TBMM Yurt Dışında Yaşayan Türk Vatandaşı Olan ve Vatandaşlıktan İzinle Çıkmış Kadınların ve Ailelerin Sorunları ve Çözüm Önerileri Alt Komisyonu 180 sayfalık raporunu açıkladı. Birinci nesilden üçüncü nesile kadar Avrupa’daki Türklerin durumunu inceleyen ve önerilerde bulunan raporda, en fazla Türk vatandaşının yaşadığı Almanya’da, 1991 yılında 43 bin 971 olan doğum sayısının 2013'te 12 bin 607’ye düştüğü belirtilirken son yıllarda boyanma artış oranlarına dikkat çekildi.
Türklerin, dil sorunu, İslamafobi ve işsizlik gibi sorunlarına yer verilen raporda, yurt dışında yaşayan Türk kökenlilerin yüzde 90’ının kendisini ‘Türk’ olarak tanımladığı, kendini sadece Alman, sadece Belçikalı, sadece Fransız olarak tanımlayanların oranının ise yüzde 1’den az olduğu belirtildi.
Rapora göre, ‘Müslüman ya da Türk olduğum için Almanya, Belçika ya da Fransa’da haksızlığa uğradığımı düşünüyorum’ diyenlerin oranı yüzde 20’lerde; ‘Çevrenizde, sizin dışınızda Müslümanlar ya da haksızlığa uğruyor mu?” sorusuna olumlu yanıt verenlerin oranı yüzde 30’a çıkıyor. “Avrupa’da Türkler İslamofobi var mı?” sorusuna ise olumlu yanıt verenlerin oranını yüzde 30 civarında.
6 milyon Türk kökenli vatandaş Avrupa’da
Raporda, büyük çoğunluğu Almanya olmak üzere yurtdışında yaklaşık 6 milyonun üzerinde vatandaş bulunduğu belirtildi. Almanya’yı sırayla Fransa, Hollanda, Belçika, Avusturya ve İsviçre takip ediyor. Nüfusa kayıtlı olduğu iller bazında dağılım analiz edildiğinde yaklaşık üçte ikisi İç Anadolu, Karadeniz ve Ege bölgelerinden geldiği belirtildi.
Rapordan bazı bölümler görüşleri ve önerileri şöyle:
Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi Müdürü Doç. Dr. M. Murat Erdoğan ve Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gülsüm Depeli.
Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi Müdürü Doç. Dr. M. Murat Erdoğan, neonazi cinayetlerine ilişkin Almanya’da yaşayan Türklerin bu konuyla ilgili düşüncelerini araştıran bir çalışma gerçekleştirildiğini, çalışma kapsamında NSU cinayetleri ve gelişen sürecin “Türklerin siyasi duruşlarını etkiliyor mu?”, “Türkiye’ye dönüş düşüncelerini etkiliyor mu?”, “Devlete karşı güvenleri azaldı mı?”, “Topluma karşı güven duyguları ne durumdadır?” gibi sorulara cevap arandığını ifade etmiştir.
Erdoğan, Türkiye’nin dünyanın en çok göç veren ülkelerinden biri olduğunu, yurtdışında Türkçe konuşan insan sayısının resmî rakamlarda 4,3 milyon; gayri resmî rakamlarda 6,5 milyon civarında göründüğünü fakat yurtdışında yaşayan Türklerle ilgili ciddi bir veri, sayı ve istatistik eksikliği bulunduğunu ifade etmiştir.
Almanya’da, şu an Türk kökenli 3 milyon 150 bin civarında insanımızın yaşadığı, ikinci sırada Fransa, sonra İngiltere ve Hollanda’nın geldiği, bu sayının Avrupa Birliğinin birçok ülkesinin nüfusundan fazla olduğu, Avrupa’daki Türklerin sayısının toplam 5 milyon 600 bin olduğu ifade edilmiştir. Bu durumun olağanüstü bir sayısal çoğunluk ve olağanüstü bir güç olarak görülmesi gerektiği, bu insanların Türkiye’ye bağlılıklarının da yüksek olduğundan değerlendirilmesi gereken bir potansiyel olduğu be
Yurt dışında bulunan Türklerin yarısından fazlasının orada doğduğu, yüzde 80’inden fazlasının ise en az 10 yıldan daha uzun süredir orada yaşadığı, çifte vatandaşlığa Almanya ve Avusturya izin vermediği için sıkıntıların mevcut olduğu, bunun dışındaki ülkelerde yaşayan vatandaşlarımızın çifte vatandaşlığa yönelik çok ciddi bir eğiliminin olduğu belirtilmiştir. Kullandıkları dil itibarıyla yaşadıkları ülke dilini kullananlar ve Türkçeyi kullananlar arasında neredeyse yarı yarıya bir denge görüldüğü, her iki ülke dilini kullananların sayısının arttığı ifade edilmiştir.
