konular.
Referandum sonucu ne olursa olsun, 17 Nisan sabahından itibaren belki birer birer, belki üçer beşer önümüze gelecek.
Hükümetin önündeki seçenek, uluslararası camiadan kısmen soyutlanmış mevcut durumun devamı pahasına mevcut çizgiden dönmemek, ya da somut koşulların tahlilini yaparak yaraları sarmak, uluslararası camia ile yeniden işleri yoluna koymak olacak.
Referandumda “Hayır” çıkarsa, yetki ve sorumluluk yine cumhurbaşkanı ve hükümet arasında paylaşılmış vaziyette bir yol aranıp bulunacak.
Referandumda “Evet” çıkarsa Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuların tamamıyla tek başına ilgilenecek ve sorumluluğu da doğal olarak tek başına üstlenecek.