Gündem

'Teröristleri güneşli yerlere koymak gibi bir zornluluğumuz yok'

'Uzundur dört saatlik havalandırma saatleri bir saate düşürülen Sincan F Tipi’ndeki mahkûmların Ağar’a hazırlanan butik hapishane gibi ferah bir odaları yok elbet'

26 Nisan 2012 11:05

Berrin Karakaş

(Radikal, 26 Nisan 2012)

Ben bu satırları yazarken Mehmet Ağar kendi seçtiği, baştan aşağıya yenilenen, Bodrum’daki ailesine yakın, güneşli, zeytin ağaçlarıyla çevrili, güvenliği sebebiyle 50 mahkûmun kim bilir ne şartlarda hapishanelere gönderildiği Aydın Yenipazar Cezaevi’nin yolunu tutmuş olmalı. Bir zamanlar öldürmediklerini gönderdikleri hapishanelerde kalmaktan bu kadar çekinmesi, bu korku, aldığı cezanın ne kadar da gülünç olduğunu söylemiyor mu? Sırtında onca faili meçhul, kolay değil…
Dün gece Mardin Cezaevi’nde içinden tırnak, kurt gibi ‘intikam maddeleri’ çıkan yemekleri yemek zorunda bırakılan mahkûmların haberi dolaşıyordu sanal âlemi. Sabah DİHA alışık olduğumuz bir ‘asi mahkûm’ haberi daha geçiyordu: “Erzurum Hapishanesi’nden Tekirdağ’a sürgün edilen mahkûm, çıplak aranmayı reddettiği için gardiyanlarca kolu kırıldı.”

Masamın üzerinde hapishaneden gönderilen mektupların toplu halde paylaşılma zamanı gelmiş diye düşündüm. Teröristlere yasaklanan güneşi, suçu parasız eğitim istemek olan torununu görmeye taa Sivas’tan Kocaeli’ne gelen anneanneyi hatırlamanın zamanı…

Sincan 1 No’lu F Tipi’nden Hasan Çoban ve arkadaşlarının TBMM İnsan Hakları Komisyonu’na hapishanede incelemeler yapsınlar diye gönderdikleri uzun dilekçeyle birlikte gönderdikleri mektupta güneşli bir odada kalması doktor raporuyla belgeli hasta mahkûm Cihan Karaçöl’e odayı teftişe gelen hapishane ikinci müdürünün söylediği “Teröristleri güneşli yerlere koymak gibi bir zorunluluğumuz yok” cümlesi teröristleri terör örgütü oluşturarak da olsa yok etmesi gerekli devletin baş tacı Mehmet Ağar’ın güneşli odasını açıklamaya yeter sanırım. Yenipazar esnafının “Memleketin adamı, gelsin misafir ederiz, severiz” sözlerini de açıklar …

Uzundur dört saatlik havalandırma saatleri bir saate düşürülen Sincan F Tipi’ndeki mahkûmların Ağar’a hazırlanan butik hapishane gibi ferah bir odaları yok elbet. 10 metrekare içinde bütün yaşam. Ancak çamaşır susuyla temizlenecek banyoyu temizledikten sonra 23 saat soluyorsunuz o zehri. Islak çamaşırlarınızı da aynı odada kurutuyorsunuz. Böyle böyle çürüyorsunuz… Aynı hapishanenin müdürünün tutuklu Ercan Akpınar’a söylediği gibi size hapishanede kaldığınızı hissettiriyorlar. Mehmet Ağar’a ne kadar hissettirilmemeye çalışılıyorsa, diğerlerine o kadar hissettiriliyor işte. Hissettiriliyor ki, terörist azalsın memlekette. Keza Kocaeli 1 No’lu F Tipi’nden Onur Polat’ın mektubunda disiplin kurulunun sakıncalı mektup kararında belirttiği gibi “terör örgütleri militan sıkıntısı çekiyor.”
Onur Polat yazdığı mektupları nasıl gönderemediğini anlatıyor. Son gelemeyen mektubu, Kocaeli F Tipi’nde kalan tutuklu çocukların da Pozantı’dakilerin yaşadıklarına benzer olaylar yaşadıkları üzerine. Bunu bildirmeye çalışmasının sebebi, disiplin kuruluna göre işte terör örgütlerinin militan sıkıntısı çekmesiymiş . Üstelik Pozantı’daki iddialar henüz kanıtlanamamışmış, soruşturma devam etmekteymiş…

Yine aynı cezaevinden “Hapiste bulunan 500 tutuklu öğrenciden biri de benim” diyen, suçu 1 Mayıs’a katılmak, parasız eğitim istemek, parasız eğitim isteyenlerin tutuklamasına ses çıkarmak, hapishanede ölmek üzereyken yaşam bahşedilmiş Güler Zere için basın açıklaması yapmak olan, 18 aydır tutuklu Tayfun Taştan ”Anneannem yaşlı ve hasta olmasına rağmen her hafta Sivas’tan Koaceli’ne geliyor. Onunla kucaklaşamıyoruz bile, demir parmaklıklı camın ardından telefonla konuşuyoruz” diye yazıyor. Sanırım çok geçmeden Mehmet Ağar’ın bir saat uzaklıktaki Bodrum’dan kalkıp gelen ailesiyle zeytin ağaçları altında gezindiğini okuruz.

Bu baharda güneşin tadını çıkarırken bizler, son sözü Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevi’nden Tuncay Korkmaz’a bırakıyorum; “Bahar bazen bir serçenin sesi, bazen vakitsiz gelen bir uğur böceğinin ironisi bazen de yolunu şaşıran bir çekirgenin çaresizliğidir burada, biz onlara dokunup söyleşir iken farkında değillerdir, şenlenmiş toprağı çekeriz burunlarımıza.”