“Hangi ülkeye kendinizi yakın hissediyorsunuz?” diye sorulduğunda insanların kendini en fazla Türkiye’ye yakın hissettiği, bu duruma yaşadıkları ülkelerde ayrımcılığa maruz kalmalarının etki ettiği, o ülkede yaşıyor, çalışıyor, siyasal hak sahibi oluyor olsa bile insanlar kendi bağlantılarını hala Türkiye üzerinden gördüğü, bunun olumlu ve olumsuz taraflarının olduğu, “Hangi ülkenin siyaseti ilginizi çekiyor?” sorusu sorulduğunda açık ara Türkiye’deki siyasetin kendilerine daha ilginç geldiği belirtilmiştir.
Yurt dışında yaşayan Türk kökenlilere sorulan “Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?” sorusuna, (Türk, Türk Müslüman, Türk Müslüman Avrupalı gibi seçenekler sunulmuştur) verilen cevaplarda, içinde Türk tanımı geçenlerin oranının yüzde 90’ın üzerinde olduğu, kendisini sadece Alman, sadece Belçikalı, sadece Fransız olarak tanımlayanların oranının ise %1’den daha az olduğu bildirilmiştir. İnsanların aidiyet tanımlarının çok net biçimde Türkiye’ye yönelik olduğunun görüldüğü, Amerika, Kanada, İngiltere gibi ülkelerde kendini Türk olarak tanımlamayanların oranının yükseldiği, bunu ilgili ülkelerdeki sistemin o insanları içine almaya daha hazır bir sistem olmasıyla açıklamanın mümkün olduğu ifade edilmiştir. Aidiyetin entegrasyon politikalarıyla da ilgili bir durum olduğu fakat artık insanların birden fazla aidiyetlerinin bulunduğu, her ne kadar kendisini Türk olarak, Müslüman olarak nitelese bile Avrupa’da yaşayan insanların birden fazla kimlik edindiği, bunun da bir artı değer olarak düşünülmesi gerektiği ifade edilmiştir.
Başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesinin Müslümanlığı Türkler üzerinden tanıdığı, Fransa ve İngiltere’nin farklı tecrübeleri olduğu ancak Almanya’nın bu konudaki tecrübelerinin büyük ölçüde Türkler üzerinden gerçekleştiği, özellikle 1990 sonrasında İslamofobi’nin artmasıyla birlikte Türklerin göz önünde olduğu, mülteci akını ve Suriyelilerle birlikte İslamofobi’nin de kapsamı ve boyutlarının değişeceği bildirilmiştir.
“Müslüman ya da Türk olduğum için Almanya, Belçika ya da Fransa’da haksızlığa uğradığımı düşünüyorum.” diyenlerin oranının yüzde 20’lerde olduğu, “Çevrenizde, sizin dışınızda Müslümanlar ya da haksızlığa uğruyor mu?” sorusuna olumlu yanıt verenlerin oranının yüzde 30’a çıktığı, “Avrupa’da Türkler İslamofobi var mı?” sorusuna olumlu yanıt verenlerin oranının %30 civarında olduğu, sebep olarak ise “Bazı Müslümanların yanlışları.” ya da “Kendimizi iyi anlatamamak.” gibi gerekçelerin gösterildiği ifade edilmiştir.
Siyasal partilere özellikle Almanya’da yaşayanların ciddi bir ilgisinin olduğu, sadece Almanya’da Türk kökenlilerin sahip olduğu oy sayısının 950.000, yani %1,5 olduğu, Alman sistemi içinde ve son yapılan seçimlerde Türkler’in %70 katılım sağladığı ve bu katılımın içinde kadınlar ile erkekler arasında da %72 erkek ve % 68 kadın katılımı ile benzer bir oranın olduğu, bu oranların, kadınların siyasal sistemin ne kadar içinde olduklarını göstermesi bakımından önemli olduğu belirtilmiştir.
