Gündem

Tılıç: Gazeteciler öldürülürken, şimdi tutuklanıyor

Doğan Tılıç: O kadar geri bir noktadayız ki, medyanın temel sistemlerinden biri iktidarı eleştirmekken bugün iktidara en küçük bir eleştiriyi bile yöneltmenin cesaret istediği bir ülke haline geldi Türkiye

21 Mayıs 2013 18:08

Gazeteci Doğan Tılıç, “10 yıllık dönemler içinde bakarsak 90’larda Türkiye dünyada en fazla gazetecinin öldürüldüğü ülkeler arasında yer alıyordu. Bugün ne mutlu ki öldürülen gazetecilerden söz  etmiyoruz. Türkiye artık gazetecilerin öldürüldüğü bir ülke değil ama öbür taraftan bugün Türkiye dünyada en fazla gazetecinin hapiste bulunduğu bir ülke. Dünyada en fazla gazetecinin hapsedilmesi ifade özgürlüğü açısından son derece vahim bir yerde olduğumuzun göstergesi” dedi.

Medya Günlüğü’nün sorularını yanıtlayan Tılıç, Türk basınının geldiği noktayı ve geçtiği süreçleri anlattı.

Doğan Tılıç söyleşisinin özetle şöyle:

Gazeteci Doğan Tılıç Medya Günlüğü’nün “pazartesi sohbetleri”nin bu haftaki konuğu. Doç.Dr. Tılıç, 1980’lerden başlayarak kabuk değiştiren gazeteciliğin günümüzde geldiği noktada aslında geleneksel görevi iktidarı eleştirmek olan medyanın  hem sahiplik yapısı anlamında hem de düşünsel olarak iktidarla bütünleştiğini düşünüyor. Tılıç, en küçük eleştiride bulunanların bile işini kaybedebildiğini, Reyhanlı olayının gösterdiğini gibi medyanın iktidarın tespitlerini dile getirdiğini söylüyor. Yeni bir gelişme olarak kendilerini tehdit altında gören gazetecilerin örgütlenmeye başladığını belirten Tılıç, Medya Günlüğü’nün sorularını şöyle yanıtladı:


-Türkiye’de medya hem sahiplik hem de basın ve ifade özgürlüğü açısından sizce ne durumda?

-Aslında duruma 1980’den itibaren bakmak gerekir. Çünkü 1980 sadece Türkiye için değil küresel açıdan da geleneksel medya sahiplik yapısı açısından bir milat oldu. Yeni bir medya sahiplik yapısına geçiş yaşandı. Nedir geleneksel sahiplik yapısı? Geleneksel yapı medya sahiplerinin asıl işinin gazetecilik olduğu dönemdi. Yeni medya dönemi ise, gazete sahiplerinin gazetecilik dışında her işi yaptıkları, gazeteciliğin asıl yaptıkları işlerin yanında bir teferruat olduğu düzen... 80’den sonra dünyanın her yerinde büyük holdingler başka işlerin yanında gazetecilik de yapmaya başladı. İfade özgürlüğü bugüne kadar iktidarların baskısıyla zedelenirken patronajın da doğrudan ifade özgürlüğünün önünde bazen hatta devletlerden daha ciddi bir tehlike haline gelmesine yol açtı. Yeni patronlar sanayinin her dalında, hatta silah sanayinde, kimya sanayinde, bankacılıkta oldukları ve bu sektörler de iktidarla iyi ilişkiler gerektirdiği için haberin niteliği, doğruyu söylemek… Tüm bunlar ikinci plana düştü. Medya patronlarının medyayı diğer sektörlerdeki işlerinin önünü açmak için bir araç olarak kullandıkları bir dönem olmaya başladı. 

Bu yeni dönemde bir tarafta belli kuralları, etik kodları ve doğruyu söyleme olarak tanımlayabileceğimiz bir mesleğin erbabı olan gazeteciler diğer taraftan da bu yeni  patronun ücretli işçisi durumuna geldi. Gazeteciler bu gerilimi her gün yaşamaya başladı. Doğruyu söyleme işini mi yapacak, yoksa doğruyu söylemenin patron çıkarına ters düştüğü dönemde işini kaybetme riskini göze mi alacak?


-Türkiye’de bu dönem Özal’la başladı, değil mi?

-Evet. Türkiye’de Özal ile birlikte bu dönem başlarken, son dönemde ise AKP iktidarıyla buna ilave bir şey oldu. Medya sahiplik yapısı bu defa siyasal iktidara bağımlı olarak da büyük bir değişim gösterdi. Tayyip Erdoğan ve AKP iktidara gelene kadar hemen hemen ana akım medyanın tamamına yakında hedef halindeydi. Diğer bütün liderlere soy isimleriyle hitap edilirken, bugünkü Başbakan’a “Tayyip” diye hitap edilirdi. Ama başbakan olduktan sonra bu durum bir günde değişti. Ana akım medya sahiplik yapısı değişmeden birden bire dilini “Tayyip”ten “Erdoğan”a değiştirdi. Fakat ana akım medyanın iktidara göre kendisini ayarlaması herhalde iktidar için yeterli olmadı. Medya sahiplik yapısını da AKP iktidarı döneminde Sayın Başbakan’ın ifadesini kullanırsak, AKP fikriyatına yakın patronların hakim  olduğu bir yapıya dönüştürdü. Bu gerek devlet destekli kredilerle gerekse nüfuzun doğrudan kullanımıyla ana akım medyanın ağırlıklı bir kısmı bu sefer siyaseten de iktidarın yanında yer aldı. Dolayısıyla bu ifade özgürlüğü açısından katmerlenmiş yapısal bir engel anlamına geliyor. Bütün bunlardan bağımsız olarak 10 yıllık dönemler içinde bakarsak 90’larda Türkiye dünyada en fazla gazetecinin öldürüldüğü ülkeler arasında yer alıyordu. Bugün ne mutlu ki öldürülen gazetecilerden söz  etmiyoruz. Türkiye artık gazetecilerin öldürüldüğü bir ülke değil ama öbür taraftan bugün Türkiye dünyada en fazla gazetecinin hapiste bulunduğu bir ülke. Dünyada en fazla gazetecinin hapsedilmesi ifade özgürlüğü açısından son derece vahim bir yerde olduğumuzun göstergesi. Medyaya genel olarak baktığımızda sektörün en dokunulmazlarının bile en ufak bir eleştiride işlerini kaybettiği  bir süreç yaşandı. Özetle hem sahiplik yapısı itibariyla hem de düşünsel olarak iktidarla bütünleşmiş bir medya yapısının olduğu Türkiye’de son derece vahim ve geri bir noktadayız. O kadar geri bir noktadayız ki, medyanın temel sistemlerinden biri iktidarı eleştirmekken bugün iktidara en küçük bir eleştiriyi bile yöneltmenin cesaret istediği bir ülke haline geldi Türkiye.

 

Söyleşinin devamını okumak için tıklayınız…