TESEV’in “Polis Yasalarının Ruhu: Mevzuatta Söylemler, Araçlar ve Zihniyet” adlı raporunda, “Yasalar devletin güvenliğinin, vatandaşın/bireyin güvenliğinden önce geldiği ve dolayısıyla devletin korunması adına vatandaşların hak ve özgürlüklerinin sınırlanabileceği bir zihniyetin ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu zihniyet geçmişten bugüne süreklilik arz etmektedir. Türkiye’nin demokratikleşme çabaları, kişi hak ve özgürlüklerinin öncelikli hale gelmesi ve korunması üzerine temellendiği müddetçe anlamlı bir içeriğe sahip olacaktır. Bu bağlamda polisliğe ilişkin yasalarda bugün dahi “devlet güvenliği” kavramının baskın olması, demokratik prensipler ve temel hak ve özgürlükler açısından ciddi bir sorunun varlığına işaret etmektedir” denildi.
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) Demokratikleşme Programı tarafından yayımlanan “Polis Yasalarının Ruhu: Mevzuatta Söylemler, Araçlar ve Zihniyet” başlıklı rapor Türkiye’de polis teşkilatını ilgilendiren önemli yasaları tarayarak, mevzuattaki polislik, güvenlik ve vatandaşlık anlayışının dayandığı siyasi stratejileri inceliyor.
Polislik, toplum ve siyaset ilişkisi Türkiye kamuoyunda gittikçe daha sık gündeme geliyor. 1 Mayıs kutlamaları ile başlayıp, Gezi, ODTÜ, Diyarbakır ve Yüksekova’daki gösterilere uzanan son altı aylık süreç, polisin toplumsal olaylara müdahale şekline ilişkin eleştirilerin arttığı bir dönem oldu.
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri’nin Temmuz 2013’teki Türkiye ziyaretine dayanarak yazdığı rapor, kolluk görevlileri tarafından uygulanan aşırı güç ve kötü muamelenin cezasızlığı sorununun altını çizmişti. Avrupa Komisyonu 2013 Türkiye İlerleme Raporu da kolluk görevlilerinin ihlallerini denetlemek üzere bağımsız bir Kolluk Gözetim Komisyonu kurulması için gerekli adımların hızlıca tamamlanması gerektiğini vurguladı. Aynı dönemde medyaya yansıyan polis intiharları polisin özlük hakları ve çalışma koşullarına ilişkin sorunları gözler önüne serdi. Öte yandan, Ergenekon soruşturmalarından bu yana yükselen polisin siyasi davalardaki rolü tartışması, son günlerin öne çıkan siyasi gündemi olan cemaat-hükümet gerginliği ile yeni bir boyuta taşındı.
TESEV raporu, Türkiye’de polis teşkilatının kuruluşundan bu yana teşkilatı ilgilendiren belli başlı yasaları ve yasalara nüfuz etmiş olan devlet, güvenlik, makbul vatandaş anlayışını inceliyor.
‘Polis teşkilatı militerleşti’
Raporun Zeynep Gönen, Biriz Berksoy ve Zeynep Başer tarafından kaleme alınan ilk bölümü polislikle ilgili temel yasaların bir envanterini sunuyor. Polisin Cumhuriyetten bu yana yetki, yetki alanı ve görevlerinin dönüşümünü inceleyen bölümde yer alan bazı tespitler şöyle:
“İşçi sınıfının örgütlendiği ve kitle hareketlerinin yaygınlaştığı 1970’lerde, devletin değişen “toplumsal tehdit” algısı bağlamında polis teşkilatının genişlediği ve militerleşmesi yolunda ilk adımların atıldığı gözlemlenmektedir. Bu bağlamda Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nda (PVSK) yapılan değişikliklerin yanı sıra Toplum Zabıtası birimlerinin kurulması ve Asayişe Müessir Bazı Fiillerin Önlenmesi Hakkında Kanun’un kabulü önemlidir.”
“1980’li yıllarda özellikle Kürt meselesi bağlamında temelleri atılan “olağanüstü hal” polisliği de 1991 yılında Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) kabulüyle önemli bir yasal metne kavuşmuştur. TMK daha çok “terör tehditleri”ne karşı devlet güvenliği gözetilerek kabul edilmiş bir kanundur ve bu yönde birey hak ve özgürlüklerine getirdiği önemli sınırlamalarla dikkat çeker.”
“Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu (CMUK) yerine 2004’te kabul edilen Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) ile yapılan birtakım değişiklikleri de göz ardı etmemek gerekir. Bu dönemde özellikle 1990’lı yıllar boyunca polise yöneltilen en ciddi eleştirilerden biri olan gözaltında işkencenin sonlandırılmasıkonusunda bazı önemli değişiklikler yapılmış ve polisin suçu tanımlama yetkisine son verilmiştir.”
‘Devletin güvenliği ön planda’
İkinci bölüm, incelenen yasal envanterin ima ettiği güvenlik ve düzen anlayışı ile bunların ardındaki kurucu zihinsel tutumun bir analizini sunuyor. Bu bölümde öne çıkan çarpıcı tespitlerden bazıları da şu şekilde:
“Polis mevzuatında bireyin hak ve özgürlüklerinin korunmasına yönelik hiçbir ifadeye rastlamak mümkün değildir. Yasalarda bireyin haklarının korunmasına yönelik ifadelerin daha çok ilgili mevzuatı meşrulaştırmak amacıyla kullanıldığı ve polisin yetkilerinin denetiminin sağlanmasıgerekçesiyle değil, söz konusu yetkilerin genişletilmesi gerekçesiyle sunulduğu gözlemlenmektedir.”
“Türkiye’nin demokratikleşme çabaları, kişi hak ve özgürlüklerinin öncelikli hale gelmesi ve korunması üzerine temellendiği müddetçe anlamlı bir içeriğe sahip olacaktır. Bu bağlamda polisliğe ilişkin yasalarda bugün dahi “devlet güvenliği” kavramının baskın olması, demokratik prensipler ve temel hak ve özgürlükler açısından ciddi bir sorunun varlığına işaret etmektedir.”
Mehmet Uçum tarafından kaleme alınan üçüncü ve son bölümde ise, önceki bölümlerdeki tespitlerden hareketle reformlara yön verebilecek ve onları sürekli kılacak yeni bir güvenlik anlayışının nasıl ve hangi değerler çerçevesinde kurgulanabileceği, nedenleri ile birlikte tartışılıyor.
“Polis Yasalarının Ruhu: Mevzuatta Söylemler, Araçlar ve Zihniyet” raporunun, polisin yetkileri ve görev sınırlarının hesap verebilirlik ile yetersiz denetim ve cezasızlık sorunu ile ilişkili bir biçimde tartışılmasına katkıda bulunacağını umuyoruz.