Doç. Dr. Gülsüm Depeli, 2007 yılında Almanya’nın Berlin şehrinde bir alan çalışması gerçekleştirdiğini, bu çalışma kapsamında yaklaşık 20-30 kadar aile ve ayrıca evlilik hazırlığında olan bekâr insanlarla görüşüldüğünü belirtmiştir.
Gençlik görüşmelerinde ortaokulda, ilkokulda, lisede Alman arkadaşları olan, Almanca eğitim alan, Almanca konuşan Türk gençlerin liseden çıktıktan sonra, üniversiteye gidip gitmemesinden bağımsız olarak kendisini dışlanmış, belli fırsat alanlarından ötelenmiş, çıkarılmış bulmakta olduklarını ve kendi cemaatlerine döndüklerinin görüldüğünü bildirmiştir.
Köyünden yurtdışına gitmiş insanların göçlerinden söz edildiği için bunun bir yandan da büyük bir uyum ve başarı hikâyesi olduğu birçok insanımızın metropolde yaşadığı ancak bir metropolün olanaklarını kullanmadığı belirtilmişti
Eğitimdeki yetersizlik
Eğitim seviyesindeki yetersizlik çalışma hayatına katılıma da olumsuz yansımaktadır. Dil engeli ve eğitimdeki dezavantaj çoğu zaman kadınların iş hayatında vasıfsız eleman olarak ya da düşük ücretlerle çalışmalarına sebep olmaktadır.
Dışişleri Bakanlığından alınan verilere göre Almanya’da işsizlik Almanlar arasında %9 iken Türkler arasında %20, Belçika’da vatandaşları arasında %8,4 iken Türkler arasında %23, Fransa’da Fransızlar arasında %10 iken Türkler arasında %26 olarak görülmektedir.
Aile yapısı ve demografik özellikleri
Yurtdışında yaşayan aileler temelde yurtdışında geçirdikleri süre ve taşıdıkları özellikler baz alınarak kuşaklara ayrılarak incelenmektedir.
Özellikle ilk iki nesilde kadınların, yaşadıkları topluma intibak etmeleri daha geç gerçekleşmiştir. Geçici işgücü olarak yurtdışına giden eşlerinin yanına yıllar sonra giden ve başlangıçta iş hayatına dahil olmayan kadınların içinde yaşadıkları topluma katılım sağlamaları uzun bir sürece yayılmıştır. Üçüncü nesilde ise dil ve intibak sorunları ortadan kalkmış anadili kaybetme riski belirmiştir.
Yurt dışında yaşayan aile yapılarına ilişkin yapılan araştırmalar neticesinde yaşadıkları toplum düzeninden etkilenme biçimlerine göre üç farklı aile yapısı ortaya çıkmaktadır. Bunlardan ilki adeta Türkiye’de yaşamaya devam eder gibi yaşadıkları toplumla hiç bütünleşememiş, dili son kuşak dahil hiçbiri öğrenememiş ve içe kapalı yaşantılarına devam etmektedir. İlk grup aile yapısı gibi sayıları oldukça az olan ikinci aile yapısında, göç ettikleri toplumun değerleri gönüllü olarak benimsenmiş ve entegrasyonun ötesinde asimilasyona uğramışlardır. Yurtdışındaki ailelerin çoğunluğunu oluşturan son grupta ise denge hakimdir. Kendi dini ve kültürel değerlerini korurken aynı zamanda içinde bulundukları topluma da uyum sağlamışlardı
Yurt dışında yaşayan ailelerin yaşadıkları toplum içerisindeki konumları ve motivasyonları nedeniyle davranış ve moral değer yapılarında belirli genellemeler yapılabilmektedir.
- Yurt dışında yaşayan aileler toplumsal statülerini güçlendirmenin yolunun eğitimden geçtiğinin bilinciyle özellikle çocuklarının eğitimlerine özen göstermişlerdir. Bunun sonucu olarak eğitim seviyesi yükselmiştir. Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın büyük bir çoğunluğunun yaşadığı Almanya’da, Alman Federal İstatistik Kurumunun 2013 verilerine göre göçmen kökenlilerin %30’unun lise mezuniyeti bulunmaktadır. Göçmen kökenli olmayanlarda ise % 28,5 olan bu oran daha düşüktür. 2014 yılı verilerinde ise göçmen kökenliler arasında herhangi bir mezuniyeti olmayanların oranının %10 olduğu görülmektedir.
- Dil konusunda yaşanan sıkıntıların şekli değişmiştir. Yurtdışında yaşayan ailelerin çoğunda aileiçi iletişim anadilde gerçekleşmektedir. Buna rağmen “patchwork dil” olarak tabir edilen ve her iki dilin de tam olarak öğrenilememesi durumu da söz konusu olmaktadır.
- Yurt dışında yaşayan Türkler kendi kimlik ve kökenleriyle bağlarını sıkı tutmak adına akrabalık ilişkilerine önem vermektedirle
- Geçmiş dönemlerde dil sorunlarından kaynaklanan eğitim seviyesinin düşüklüğü nedeniyle göçmenlerin toplumun alt tabakasında olduğuna dair bir ön yargı oluşmuştur. Günümüzde ise eğitim seviyesinin yükselmesi ile toplumsal statü değişmiş ve bu ön yargılarla da mücadele etme gerekliliği doğmuştur.
- Göçmen aileler giderek küçülmekte ve doğum oranları azalmaktadır. Ailelerin çoğunlukla 2-3 çocukları vardır. Örneğin en fazla vatandaşımızn yaşadığı Almanya’da Alman Federal İstatistik Kurumu verilerine göre 1991 yılında 43.971 olan doğum sayısı, 2013 yılında 12.607’ye düşmüştür.
Öneriler
- Kadınlara yönelik bilinçlendirme çalışmaları arttırılmalıdır.
- Gençler, evlilik ve aile kurma konusunda bilinçlendirilmelidir.
- Çocuk eğitimi konusunda problem yaşayan ebeveynlere danışmanlık hizmeti verecek profesyonel ve daimi eğitim merkezlerinin açılması sağlanmalıdır.
- Kültürel bağların ve aidiyetin kuvvetlendirilmesine yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Nesiller arası iletişimi güçlendirmeye yönelik çalışmalar yapılmalıdır.
- Anne babalarının vatandaşlıktan çıkması nedeniyle çocuğun da Türk vatandaşlığını kaybetmesi ve dolayısıyla çifte vatandaşlığı kaybetme sorununun çözümü için ilgili kanun hükümleri gözden geçirilmelidir.
- İlgili ülkelerle diploma denklikleri ve yurtdışına giden kadınların eğitim sistemine entegrasyonu konusunda yapılan çalışmalar hızlandırılmalıdır.
- Avrupa’ya özel yayın yapan kanalların program kalitesi artırılmalı, kültürel yozlaşmaya neden olacak içeriklerden arındırılmalı, bilinçlendirici, eğitici, ana vatanla bağları kuvvetlendirmeye yönelik programlar yayınlanmalıdır
Aile bütünlüğünün korunması
Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın kültürel değerlerinin korunması Türk aile yapısının muhafaza edilmesi ile mümkündür. Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığından (YTB) alınan verilere göre yurtdışında yaşayan yaklaşık 4 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının 1 milyon 782 bini evli, yaklaşık 170 bini boşanmış, 80 bini ise dul olarak kayıtlarda yer almaktadır. Son yıllarda boşanma oranlarında artış yaşandığı gözlemlenmektedir.
Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın aile konusunda yaşadığı problemlerin en önemlisi, ailevi ve toplumsal değerlerinin farklı bir kültüre maruz kalmasıdır. Aile müessesesinin sarsıldığı durumlarda boşanmaların arttığı, nesiller arası iletişim sorunlarının ortaya çıktığı, bağımlılar, ailelerinden uzaklaştırılan çocuklar gibi dezavantajlı grupların ortaya çıktığı görülmektedir. Bu anlamda, aile bütünlüğünün korunmasına yönelik sorunları önleyici, çözüme yönelik müdahale edici, mağdur kişileri destekleyici mekanizmaların kurulması ve bu yönde yapılan çalışmaların desteklenmesi ldukça önemlidir.
Yurtdışında yaşayan Türklerin aile yapısının giderek değiştiği ve kuşaklar arasındaki farkın Türkiye’deki ailelere oranla daha bariz olduğu görülmektedir.
Boşanma ve aile bütünlüğünü etkileyen faktörler
Yaşanılan toplumun özellikleri, yaygın değerleri, ekonomik sebepler, bireysel ve iletişime dair problemler gibi birçok unsur boşanmaya sebep olabilmektedir. Kişisel ihtiyaçların ve önceliklerin değişimi, evlilikten beklentilerin artması gibi sebepler de boşanmaya yol açmaktadır. Nitekim yurtdışında yaşayan vatandaşların evliliklerinde ayrılık ve boşanma oranlarının eski dönemlere göre arttığı görülmektedir. Alman Federal İstatistik Kurumu verilerine göre 2005 yılında göçmenlerde boşanma oranı % 5,3 iken bu oranın 2013 yılında % 8,1’e çıktığı görülmektedir. (Bu veri Almanya’da yaşayan tüm göçmen grupları içermekte olup sadece Türk vatandaşlarına ilişkin istatistiki veriler bulunmamaktadır.)
Yetişen yeni nesillerin ruh sağlığı ve kişilik gelişimleri açısından yeterli ve dengeli olmalarını sağlayan bir etken de aile düzeninin sağlıklı ve huzurlu olmasıdır. Öte yandan aile bütünlüğünü olumsuz etkileyen ve boşanmaya neden olabilen etkenler de artmıştır.
• Özellikle göçmen ailelerde görülen hakim kültür tarafından uygulanan toplumsal baskı, ırkçı yaklaşımlar ve kabul görmeme hissi kişilerde hayal kırıklığına, depresyona ve psikolojik sorunlara neden olabilmekte ve aile huzurunu olumsuz etkileyebilmektedir.
• İşsizlik ve ailede yaşanan ekonomik sıkıntılar boşanmalara neden olabilmektedir.
• İki farklı kültür arasında yapılan evliliklerin daha çok boşanmayla sonuçlandığı ifade edilmiştir. Ayrıca farklı dine mensup olan çiftlerin değerlerinin çatışması, örneğin çocuk eğitiminde hangi tercihlerin benimseneceği konusunda yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle boşanma sorunlarıyla daha fazla karşılaşılmaktadır.
Erken yaşlarda, yeteri kadar olgunlaşmadan, ya da geç yapılan evliliklerde boşanma riskinin daha fazla olduğu görülmektedir. Özellikle erken yaşlarda yapılan evliliklerde anne baba olma sorumluluğu ağır gelerek bu evlilikler boşanmayla sonuçlanabilmektedir.
• Özellikle halk arasında “ithal gelin” ve “ithal damat” olarak tabir edilen evliliklerde aile büyüklerinin evlilik ilişkisine çok fazla müdahil olması boşanma sebepleri arasında gösterilmektedir. Burada özellikle kadınların mağduriyeti dikkat çekmektedir.
• Evlilik sürecinde aldatma, teknolojinin gelişmesiyle farklı boyutlara ulaşmıştır. Özellikle son yıllarda sanal ortam iletişimleri farklı problemleri beraberinde getirerek boşanma nedenleri arasındaki yerini almıştır.
• Eşlerden birinin psikolojik sorunlarının eşler arasındaki ilişki, iletişim ve güvene zarar vererek, eş ve çocukların ruh sağlığını olumsuz etkileyebildiği ve parçalanmış aile yapısının da çocuklarda bağlanma sorunlarına yol açtığına dikkat çekilmektedir.
• Özellikle göçmen gençler arasında alkol, kumar, oyun, internet ve şans oyunlarına bağımlılık maddi, manevi kayıplara ve ailesel iletişim sorunlarına yol açarak boşanmalara neden olmaktadır.
Bütünlüğü bozulan ailelerde mağduriyeti en çok çocuklar yaşamaktadır. Gençlik Dairesi tarafından korunma altına alınan çocukların birçoğunun psikolojik sorunlar yaşayan ebeveynlerin çocukları olduğu ya da parçalanan ailelerden geldiği görülmektedir. Aynı şekilde huzurlu bir aile ortamına sahip olmayan gençlerde okul başarısında düşüş, bağımlılık, şiddet ve suça eğilimin daha çok ortaya çıktığına işaret edilmektedir.